Geçmişin temaşası: Kaybolan Osmanlı meslekleri
İzlediğimiz eski bir filmde ya da aile hatıralarının günümüzdeki kalıntıları siyah beyaz fotoğraflarda birçoğumuzun dikkatini çekmiştir. İki omzuna astığı tepsilerde yoğurt satan seyyahlar, sünnetçi berberler, balkonlardan aşağıya sarkan sepetler… Biraz daha geçmişe gittiğimizde sultanın belki de zehirlenmesini engelleyen çeşnicibaşılar, ahaliye ferman okuyan tellallar… Köklü geçmişimizin tarihi zenginliğinin içerisinde birçok meslek de izlerini bıraktı. Kimisi nihayete eren bir sonu tatmışken, kimisi de ayakta kalma mücadelesi veriyor. İşte, Osmanlı'dan bu yana kaybolmaya yüz tutmuş meslekler…
Önceki Resimler için Tıklayınız
Ok, Türklerin savaşta en büyük silâhları, okçuluk da barışta en büyük sporlarıydı. Türk boyları dünyanın dört bir yanına dağılırken ok ve yayı da beraberlerinde götürürdü. Osmanoğulları da fethettikleri her diyarda bir okmeydanı inşa ederlerdi. Fetihten sonra İstanbul'da da bir okmeydanı kuruldu. II. Bayezid döneminde buraya bir de okçular tekkesi yapıldı. Tekkede toplantı ve idman salonlarının yanı sıra hocalar için özel daireler, kemankeş denilen okçulara ücretsiz yemek dağıtan bir aşevi vardı. Ancak okmeydanında ok savurmak için okçu lisansı sayılan kabze alınması şarttı. Bunun için 900 gez (596 m) mesafeye ok düşürmek gerekiyordu.
Koşum, bir hayvanın araba, kağnı gibi araçlara ya da saban, pulluk gibi aletlere koşulmasını sağlayan kayış takımıdır. Koşumcu, çeşitli koşum parçalarını yapan kimsedir. İlk koşum takımlarına M.Ö. 4 yüzyılda Mezopotamya'da rastlanır. Günlük hayatında ve meydana getirdiği uygarlıklarda atın büyük yeri olan Türkler koşum takımlarını Orta Asya'dan beri kullanmaktaydılar. Bugün koşumculuk, koşum hayvanlarının önemini kaybetmesiyle birlikte kaybolmaya yüz tutan bir meslek haline gelmiştir.
İpekli kumaş üst gelir gruplarınca tüketilirdi. Osmanlı ipeklisi yurtdışında da büyük beğeni kazanmıştı. İpekli üretiminin ham maddesi ipek böceği kozası, dokuma sektörünün temel girdilerinden biriydi. Bursa ve çevresinde yaygındı. Kozacı, koza ticaretiyle uğraşırdı. Koza üreticisiyle ipek imalathaneleri arasındaki ticareti yürütürdü.
Ahşaptan yapılmış bir tezgâhta işlenen kutnu, ana maddesi floş olan suni ipek ve pamuk ipliğinden dokunmuş, çeşitli motif ve renklerde bir kumaştır. Türkiye'de yalnızca Gaziantep'te dokunmaktadır ve kamçılı çekme tezgâhta, mekikle dokuma tekniği kullanılarak dokunur. Kutnu Arapça'da pamuk anlamına gelir. Kutnular parlak ve mat çizgilerin yan yana gelmesiyle süslendiği gibi birçok renkli çizginin yan yana gelmesiyle de dokunur.
Osmanlı döneminde bu kumaşların daha çok Şam, Bağdat gibi Ortadoğu şehirlerinde dokunduğu ve oralardan getirildiği söylenirse de, Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında tüccarların kutnuyu Gaziantep'ten aldıkları bilinmektedir. Kutnu dokuması bir bakıma Gaziantep'in adıyla birlikte anılır diyebiliriz; öyle ki Gaziantep o yıllarda kutnu dokumacılığının merkezi durumundadır. 1900'lü yılların başında Gaziantep'te 5000'e yakın tezgah olduğu ve bu dokumacıların yanında tarakçılar, boyacılar, masuracılar, çözgücüler, apreciler (cendere), mengeneciler gibi yan işlerle beraber 20 bin kişinin çalıştığı söylenir.