Arama

İsmail Güleç
Ekim 18, 2023

Yönetmenliğini Bekir Bülbül'ün yaptığı birkaç gün önce vizyona giren Bir Tutam Karanfil'i seyretme imkânı buldum. Bir mülteci üzerinden insanın yolculuğunun anlatıldığını izledikten sonra anlamaya çalışırken farkettiğim filmde, dikkatimi çeken hususları sizlerle paylaşmak isterim. Ancak öncesinde bir sinema eleştirmeni olmadığımı, sıradan bir izleyici olarak intibalarımı paylaştığımı hatırlatayım.

2021'de çekilmeye başlanan film 2022'den itibaren festivallere gönderilmiş. Tokyo ile başlayan gösterimler yirmi farklı ülkeden devam etmiş ve halen de festivallerde gösterilmeye devam ediyor. Bu festivallerin bir kısmında da ödül almayı başarmış. 28. Tetouan Akdeniz Film Festivai'nde "En İyi Film", 27. Sofya Film Festivalinde "Jüri Özel Ödülü", 42. İstanbul Film Festivali'nde ise "En İyi Görüntü Yönetmeni" ödüllerini almış. Muhtemelen de almaya devam edecek.

Filmin çekimleri 2021'de başlasa da serüveni yönetmeni Bekir Bülbül'ün vermiş olduğu bir röportajda söylediğine göre 2017'ye kadar uzanıyor. Üç-dört sene süren bir senaryo yazım ve hazırlık sürecinden sonra çekimlere başlamışlar.

Bir seyr-i süluk hikayesi mi, mülteci dramı mı?

Bir Tutam Karanfil, Musa adında bir dede ile Halime adında torunu üzerinden cenazesini memleketine defnetmek isteyen bir mültecinin sınıra gitme çabasını anlatıyor. Bunu yaparken de dede ve torunun farklı dünyalarını, duygularını, geleceğe dair düşünce ve niyetlerini bize kahramanları konuşturmadan görseller ve olaylar üzerinden aktarıyor. Bu açıdan bakıldığında film bir yere bağlı olmak (dede) ile mekân aidiyeti olmayıp hayallerine sığınmayı (torun) izleyiciye göstermek ister gibi. Gösteriyor da.

Filmin senaristi Ayşe Bülbül, filmin yönetmeni ve aynı zamanda eşi olan Bekir Bülbül'ün dedesi ile bir gazete haberinin filmin ilham kaynağı olduğunu söylüyor. Birlikte yaşadıkları dedelerinin köyüne gitme ve orada ölme arzusu üzerine ölen bir yakınını ülkesine götürmek isteyen bir mülteci haberi okununca senaryo kendini belli etmiş. Hem mülteci hem de aslına kavuşmak isteyen bir insanın hikayesi çıkmış ortaya. Dolayısıyla yüzeyden cenazesini ülkesine götüren bir adamın hikayesi akarken dipten sevdiğine kavuşmak, vatan-ı aslisine gitmek için çırpınan bir insanın yolculuğu akıp duruyor film boyunca.

Filmin yönetmeni ile yapılmış bir röportajı okumadan önce filmin bir mülteci dramı olarak düşünmüş ve anlamaya çalışmıştım. En son düğün sahnesinde ise vatanında vefat etmenin verdiği mutluluğu gösterdiğini düşünmüştüm. Yolculukta gazetelerde sıkça çıkan mültecilere kötü davranılmasına dair haberlerin yeterince değerlendirilmediğini, bu konunun okuyucuyu sarsacak kadar sert bir şekilde aktarılması gerektiğini düşünerek biraz nahif bulmuştum. Ülkemizde gittikçe artan mülteci karşıtlığına dikkat çekmesini bekledim belki de.

Bunda belki filmin bize mülteci hikayesi ve dramı olarak sunulmasının etkisiyle oluşan bir beklenti ile seyretmemizin de etkisi oldu. Ancak en sonundaki düğün sahnesinin bir şeb-i arus olarak verilmesi, dedenin vatan-ı aslîsine geçmeyi başarması gördükten sonra yönetmenin yapmaya çalıştığı şeyi anlayabildim.

Yönetmen ve senarist bugünün Türkiye'sindeki mültecilerin değil bu dünyada mülteci olan insanın hikayesini anlatmak istediğini fark edince bu sefer filmde başka şeyler aradım. Bir mültecinin dramından daha çok, bir tabutu sınıra götürmek isteyen bir adamın başından geçenler gibi oldu. Ortada pek fazla mülteciliğe ve mültecilerin dramlarına dair bir mesaj veya duygu aktarımı da yok.

Filmde beğendiğim iki şey daha var. Biri kış mevsiminden dağ ve ova manzaraları, diğeri de yurdum insanın sıradan hallerinin doğallığı içinde verilmesi. Herkes kendi dünyasında ve kendi derdi içinde yuvarlanırken dedenin tabutu ülkesine götürmekten başka bir derdi yoktu. Halime ise tüm bunlardan habersiz kendi dünyasında yaşıyor. Bir tarafta kadın olmanın verdiği güdü ile saçları ile oynaması, oyuncağını çöpe atarak çocukluğundan sıyrılması, öte yandan resmini çizerek yanında taşıdığı savaş yılları. O da kendince sülukunu ve erginlenmesini yaşıyor. Dolayısıyla yönetmen ve senarist bize bu dünyada mülteci olduğumuzu hatırlatmış oluyor.

Film boyunca tabuttakinin kim olduğunu son sahneye kadar anlamıyoruz. Dedenin karısı mı, torunun annesi mi? Son sahne bize tabuttakinin kim olduğunu gösteriyor. Haliyle konuşan bir dede ve duygularını resim yoluyla aktaran bir torun bize farklı şekilde de anlaşılabileceğini gösteriyor. Halime'nin çizimlerini görünce o kadar konuşmaya gerek olmadığını, sadece resimlerle savaşın verdiği acıyı, yıkımı ve yoksulluğun anlatılabileceğini gördük.

Dünyadan bir an önce göçmek isteyen dede ile dünyada kalıp evinde ailesi ile birlikte yaşamak isteyen torun aynı zamanda bir insanın iki yüzü. Dolayısıyla dede ve torun biziz ve bizim farklı hallerimiz. Bir yanımız Halime, diğer yanımız Musa. Başka türlü kemâlât olamayacağı gibi yaşayamayız da.

Dedenin o mahzun ve dünyayı umursamaz ve beklentisi olmayan tavrı izleyiciyi etkiliyor. Beni koltuktan kalkıp tabutu taşımasına yardım etmek isteyecek kadar kendine çekti. Bazen tabuttaki mi ölü yoksa dede mi diye düşündüm. Bana mezarına kadar ayakta kalmaya çalışan bir ölü gibi geldi. Bedeninin ihtiyaçlarına dair hiçbir arzusunun olmaması sanki ruhunun, bedeni bir merkep kullandığını ve işi bittikten sonra bir kuyuya atacakmış gibi idi.

Filmi yaşadığımız devirden bağımsız kılan özelliklerinden biri hiçbir şekilde şehir ve kasaba ismi geçmemesi, gidilen ülkeden bahsedilmemesi. Bu da izleyicinin dikkatini mültecinin ülkesine değil kendisine odaklanmamızı sağlamış. Yolda karşılaştığı insanlar ise dünyanın her taraftan görebileceğimiz farklı karakter ve tipte insanlar.

Filme neden bu isim verildiğini anlamaya çalışıp durdum. Cenaze ve karanfil ilişkisi yanında cenaze defnedildikten sonra Halime'nin bıraktığı bir tutam karanfile mi yoksa çizdiği resimlerdekine gönderme olduğuna karar veremedim. Veya karanfilin benim bilmediğim bir anlamı idi.

Daha fazla anlatıp film izleme keyfinizi kaçırmak istemem. O yüzden burada keseyim, vesselam.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN