Arama

Necip Fazıl'ın “senaryo roman”ları

Necip Fazıl, “Anladım işi, sanat, Allah’ı aramakmış / Marifet bu, gerisi yalnız çelik ‐ çomakmış…” dizeleriyle “Allah’ı aramak” olarak özetlediği sanat anlayışı içerisinde, bütün edebî türlerde eser veren çok yönlü bir şahsiyetti. Daha çok şair kimliği ile ön plana çıksa da, düşüncelerini senaryolarıyla da ortaya koydu ve bu türdeki eserlerine “senaryo roman” adını verdi. Eserlerinden bir bölümü ise sinemaya aktarıldı.

Necip Fazıl’ın “senaryo roman”ları
Yayınlanma Tarihi: 25.5.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 03.05.2021 13:33

Şiirlerinde olduğu gibi sinema eserlerinde de yoğun mesaj ve felsefe bulunan Necip Fazıl'ın dekor ve mekâna da çok önem vermesi, birçok yapımcı ve yönetmeni "Necip Fazıl'ın eserini filme çekmek çok yönlü cesaret ister" görüşüne inandırdı. Nitekim Fazıl'ın eserlerinden bir bölümü sinemaya aktarıldı. Bunlar, Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih, Yangın Var [1], Zehra, Çile, Diriliş, Bir Adam Yaratmak, Reis Bey, Mü'min ile Kâfir, Siyah Pelerinli Adam ve Mukâddes Emanet'tir.[2]

Necip Fazıl, Abdülhakim Arvâsi ile tanıştıktan sonra sanatını Allah'ı aramak" olarak özetler: "Anladım işi, sanat, Allah'ı aramakmış; / Marifet bu, gerisi yalnız çelik ‐ çomakmış…"

OKUNSUN DİYE KALEME ALINAN SENARYO ROMANLAR

Fazıl'ın, eserlerine yalnızca 'senaryo' demekle yetinmemesi, 'roman' olarak sunmasının nedeni ise onları adeta okunsun diye kaleme almasıdır. Necip Fazıl'ın "senaryo roman" dediği ve bazı araştırmacıların romanlarına, bazılarının tiyatrolarına ilave ederek bahsettiği senaryo eserleri yarım kalan ve ölümünden sonra En Kötü Patron'la birlikte yayımlanan Battal Gazi'yi de sayarsak toplam on adettir.

Bunlar; Vatan Şairi Namık Kemâl, Deprem (Çile), Villa Semer, Canım İstanbul, Kâtibim, Sen Bana Ölümü Yendirdin, En Kötü Patron, Battal Gazi, Ufuk Çizgisi, Son Tövbe'dir.

Bu eserlerden Vatan Şairi Namık Kemâl 1944'te yayımlanır; Battal Gazi hariç diğerleri 1972'de kaleme alınır. Önce Senaryo – Romanları‐I ismiyle Sen Bana Ölümü Yendirdin, Deprem (Çile), Kâtibim, Canım İstanbul senaryoları yayımlanır. Diğerleri ise bu kitabın devamı olarak yine 1972'de neşredilir.

Senaryo Romanları 1986'da önce tek kitap olarak, 2009'dan sonra da Büyük Doğu yayınları tarafından yedi kitap halinde yayımlanır.

TOHUM

Tohum, Necip Fazıl'ın ilk tiyatro eseri olup 1935 yılında kaleme alınır. Eser, maddeye verilen sahte gücün madde ötesiyle istirkabını (rekabetini), işin ukubete vardırılmasının iptalini ve ruhun zaferini anlatır. "Tohum"u bitirdiğini söyleyen Necip Fazıl oyuna gelen seyircilerin azlığını gördükten sonraki düşüncelerini de şöyle açıklar: "Sırf kemmiyet ölçüsüyle benzetelim ve aradaki keyfiyet farkını tenzih ederek belirtelim ki piyesin her bitişinde tiyatrodan çıkan halk, cemaati bir kaç kişilik bir mescid boşalıyormuş hissini veriyordu insana…"

SİNEMA SENARYOLARI YAZMAYA YÖNLENDİREN SEBEPLER

Necip Fazıl'ı sinema senaryoları yazmaya yönlendiren sebeplerin başında 1960'tan sonra yazdığı Kumandan, Ahşap Konak, Reis Bey gibi piyeslerinin ideolojisi yüzünden İstanbul Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatroları tarafından sahnelenmemesi gelir. Düşüncelerini topluma yaymak için tiyatroyu önemli bir araç olarak gören yazar, tiyatro sahasında ideolojik engellemelere maruz kalınca sinemaya yönelir. Bu noktada Necip Fazıl'ın senaryo romanlarına içerik açısından baktığımızda onun tiyatro eserlerinde olduğu gibi millî‐manevî değerlere uygun bir içerikle bu eserlerini yazdığını görürüz.

"(…) O senaryolarında Türk halkının geleneklerine, kültürel birikimine ağırlık veren bir anlayışın örneklerini vermiştir. Doğu ile Batı arasına sıkışmış ne Batılı olabilmiş ne Doğulu kalabilmiş, âdeta iki arada bir derede kimlik bunalımı içerisindeki ülke insanına yeni yollar önermiştir. Halkın kültürel birikimi ve öz değerlerine sahip çıkarken, yıllardır yok sayılan, atlanılan manevî değerleri, moral unsurları gündeme getirmiştir. O Türk toplumunun bünyesine uymayan ithal beğeni ve ilkelerin, özden kopuşun, insanları, toplumu kişiliksizleştirip savunurken, çıkış yolu olarak yerli, Îslâmî düşünceyi göstermiştir. Bu anlamda NFK sinemada kendine bir misyon biçmiş, sinema için senaryo üreten değil, davası için senaryo üreten bir sanatçıdır."[3]

BEYAZ PERDEYE AKTARILAN ESERLERİ

Nitekim Fazıl'ın eserlerinden bir bölümü sinemaya aktarıldı. Bunlar, Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih, Yangın Var, Zehra, Çile, Diriliş, Bir Adam Yaratmak, Reis Bey, Mü'min ile Kâfir, Siyah Pelerinli Adam ve Mukâddes Emanet'tir.

Yücel Çakmaklı 1972 yılında Kısakürek'in 'Deprem' isimli öyküsünü Çile ismiyle filme aldı. Çile'de Hülya Koçyiğit, Yalçın Gülhan ve Hulusi Kentmen gibi popüler isimler oynadı. Koçyiğit, Altın Koza'da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü aldı. Çakmaklı yine aynı yıl, Necip Fazıl Kısakürek'in 'Senaryo Romanlarım' adlı kitabındaki 'Sen Bana Ölümü Yendirdin' adlı hikâyeden yola çıkılarak "Zehra" filmini çekti.

Reis Bey (1990)

Kanun maddelerini acımasızca uygulamaya çalışan bir ağır ceza hâkiminin, yanlış bir karar sonucu içine düştüğü bunalım ve bütün değer yargılarının alt üst oluşu. Büyük edebiyat adamı Necip Fazıl’ın aynı isimli tiyatro eserinden uyarlanan film, Ünlü yönetmenin sinemaya başlarken hayatımın eserlerinden biri dediği çalışmalardan biri.

Yangın Var – Eski İstanbul Kabadayıları (1960)

Film vizyona girmeden önce yapımcının baskısıyla bazı sahneler filmin yönetmeni Lütfi Akad'a danışılmadan değiştirildi. Bir iddiaya göre Muharrem Gürses tarafından çekilen birkaç sahne filme eklendi. Meslek ahlakına ters düşen bu davranış yüzünden Türk Sinema Sanatçıları Derneği genel sekreteri, Metin Erksan tarafından bir bildiriyle protesto edildi.

Filmin jeneriğinde, "Osmanlı İmparatorluğu zamanında Tulumbacılık dedelerimiz için bir yangın söndürme teşkilatından başka kabadayılık, efendilik ve spor mevzuu idi. Bu film onlara ithaf edilmiştir" notu bulunmaktadır.

Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih (1950)

Parmaksız Salih, Necip Fazıl Kısakürek'in Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih adlı tiyatro oyunundan uyarlanarak Faruk Kenç tarafından yönetilen 1950 yapımı Türk filmidir. Filmin konusu şöyledir: Haddehaneli Salih, Beyoğlu'nda kumarhane işletir. Kumar yüzünden donanmadan atılıp hapis yatar. Eşini kaybettikten sonra çocuğunu komşusuna bırakıp Mısır'a gider. Burada kumardan kazandıklarıyla zengin olur ve İstanbul'a dönerek çocuğunu arar.

Zehra (1972)

Filmin senaryosu Necip Fazıl Kısakürek'in "Sen Beni Ölümden Döndürdün" adlı öyküsünden uyarlanmıştır. Filmde, Zehra'nın kocası Murat için yaptığı fedakârlık konu edilir. Zengin bir ailenin kızı olan Zehra, şehirde büyümüş, eğlence hayatından hoşlanan biridir. Kızının arkadaş çevresinden memnun olmayan babası Mümtaz Bey, kızını bir süreliğine köye götürür. Zehra, bu duruma oldukça üzülür. Köyde tanıştığı müzisyen Murat ile gün geçtikçe köye alışmaya başlar. Bu tanışma zamanla aşka dönüşür ve kısa sürede evlilikle sonuçlanır. Bu birliktelik Murat'ın geçirdiği bir kaza sonucu kör olmasıyla bozulur. Murat, Zehra'yı bir süre sonra terk eder. Zehra ise Murat'tan ayrılmamak için büyük bir fedakârlık yapmak zorunda kalacaktır.

Bir Adam Yaratmak (1978)

Eser, bir tiyatro yazarının geçirdiği büyük ruh çilesini anlatır. Ölüm korkusu, sanatın çilesi, kader, cinnet konularına değinir. Konusu "meçhul bir tarihte, İstanbul'da" geçen filmin karanlık, boğucu bir atmosferi vardır. Necip Fazıl aralıklarla iki yıl süren bir çalışma sonucunda eserini tamamlamıştır. Bir tiyatro oyunu olarak kaleme alınan film Yücel Çakmaklı tarafından sinemaya uyarlanmıştır.

Fazıl, "Bu eserimi, bugüne kadar vücuda getirdiğim eserler içinde en bağlı olduğum eser biliyor ve öylece bildirmek istiyorum" dediği "Bir Adam Yaratmak" eseriyle ilgili iddiasını şu sözlerle açıklıyor:

"Öyle bir eser yazıyorum ki dünya ölçüsünde olmak iddiasındadır. Muvaffak olabilirim veya olamam. Mesele orada değil, eserim kötüyse dünya mikyasında kötü, iyiyse yine dünya ölçüsünde iyi olmalı. Bu tehlikeli riske giren ve işi bu ölçüde alan benim. Onun içindir ki gerek vak'a, gerek fikir bakımından kollarımın bütün kucaklaşma kabiliyetiyle dâvâma sarılmış bulunuyorum. Dediğim gibi bize göre, Türkiye'ye göre, mevcut nisbet unsurlarına göre iyi eser diye bir mülâhaza kabul etmiyorum. Ya dünyaya göre iyi, ya kötü."

Çile (1972)

Filmin senaryosu Necip Fazıl Kısakürek'in Deprem adlı öyküsünden uyarlanmıştır. Filmde, birbirini seven Kenan ile Elif'in aşkı konu edilir. Kenan av için gittiği ormanda bir kaza geçirir. Hastanede hemşirelik yapan Elif, şans eseri Kenan'ı bulur ve hastaneye kaldırır. Uzun süre hastanede tedavi gören Kenan ile Elif arasında bir aşk başlar. Kenan Elif'e evlenme teklif eder. Ancak Kenan'ın kız kardeşi ve eski sevgilisi buna engel olmaya çalışacaktır.

Siyah Pelerinli Adam (1992)

Filmde, bir adamın şeytanla arasında geçen mücadele konu edilir. Bir şair, gece geç saatlere kadar şiir yazmakla uğraşır. Bir ara elektrik kesilir ve mumu biter. Ev sahibine mum almak için gider. Eve dönerek çalışmaya devam eder. O esnada kapı hızla çalınır. Kapının önünde bir adam "senin beklediğin kişiyim kapıyı aç!" diye seslenir. Şair, ilk başta açmak istemez ama adamın ısrarı üzerine dayanamaz. Karanlıkta yüzünü göremediği pelerinli bir adam gelmiştir. Şair tanımadığı bu kişiden ürker. Ancak bir süre sonra adamın konuşmalarından onun Şeytan olduğunu anlar. Şeytan'la aralarında karşılıklı bir çekişme başlar.[4]

Diriliş (1974)

Filmin senaryosu Necip Fazıl Kısakürek'in bir eserinden uyarlanmıştır. Filmde, kumara düşkün kocasını bu kötü alışkanlığından vazgeçirmeye çalışan bir kadının mücadelesi konu edilir. Osman Bey, ünlü kumarbaz Altın Kol Murat ile oynadığı kumarda bütün mal varlığını ve kızı Zeynep'i kaybeder. Murat, kumarda kazandığı Zeynep'i yaptığı türlü oyunlarla kendisine âşık eder. Zeynep, Murat ile evlenmek istediğini söyleyince Osman Bey buna karşı çıkar. Ancak kızına Murat'ın gerçek yüzünü anlatamadan trafik kazasında ölür. Bir süre sonra Zeynep ve Murat evlenir. Daha evliliklerinin ilk akşamında Murat, kumar oynamaya gider. Fakat Zeynep her şeye rağmen ondan vazgeçmeyecektir.

Mü'min ile Kâfir (1992)

Necip Fazıl'ın aynı adlı eserinden uyarlanan filmde, iki arkadaşın inanç üzerine yaptığı tartışmalar konu edilir. Kenan, Allah'ın varlığına inansa bile dinlere mesafeli yaklaşır. Bu düşünceleriyle ilgili biriyle konuşmak ister. Bir gün camiye gider. Dua eden Mehmet'le karşılaşır ve tanışırlar. Ona inanç ile inançsızlığı karşılaştırmak istediğini söyler. Bu konulara çok hâkim olan Mehmet, Kenan'la arkadaşlık yapmaya başlar. Böylece iki arkadaş her gün buluşarak din ve inanç üzerine sohbet ederler. Mehmet, Kenan'ı birçok konuda ikna etmeye çalışırken, ikili arasında beklenmedik bir olay yaşanacaktır.

FAZIL'IN TAMAMLANMAMIŞ OYUNLARI

Necip Fazıl'ın bilmediğimiz, okumadığımız iki oyunu daha var: Sır (1946) ve Kumandan (1971)… Büyük Doğu'da tefrika edildi ama tamamlanmadı.

Kumandan oyunu özeti

Kumandan oyununda olay, bir denizaltında geçer. Ana karakterler ise, sağlam karakteri ve ağırbaşlı hareketleri ile çevresinden takdir toplayan Yüzbaşı ve her zaman Yüzbaşı'nın gölgesinde kalmış, zaaflarından kurtulamamış olan Teğmen. Bir görev esnasında, denizaltı bozulur. Yardım çabaları her defasında sonuçsuz kalmıştır. Artık sadece 3 saatlik oksijene sahip olan denizaltındaki görevliler panik olurlar. Yüzbaşı onları sakinleştirmeye çalışır. Teğmen ise, ölüm karşısında sağlam bir duruş sergileyemez. Üstelik Yüzbaşı'nın bu durumda daha sakin olmasını sağlayan Allah inancı konusunda da daha önce neredeyse hiç düşünmemiştir. Oyun esnasında, bir önceki gün yaşananlara da parça parça tanık olur seyirci. Teğmen'in nişanlısı ve kız kardeşi Yüzbaşı'na hayrandırlar. Öyle ki, nişanlısı nişanı atar, Yüzbaşı'na olan aşkını itiraf eder.

Bu yönüyle Kumandan, bir yandan olay örgüsüyle izleyiciyi meraklandıran, bir yandan da insan olmanın getirdiği zaaflarla dalga geçen bir oyun.

Sır oyunu özeti

İkinci yarım kalmış oyun olan "Sır" ise, tam anlamıyla bir sır. Oyunda, bir Başyücelik Devleti ve bu devletin Başkomutanı görülür. Başkomutan, çok gizli bir iş için, aynı zamanda damadı olan Yüzbaşı'yı uzaklara göndermek üzeredir. Geride kendi öz kızını ve henüz doğmamış olan torununu bırakma pahasına damadını yollayacağı bu görev, devletin bekası için gereklidir. Üstad, bu oyunda farklı bir tarz da denemiş. Oyunun başında gördüğümüz Koro, Yeşiller gibi sembolik anlatımların dışında, kesik baş gibi seyirciyi sarsacak iddialı görseller de mevcut. Oyunun sonu hakkında bir fikir yürütmek oldukça zor. (Dünyabizim, Üstadın tamamlanmamış oyunları)

NECİP FAZIL'IN SİNEMA HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ

Fazıl, Bâbıâli ile O ve Ben adlı hatıralarında tiyatro yaşamından bahsederken sinemaya hiç değinmez. Onun sinema hakkındaki görüşleri İdeolocya Örgüsü adlı eserinde yer alır. Necip Fazıl, senaryo romanlarını tıpkı tiyatroları gibi hayatının İslâmî evresinde yazar. Bu nedenle, İslâmî öze uygun bir sinema sanatının hayâl ettiği İslâm inkılabında vasıta olarak kullanılabileceğini düşünür. İdeolocya Örgüsü'nde sinemayı bu vasıtalardan biri olarak sayar:

"Dış vasıtaların başında, bütün şubeleriyle güzel sanatlar (bilhassa edebiyat, tiyatro, sinema), yayın yolları (gazete, mecmua, kitap), telkin kürsüleri (konferans, vaaz, sohbet), kültür teşekkülleri (her köşede bir kulüp) ve İslâm sermayesine yön ve hareket verici mihraklar…"[5]

BATI ÜLKELERİNDEN GELEN FİLMLERE TEPKİSİ

Necip Fazıl, Batı dünyasından gelen filmlerin cinayet, fuhuş, hırsızlık gibi toplumun ahlâkını bozan içerikleri yüzünden yasaklanması görüşünü savunur. "Başyücelik Emirleri ‐ Sinema" kısmında sinema sanatına kendi dünya görüşü bağlamında bir çerçeve çizer. Bu noktada o, en başta sinemanın devlet kontrolü altında varlığını sürdürmesi görüşündedir: "Bundan böyle sinema, yerli ve ecnebi bütün nevileriyle, kat'î devlet murakabesi altına geçecektir." Böyle bir denetim mekanizmasını gerekli görmesinin sebebi Batı ülkelerinden gelen filmlerin İslamiyet'e ve ahlâka aykırı unsurlar içermesidir:

"Batı dünyasının, hain bir ticaret gayesiyle bütün tefessüh mikroplarını, en kesif mikyasta, çerçeve çerçeve bir film kordelâsının içine yerleştirilmiş olarak cihana yayan ve tek çerçevesi atom bombasından daha tehlikeli olan cinayet, hırsızlık, rezalet, fuhuş, macera ve başıboşluk filmleri kat'î olarak yasaktır.

Amerika ve Avrupa'dan ithal edilen filmler, ancak ictimaî, ruhî, ahlâkî, terbiyevî, talimî, bediî bir fayda temsil ve bir hikmet ve ibret telkinine mevzu teşkil ettiği nisbette kabul olunmak talihine maliktir. En küçük menfî tesirin (ki Garp ve dünya sinemacılığının binde dokuz yüz doksan dokuzu böyledir) yayıcısı olan filmlere hiçbir suretle müsaade edilemez."[6]

GENÇLERİN AHLAKINI BOZACAK UNSURLAR

1940 yılında yazdığı "Film Murakabesi" adlı yazısında Türk halkının millî‐manevî değerleri yeni nesillere aşılamakta başarısız olduğunu belirten Necip Fazıl, yabancı sinema eserlerinin bunun aksi yönde bir başarı göstererek gençlerin ahlakını bozacak unsurlara sahip olduğunu belirtir. Bu unsurları şöyle sıralar:

"Cematlaşma, nebatlaşma ve hayvanlaşma misali (Tarzan)lar; bütün kanun ve nizam müeyyidelerinin aksülâmelleri (Gangster) tipleri; insan zekâsını sadece desise ve hıyanet örsünde pekleştiren casusluk ve dolandırıcılık örnekleri; en kaba mânada behîmilik arması, çıplak bacak, geniş kalça ve baygın göz; her biri yüzlerce müride malik asrî tekkelerden."[7]

BÜYÜK DOĞU İNKILÂBI

Fazıl, 1977'de tiyatro ve sinemanın gidişatıyla ilgili kendisine sorulan bir soruya buna benzer bir şekilde şöyle cevap verir: "Sefaletin son mertebesinde buluyorum! İşte bu noktada hakkiyle karamsarım! Ne eser, ne yazar, ne tenkitçi, ne zevk, ne çile, ne estetik anlayış… Umumi fikir (dekadans)ımıza, ruh inhitatımıza ne kadar da denk!..."[8]

Bu şekilde yaşadığı dönemdeki sinema eserlerini beğenmeyen Necip Fazıl, "Büyük Doğu İnkılâbı"nın gerçekleşmesiyle birlikte sinemaya yeni bir soluk geleceğini sözler:

"Bu nisbette titiz ölçülerde anlaşılması gereken nokta şudur ki, Büyük Doğu inkılâbı, en büyük mikyasta kıymet ve ehemmiyet verdiği sinema şubesini de bizzat himaye ve teşvik edeceği ve herbiri yepyeni bir buluş ifade edecek olan yerli filmlerle canlandırmak dâvasındadır.

Dâvanın en dokunaklı telkin kürsülerinden biri olan sinemayı, devletimiz, bugünkü örneklerin yüzde yüzüne birden şâmil bir ölçüyle bütün kötülüklerden ayıklayıcı ve bütün iyiliklerle yeni baştan kurucu bir anlayış emrinde imha ve ihya edecektir."[9]

NECİP FAZIL'A GÖRE SAN'ATKÂR NEDİR?

Türk Tiyatrosu Dergisi'nde 1937'de "san'atkâr nedir?" sorusunu cevaplayarak başladığı sözlerinde Necip Fazıl: "Evvela san'atkâr nedir? Bütün imkânların erişilmez müntehası, gayelerin gayesi, kemallerin kemali, maveraların maverası olan Allah'a doğru, sonsuz bir tekâmül yolunda giden insanoğluna mahsus ibda nev'îleri içinde en zengin ve en güzel hissenin üzerine oturmuş mahlûk. San'atkâr bir mahlûktur, fakat yaratılmak cehdinde bir mahlûk… Onun bir eseri bir de kendisi vardır. İşte san'atkâr, çok defa yaratmaya kalkıştığı tipin, yaratılmış olan ta kendisidir" der.

Derlenmiştir.
Bartın Üniversitesi Çeşm‐i Cihan: Tarih Kültür ve Sanat
Araştırmaları E ‐ Dergisi, Necip Fazıl Kısakürek'in
Sinema Hakkındaki Düşünceleri


[1] Lütfi Ö. Akad Usta tarafından 1960'ta çekilen "Yangın Var" filminin senaryosu da Necip Fazıl eserlerinden yola çıkılarak beyaz perdeye aktarılmış filmlerden biri olarak dikkat çeker.

[2] İçlerinde "Bir Adam Yaratmak" televizyon filmi/dizisi, "Siyah Pelerinli Adam" ve "Mukaddes Emanet" ise video filmi olarak çekildi.

[3] Necip Tosun, "Senaryo Romanlarım", Hece Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı, sayı: 97, Ocak 2005, s. 417.

[4] https://www.sinefesto.com/necip-fazil-kisakurekin-eserlerinden-uyarlanan-filmler.html

[5] Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2014, s. 201

[6] Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, s. 336.

[7] Necip Fazıl Kısakürek, "Film Murakabesi", Çerçeve‐1, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2010, s. 292.

[8] Kısakürek, Konuşmalar, s. 120.

[9] Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, s. 337.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN