İçimizdeki Boşluk “Açgözlülük”
Dini kaynaklarımızda "hırs" kavramıyla ifade edilen açgözlülük, insandaki doyma bilmeyen tutkular için kullanılır. Bu tutkular ya mal, mevki, şöhret, ilim gibi maddî veya manevi imkânları elde etmeye yöneliktir ya da daha genel olarak belli bir amacı gerçekleştirme hususunda kişinin bütün benliğini saran şiddetli arzuyu ifade eder. Olumlu anlamdaki tutkulu olma hâliyle insanı tüketen hırslar arasındaki fark, konu başlığımızdan da anlaşılacağı üzere, nerede duracağını bilmeyen, doyma bilinci oluşmamış bir açgözlülüktür.
Açgözlülük; insanın onur ve şerefini koruyacak kadar kazanca sahip olması, dünyayı imar etmek için üretilen bilgi, sanat ve siyasete dair hedeflerinin ve çalışma arzusunun olması, genel olarak insanlığın ve özelde de Müslümanların huzur, refah ve iyiliği için yapılması gerekenler konusunda azimli ve tutkulu olması gibi olumlu anlamdaki hırstan tamamen farklıdır. Açgözlü insanın bir doyum noktası olmadığı için ulaştığı nimetlerle yetinemez, şükredemez. Hangi konuma gelirse gelsin gözü hep yukarılardadır, hep eksiklik duygusuyla yaşar. Bu açıdan bakıldığında, korkunç bir yetersizlik duygusunun kıskacında çile çekmektedir. Açgözlülüğün ilacı, ne kadar hırsla gayret ederse etsin ulaşabileceği bir son nokta olduğunu bilmek, bu noktanın kaderle ilişkisini anlamak ve bütün bu sınırlarla barışarak tam bir tatmin demek olan rıza mertebesine varmaktır. Yaygın bilinen adıyla kanaat, yani kişinin ulaşabildikleriyle yetinmesi demek olan bu mertebe, tembellerin kendini teselli mertebesi değil, âlemde kendi yerini ve değerini bilip kabullenmekten doğan yüksek bir bilinç mertebesidir. Açgözlü insanlardaki iticiliğin tersine bu doyuma ulaşmış insanlar çevrelerine huzur yayar, bulundukları konumu tam olarak doldurur ve anlamlı bir hayat sürerler.
İslam ahlakçıları, insanın açgözlülükten korunabilmesi için kendi kapasitesi hakkında gerçekçi tespitlerde bulunmasının ve kaderde çizilen sınırlarla barışık olmasının altını çizerler. "Eğer istediğin olmuyorsa olabilecek şeyleri iste" diyerek, insanın hedefleri konusunda gerçekçi olması ve isteklerine bir sınır çekmesi gerektiğini, aksi hâlde kendisine eziyet etmiş olacağını söylerler. Hırsızlık, dilencilik, yolsuzluk, sahtekârlık gibi haksızlık ve zulüm içeren pek çok günahın temelinde doymak bilmeyen açgözlülüğün yattığını vurgularlar.
Açgözlülük aslında insanın eğitilmemiş doğasında var olan bir duygudur. Peygamberimiz bu gerçeği "İnsanoğlunun bir vâdi dolusu altını olsa, bir vâdi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz…" (Buhârî, Rikak, 10; Müslim, Zekât, 116-119) diyerek ifade etmiştir. İslam eğitimcileri bu gerçeğe dayanarak çocuk eğitiminde dürtülerin kontrol edilmesi meselesine öncelikle önem vermişler ve çocuktaki en güçlü dürtü olan yemek konusunda edebe uygun hareket etmeyi öğrenen çocuğun ileride diğer dürtülerini de kontrol etmekte zorluk çekmeyeceğini söylemişlerdir. İnsanın yeme-içme, cinsellik gibi temel dürtülerinde dengeyi sağlaması demek olan iffet de bu açıdan açgözlülüğün zıddıdır. İffetli ve kanaatkâr insanın ahlakıyla açgözlü ve doyumsuz insanın karakterini kıyaslamak, nerede olmayı seçeceğimiz konusunda iyi bir fikir verebilir.
Bu arada unutmamamız gereken bir husus da doyumsuzluğun çoğu kez erken çocukluk döneminde şekillenmeye başlamasıdır. İçlerindeki büyük ve bir türlü doymak bilmeyen bir boşluğu doldurmaya çalışan bu insanlar aslında şefkatle yaklaşılması gereken bir sorunun pençesinde, sonu gelmez bir kısır döngüde kendilerini tüketmektedirler. Onlar sürekli kendilerini başkalarıyla kıyaslayarak yetersiz olduklarını düşünen, kıskançlık ve rekabet duygularıyla baş etmek için devamlı diğerleriyle yarışan, sahip olduklarını asla yeterli görmeyen, şükür ve kanaatin huzurunu hiç tadamayan, hep "daha fazlası" için planlar yapan, kısacası elde ettikçe daha fazlasının peşinden koşan huzursuz ruhlardır. Kaybetme ve geride kalma korkusuyla hareket ederler. Bu sonsuz çabanın asla dolduramadığı boşluk hissiyle yaşamak son derece acı vericidir.
Gazali, insanın manevi yapısında etkin olan güçleri dört başlıkta ele alır. Buna göre insanın nefsani dürtüleri öfke ve şehvet olmak üzere ikidir. Öfkeyi kurda, doymak bilmeyen şehvetleri ise domuza benzetir. (Burada şehvet tabirinin mesela oburluğu da içine alan geniş anlamıyla her türlü hırsı ifade etmek için kullanıldığını belirtelim.) Bu iki gücü insan kendi içinde hazır bulur. Bunlara ilaveten şeytan ve melek de insana dışarıdan tesir ederek onu kendi yollarına sevk etmek isterler. Akıllı insan kurdu domuza musallat ederek öfke gücünü hırsları kontrol altında tutmak için kullanır. Gazali'nin tespitiyle hırs, nefsin körleşmesi ve sonsuzluğu yanlış yerde aramasıdır. Ona göre nefsin dünya ile doymaya çalışması, susuzluğu deniz suyuyla gidermeye çalışmak gibidir. Bu korkunç hataya düşmemek için Allah'tan gelen ruhun dünya ile tatmin olmayacağını akıldan çıkarmamak gerekir.
Bu konuda en güçlü uyarı "Kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." (Ra'd, 28) ayetidir. Dikkat edilirse ayette geçen itmi'nan tabiri yatışmak, huzur bulmak anlamlarındadır ve doyumsuzluğun ilacının Allah'ı hatırlamak olduğunu söyler. Allah'ı hatırlamak görüşümüzü keskinleştirir, böylece asıl olanla tali olan, kalıcı olanla geçici olan, önemli olanla önemsiz olan arasındaki farkı kaybetmeyiz. O nedenle ne zaman içimizde bir boşluk hissetsek nerede olursak olalım hemen Allah'a dönmeli ve bir cümleyle olsun O'nu zikrederek bağlarımızı tazelemeliyiz. Namazın gün içine yayılmış olmasına ilaveten günlük zikir ve tesbihatlar da içimizdeki boşluğu aldatıcı çerçöple doldurmaya ve böylece bizi Allah'tan uzaklaştırmaya çalışan şeytana karşı en önemli teçhizatımızdır.
Fatma Bayram
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.