Arama

İsmail Güleç
Nisan 4, 2022
Ramazan fıkraları

Ramazan, kişinin Allah ile olduğu kadar beşer ile münasebetlerinin de zirve yaptığı aydır. Bir taraftan ibadetler ile manevi bir iklime girilirken öte yandan iftarlar, teravihler, sonrasında bazen sahura kadar süren meclisler, muhabbetler kişileri hem Allah'a hem de birbirine yaklaştırır, muhabbetin artmasına vesile olur.

Sohbetlerin vazgeçilmezi anlatılan ramazan fıkralarıdır. Fıkralar bile bir nasihat içindir ve dinleyenleri güldürürken düşündürür, unuttuklarını hatırlatır, hoşgörülü olmayı öğretir. Birkaç fıkra ile ne demek istediğimi açıklamaya çalışayım.

Yalansa

Hattat İzzet Efendi ile ilgili bir fıkra ile başlayayım. Bildiğimiz Kazasker Mustafa İzzet Efendi mi yoksa bir başka hattat mı bilmiyorum ama Hattat İzzet Efendi adında bir hattat varmış. Yaptığı işleri abartmayı çok seven hattatımız bir arkadaşına:

- Dün gece uyumadım, bir Kur'an yazıp bitirdim, demiş. Arkadaşı durur mu. O da hemen sallamaya başlamış.

- Mirim, ben de geçen Ramazan'da bir iftar için Kandilli'ye gidiyordum. Boğaz'da öyle bir fırtına çıktı ki ne sen sor ne ben anlatayım. İstesem de anlatamam zaten. Bindiğim kayık gâh bir dalganın üstünde gâh sahildeki camilerin minarelerin şerefesinde. Tabi yetişemedik iftara. Dalgalar kayığı şerefeye çıkardığında ezan okundu. Ben de şerefedeki kandillerde iftarımı açtım.

İzzet Efendi mübalağanın bu kadarına dayanamayıp bağırmış:

- Yalan söylüyorsun !..

- Yalan söylüyorsam senin dün gece yazdığın Kur'an-ı Kerim çarpsın.

Tiryakinin Hali

Tiryaki olmayan bilmez. Bir tiryakiye, tiryakisi olduğu şeyi içmesine izin verilmesi karşılığında ondan üç ay oruç tutması istense kabul edebilir. Eskiden ramazanın geldiği hilale bakılarak anlaşılırdı. Hilal görünmeden kimse oruca başlamazdı. Tiryakinin biri de bunu bildiği için oruca başlamamak ve hilali görmemek için evin perdelerini sıkı sıkı kapatırmış ve gece dışarı çıktığında kafasını hilali görüp oruca başlamamak için hiç yukarı kaldırmazmış.

Eh, nereye kadar kaçacaksın be adam! Bir su birikintisinin yanından geçerken hilâlin yansımasını görünce dayanamamış:

  • Hey mübarek! İlla gözüme mi gireceksin? Anladık Ramazan başladı!

Teravihi Unuttu

Ramazan sadece ibadetine düşkün insanlar için değil, kalpazanlar ve üçkağıtçılar için de bir fırsat ayı oluyor. Ramazanı fırsat bilen iki kafadar kadı kisvesine bürünerek köy köy dolaşıp sordukları birkaç basit soruyu bilemeyen köylüleri falakaya yatırıp paralarını alırlarmış. Meseleden kadı efendi haberdar olmuş ve kafadarları derdest etmiş. Yaptıklarının cezası olarak falakaya yatırılmış ve sabah namazı için dört değnek, öğle namazı için on değnek, ikindi namazı için sekiz değnek, bu akşam namazı için beş değnek, bu yatsı namazı için 13 değnek, toplamda kırk değnek vurdurup salmış.

İki kafadar köyden uzaklaşınca biri:

  • Ayaklarım şişti, şurada oturup azıcık dinlenelim, deyince diğeri;
  • Sakın durma! Şimdi dinlenmenin sırası değil. Kadı Efendi teravihi unuttu. Hatırlamadan uzaklaşalım.

Allah'a olan borcu Allah sorar

Koca Ragıp Paşa'nın Fitnat Hanım ve Şair Haşmet ile birlikte latifeleri meşhurdur. Haşmet paşa yanındaki diğer görevlilere benzemez, lakayt, lafını esirgemez, hoşsohbet, makamda mevkide gözü olmayan tertemiz bir insan.

Ramazan gelince Paşa, tebdil-i kıyafet ile mahalleye çıkar, ihtiyacı olanları tespit edip karşılarmış. Bakkala, manava girip veresiye defterlerindeki borçları ödermiş. Paşa, Haşmet'e her zamanki gibi takılmadan duramamış:

- Yahu Haşmet, sen akıllı adamsın bilirsin. Sence kabir taşıma ne yazdırayım?

Haşmet'te cevap hazır:

- Dün altımda olanlar, bugün üstümde, yazdır Paşam!

- Çok güzel bir söz. Söyle bakalım senin de borcun var mı?

- Olmaz mı! Bakkala iki, manava üç altın, ….

- Yahu Haşmet, be sana kula olan borcunu değil, oruç borcunu sordum yahu!.."

- Paşam, siz az önce yaptığınız gibi sadece kula olan borcumu sorarsınız. Allah orucu sorar, siz merak buyurmayın!


Nasıl Yetişeceksin

Ramazan gelince konuşulan konulardan biri de teravihi hızlı kıldıran imamlar idi. Hatta bizim gençliğimizde, Molla Fenarî Cami imamı o kadar hızlı kıldırırdı ki halk arasında lakabı Molla Ferrari idi. Sadece bizim zamanımızda değil, eskiden de namazı hızlı kıldıran imamlar varmış.

Devir Sultan II. Mahmud Han devri. İleri gelenlerden biri eş, dost ve arkadaşlarını iftara davet etmiş. Devrin meşhur şairlerinden Keçecizâde İzzet Molla da davetliler arasındaymış.

İftar olmuş, yemekler yenmiş, akşam namazı kılınmış, kahveler içilmiş. Yatsı vakti girmiş ve cemaatle namaza durmuşlar. Namazı kıldıran imam efendi, o kadar hızlı kıldırıyormuş ki arkadakiler secdeden başını kaldırmadan ikinci secdeden ayağa kalkarmış. Derken teravihin son rekatında otururken abdest tazeleyip gelen biri, şükür cemaate yetiştim, demiş ve safa geçeceği esnada İzzet Molla adama dönüp:

-Be adam! Biz içinde iken yetişemiyoruz, sen dışarıdan gelip nasıl yetişeceksin?

***

Şurada naklettiğim birkaç fıkrada ramazanda hattatların Kuran'ı istinsah ettiklerini, şerefelerde kandiller yandığını, hilalin görülmesiyle oruca başlandığını, ramazanda insanların inançlarını istismar edenler olduğunu, yardımlaşmanın had safhaya ulaştığını ve dahi teravihi her zaman çabucak kılmak isteyenler olduğunu da öğrenmiş olduk.

Ramazan denilince Bektaşi fıkrası anlatılmadan olur mu? Onu bir sonraki yazıda anlatalım.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN