Primus inter pares yahut üniversite geleneği
Başlık, eşitler arasında birinci anlamına gelen Latince meşhur bir söz. Siyasi güçlerin ve nüfuzların paylaşıldığı Ortaçağlarda savaşı engellemek için sıkça başvurulan kural olmuştur. Kendilerini eşit gören lordların aralarından seçtikleri kralı tarif etmek için bu ifadeyi kullanırlar. Bütün lordlar eşittir, ama sayılmaya kraldan başlanır, yani bir numara kraldır. Krallıklar yıkılıp demokrasi gelince bu sefer bu durum bakanlar kurulu için kullanılır. Bütün bakanlar eşittir, ama başbakan içlerinde birincidir.
Kilisede kardinaller arasında da böyle bir durum vardır ve eşitler içinde birinci papa olur. Elçiler arasında eğer Vatikan elçisi varsa o diğerlerine göre eşitler arasında birinci oluyor. Bunu yönetimin her alanına yayabilirsiniz. Vali olmaklık bakımından tüm valiler eşittir ama İstanbul valisi diğerlerinden önce gelir. Valiler bir arada olsa içlerinde en kıdemli ve deneyimli olanı diğerlerine göre daha eşit olur. Bazı büyükelçilikler diğerlerinden daha önceliklidir ve oralara kıdemli büyükelçiler gönderilir.
ÜNİVERSİTELERDE DE DURUM AYNI
Üniversite geleneğinde de bu bu kuralın işlediğini görürüz. Rektör ve dekanlar profesörler arasında birinci sırada gelir. Ama öğretim üyesi olmak bakımından hepsi eşittir ve süresi bitenin yerine içlerinden bir diğeri gelir. Tarih boyunca da böyle olmuştur.
Üniversiteler iki örnekten doğdular. Biri Bologna, diğeri Paris. Bologna öğrencilerin kurduğu üniversitenin örneği olurken Paris hocaların kurduğu üniversitenin öncüsüdür.
13. asrın başlarında Paris hem Adelard gibi devrinin büyük bir hocasının ders veriyor olması hem de başkentte olmasından dolayı kalabalıklaştı ve öğrenci sayısı arttı. Notre Dome'ın bitişindeki manastır okulu yetmez oldu. Bunun sonucu bazı hocalara da Notre Dome'a bağlı olarak ders verme izni verilince katedralin çevresindeki hocaların evi dersliklere dönüştü. Hocalar sadece katedral çevresinde değil Paris'in uzak semtlerindeki evlerinde de ders vermeye başladılar. Dağınıklık olunca hocaların aleyhine birtakım olaylar gerçekleşti ve bunun üzerine hocalar haklarını korumak için bir araya gelerek kiliseden bağımsız universitaslarını yani loncalarını kurdular. Böylece Paris Üniversitesi kurulmuş oldu.
REKTÖRLÜK
Zaman içinde profesörler kendi içlerinden birini eşitler arasında birinci kabul ederek temsilci seçtiler. Rektör, tüzel kişilik olan üniversitenin temsilcisi ve sözcüsü oldu. Zamanla görevleri ve yetkileri tebellür etti ve senatonun izin verdiği ölçüde üniversitenin işleyişinden ve yönetiminden sorumlu oldu.
Günümüzde de köklü üniversitelerde durum böyledir. Birçok profesör akademik çalışmalarına mani oluyor diye yönetici olmak istemez. Çoğu kere dekan bulunmaz ve birine görev zorla verilir. Çünkü paye olarak ilim rütbesi rütbelerin en yücesidir ve rektörlük dahil hiçbir makam onun üstünde değildir. Ama bizdeki uygulamalar maalesef tarihsel gelişim ve gelenekle pek uyumlu değil.
REKTÖRÜN AKLI YANINDAKİLERİN AKLI KADARDIR
Bir arkadaşım üniversitesinde olup bitenleri anlatınca üniversite geleneğini düşündüm ve nerelere savrulduğumuz görünce çok üzüldüm.
Arkadaşımın anlattığına göre rektör yardımcılarından biri öğretim üyelerine bağırıp çağırıyormuş. En basit konularda bile sesini yükselterek konuşması herkesi rahatsız ediyormuş ama kimse de bir şey demiyormuş. İte dalaşmaktan çalıyı dolaşmak yeğdir diyerek gördüklerinde yönünü değiştiriyorlarmış.
Hiçbir yönetim ve üniversite tecrübesi olmayan bir diğeri kendisini herkesten çok biliyor sanacak kadar cehl-i mikab imiş. Rektör yardımcısı olduğu andan itibaren kendisini üniversitenin en akıllısı olduğunu zannediyor, uzmanlığa saygının en çok gösterilmesi gereken kurumda kendisine çok uzak alanlardaki hocalara bile akıl veriyormuş.
Hem cahil hem kaba yardımcıları duyunca aklıma Mesnevi'den bir hikaye geldi.
Bir ejderha bir ayıyı neredeyse yutuyordu. Aslan gibi kuvvetli bir adam geldi, ayıyı ejderhanın elinden kurtardı. Ayı, aslan gibi olan adam ile bir olup ejderhayı öldürdü. Ne zaman bir yerde mazlum feryat etse, onu kurtaracak bir aslan ortaya çıkar.
Ayı, kendisi kurtaran bu adama karşı minnet duydu, kendini borçlu hissetti. Nereye gitse peşinden gitti ve onunla arkadaş oldu. Yoldan geçen biri niçin ayı ile dolaştığını sorunca o da ejderha ile olan hikâyeyi anlattı. Bunun üzerine yoldan geçen adam ayıyı kurtaran adamı uyardı ve ayı ile dost olunamayacağını söyledi. Bırak şu ayıyı da gel beraber arkadaşlık yapalım, dedi.
Dedi ama adam bu lafların kendisine kıskançlıktan söylendiğini düşündü. Ayının sadakatı geldi aklına. Ayı ile arkadaşlığına devam edeceğini söyleyince adam son kez uyardı:
- Ey şerefli adam! Ben bir ayıdan daha aşağı değilim. Onu terk et, seninle arkadaş olayım. Senin için endişeleniyorum. Ne olursun, o ayı ile ormana gitme, diye adeta yalvardı.
Ama adamın söyledikleri aslan gibi adama tesir etmedi, bir kulağından girdi, öbüründen çıktı ve ona dönerek;
- Beni yalnız bırak, uykum var. İzin verirsen uyayacağım, dedi. Adam sözlerinin kâr etmediğini görünce üzgün bir şekilde oradan ayrıldı. Aslan gibi adam ise tanımadığı birinin bu kadar ısrarcı olmasına şaşırdı ve onun kendisine zarar vermesinden korktuğu için uykuda kendisini beklemesi için ayıdan ricada bulundu.
Adam uyudu ve ayı da başında bekledi. Derken bir sinek ortaya çıktı ve adamın yüzüne yaklaşınca ayı sineği kovdu. Sinek yine geldi, ayı yine kovdu. Ne yaptıysa sineği adamdan uzaklaştıramadı. Sinek adamın yüzüne konunca yerden büyükçe bir taş alıp sineği öldürmek için vurdu. Sineği öldürmüştü öldürmesine ama bu arada adamın yüzü de paramparça oldu, bir daha uyanamadı.
Böyle kaba ve cahil adamlar hikayedeki ayı gibidir. Biri kaba diğeri ahmak olan yöneticiler ayının adamı öldürmesi gibi rektörü öldürür. Böyle adamlar şairin dediği gibi;
Yıkar bir günde neccâr ettiğin bünyâdı bir yılda
Bu gibi adamların değil yönetici, hoca bile olmaması lazım.
Bir rektörün aklı ve tecrübesi kendisine seçtiği yardımcıların aklı ve tecrübesi kadardır.
REKTÖRLÜK GEÇİCİ HOCALIK BAKİ
Maalesef ülkemizde kimi rektörler üniversiteleri babalarının mülkü, öğretim üyelerini de memuru ve kölesi gibi görüyorlar ve onlara bağırma, hakaret etme hakkını kendilerinde gördükleri gibi keyiflerine göre soruşturma açarak yıldırıp korkutarak tehakküm etmeye çalışıyorlar.
Oysa birkaç yıl sonra süreleri bitecek ve bölümlerine dönecekler. O vakit yüzlerine kimse bakmadığı gibi insan içine çıkamayacaklar, yakın gördüklerine "bu insanlar beni niye istemiyorlar, sevmiyorlar" sorusunu soracaklar. Çünkü üniversite hocası olmak, yönetici olmak için gerekli akademik ve idari tecrübeye sahip olmadıkları gibi ahlaki ve insani meziyetleri de yetersiz. Nabi merhumun;
Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz
Beytinden de bihaberler. Oysa şairin;
Dâr-ı dünyâ bir misâfirhânedir kim her gelen
Âh şâhım yazdı gitti safha-i dîvârına
dediği gibi duvarına ne yazacağını düşünmeli, nöbetini savdıktan sonra hayırla yad edilenlerden olmayı aklından çıkarmamalıdır.
Normal bir üniversitede böyle şeyler olmaz, olmamalı. Rektör öğretim üyelerine karşı son derece saygılı bir üslupta hitap etmeli. Kendisinin de onların içinden çıktığını, bir süre sonra tekrar onların arasına karışacağını unutmamalı. Eşitler arasında birinci olduğunu ve görevinin öğretim üyeleri ve öğrencilerinin sorunlarını çözmek olduğunu aklından çıkarmamalı.
Sevineceğimiz husus böylelerinin sayıca çok az olması. Buna da şükür.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.