Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Nisan 18, 2019
Toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışının kaynağı nedir?

Bundan önceki yazımızda, bir çocuk şarkısının sözleri ve şarkıya eşlik eden video görüntülerindeki mesaj üzerinde durmuş ve inceden inceye Toplumsal Cinsiyet Eşitliği anlayışının özellikle küçük yaştaki çocuklara empoze edilmeye çalışıldığında dikkat çekmiştik. Konuya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ NEDİR? NEYİ HEDEFLER?

Ülkemizde bazı üniversite ve özel kuruluşların sahiplendiği bu anlayışın ne anlama geldiği ve neyi hedeflediğini esaslı bir şekilde tahlil etmenin, onu tanımak adına önemli ve gerekli olduğu kanaatindeyiz.

Öncelikle ifade edelim ki, doğu toplumlarında rastlanılmayan bu anlayışın kaynağı batıdır. 1970'li yıllarda batıda ortaya çıkan bu anlayış aslında bir reaksiyondur. Neye karşı reaksiyon? Kadını aşağılayan, onu çeşitli yönlerden yetersiz gören kadim anlayışa karşı bir reaksiyon… Zira gerek kilisenin kadına olumsuz bakışı, gerek Yunan ve Roma hukuk sistemlerinin kadına ikinci sınıf insan muamelesi yapması ve gerekse topluma yön veren filozofların kadını aşağılayan söylemlerine karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkmıştır bu anlayış… Ancak tarih boyunca düşülen yanlışlığa bu kez de reaksiyon olarak ortaya çıkan bu anlayışın düştüğü görülmektedir. Zira çıkış noktası olarak "kadına, kaybettiği değeri kazandırmayı" amaçlayan bu anlayış, şimdi ona kapasitesinin üstünde bir sorumluluk yüklemekle başka bir yanlışa düşmüş oluyordu…

Peki, neydi bu anlayışın ortaya koyduğu temel görüş?.. "Kadın-erkek her yönüyle eşittir. İster bedensel, ister ruhsal isterse zihinsel açıdan birinin diğerine üstünlüğü söz konusu değildir. Aralarında var olduğu düşünülen farklar, çocukluk yıllarındaki olumsuz telkinlerin ve hatalı eğitimin sonucudur."

Batıda ve özellikle İskandinav ülkelerinde sahiplenilen bu anlayışın en büyük hamisi İsveç olmuştur. Nitekim İsveç Parlamentosu, "kadın erkek arasındaki meslekî farklılık anlayışını, insan neslinin iliklerine işlemiş bir önyargı" olarak görmüş ve 1975 yılında kabul ettiği bir kanunla, eğitim-öğretim başta olmak üzere, ailede ve toplumda kadın ve erkek arasında tam anlamıyla eşitliğin sağlanmasını karar altına almıştır.

Alınan bu karar gereği, anaokullarından itibaren kız-erkek ayrımını çağrıştıracak her şeyin ortadan kaldırılmasına, bunun yerine "toplumsal cinsiyet eşitliği" anlayışının yerleştirilmesine çalışılmıştır. Bu cümleden olarak erkek çocuklarına örgü örmeleri, kız çocuklarına da ahşap malzemelerle el işleri yapmaları konusunda dersler verilmeye başlanmıştır.

Yine aynı ülke, kadının, hamileliğini 12. haftasına kadar sonlandırabilmesi hakkını bir "özgürlük" olarak görmüş ve kabul etmiştir.

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ BİZİM İÇİN NE İFADE EDER?

Buraya kadar aktardıklarımızdan sonra diyebiliriz ki, yaklaşık 40 yıl önce tohumu atılan ve adına "Feminizm" denilen bir başka önyargılı anlayışın da himaye ve desteğiyle dünyanın farklı yörelerine ihraç edilemeye çalışılan "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" anlayışının, özellikle dinî değerlere sırtını dönen, kiliselerinin haftada bir gün bile yeterli ilgi görmediği, ateistlik oranının yüksek düzeylerde seyrettiği İskandinav ülkelerinde neşv ü nemâ bulması dikkat çekicidir.

Şimdi şu soruyu sorabiliriz: Kiliseye ve tarihin derinliklerinde kalmış "kadını aşağılayan" birtakım köhne anlayışlara bir reaksiyon olarak ortaya çıkan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği anlayışının, Müslüman bir ülke olan Türkiye'de kabul görmesi ne derece mümkündür? Aile içi iletişim, karı-koca ilişkileri gibi konularda özellikle kuzey ülkelerine mensup psikolog, sosyolog ve iletişim uzmanlarının telkinlerinin ülkemiz insanları üzerindeki başarısız sonuçları ortada iken, yaşanacak bu doku uyuşmazlığının farkına ne zaman varılacaktır?

Diyebiliriz ki, insan bedeni, fizyolojik olarak kendi hücrelerinden farklı bir dokuyu veya organı "uyuşmazlık" sebebiyle reddettiği gibi, insanların oluşturduğu toplumlar da sahip olduğu inanç ve kültürüne uymayan olguları da sosyolojik olarak reddedecektir.

Netice olarak şunu ifade edelim. Türkiye Müslüman bir ülkedir ve bu topraklarda yaşayan çoğunluk için kadın, muhterem annedir, değerli eştir, sevgili kızdır. Yine o, müşfik ninedir, hamiyetli haladır, muhabbetli teyzedir. Abladır, kız kardeştir, yengedir ve öğretmendir… Kısacası, kadın bizim için "eşitlik" değil, "üstünlük" makamına layık gördüğümüz; sayılan ve sevilen, muhabbet ve ilgi duyulan, korunan ve sakınılan, kadr ü kıymeti bilinen değerli bir varlıktır. Her ne kadar Sekülerizm ve Modernizm, bizi biz yapan değerlerden çok şeyi alıp götürmüş olsa da toplumda hala kadının bu "üstün mertebesi"nin, yaşayan bir değerimiz olduğunu söyleyebiliriz.

O halde, yaşamakta olduğumuz birtakım sıkıntıların çözüm yolu, inancı inancımıza, kültürü kültürümüze, geleneği geleneğimize uymayan batının, bâtıl anlayışlarına ümit bağlamak değil, kendi özümüzdeki güzelliklere ve iyiliklere sarılmak olmalıdır.

Sağlıcakla kalınız efendim…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN