Bin yıllık tarihe sırt dönüşün ilanı: Harf inkılabı
Kabulünden beri tartışılagelen harf inkılabıyla Türkler, bin yıldır kullanıldığı Arap alfabesi yerine Latin alfabesini kullanmaya başladı. Dilde sadeleşmek, Latin alfabesinin Türkçeye daha uygun olduğu ve muasır medeniyetler seviyesine çıkma gibi düşüncelerle gerçekleştirilen harf inkılabı akıllara şu soruyu getiriyor. Osmanlı bin yıldır kullandığı Arap harfleri ile yeterli kültür ve medeniyet oluşturamadı mı, Osmanlı okuryazar değil miydi? Yaklaşık 45 bin eseri olan, koca bir divan edebiyatı oluşturan Osmanlı, medeniyetin göstergesi değil mi? Harf inkılâbının tek maksadının okuma yazmanın yaygınlaştırılmasını temin olmadığını; yeni nesillere geçmişin kapılarını kapatmak, Arap kültürü ile bağları koparmak ve dinin cemiyet üzerindeki tesirini zayıflatmak olduğunu söylenir. Bu inkılapla İngiliz Tarihçisi Arnold J. Toynbee'nin deyimiyle kütüphanelerdeki bu hazineler, örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye yaramayacaktı.
Önceki Resimler için Tıklayınız
1908-1914 arası sadece İstanbul gazetelerinin günlük tirajı 100 binin epeyce üzerindeydi. 1928'de ise İstanbul ve Ankara gazetelerinin tirajı 19.700'dür. Bu, Osmanlı devrinden daha düşük bir seviye demektir.
Cumhuriyet istatistikleri 1927'de okur-yazar nisbetini % 8,1 verir. Fakat 1903 Maarif Salnamesi'ne (yıllığına) göre, nüfusun %5'i ilk mektebe devam ediyordu. Yani bu oran yeni rejimin verdiği nispet, sadece ilk mektebe devam edenler kadardır. Geriye kalan nüfusun yarısının daha evvel mektebe gittiği düşünülecek olursa, okur-yazar nispeti %50'den aşağı olamaz. 1890'da okur-yazar nispeti, Rusya'da % 17'dir. İspanya, %39; İtalya, %45; Belçika, %74; Fransa, %78; Amerika'da %89,3; İngiltere, %92 okuryazara sahipti.
Bizde okumuşların, 1911-1922 arası cephelerde eritilmesi bir yana; harf inkılâbı sayesinde "okur-yazar" kitle, bir günde "okumaz-yazmaz" hâle geldi.
İngiliz Tarihçisi Arnold J. Toynbee "A Study of History" (Tarih Bilinci) isimli kitabında harf inkılâbını değerlendirerek "Türkler harf inkılâbıyla kendi kaynaklarına el atmak husûsunda yabancılardan farksız oldular" der sonra şöyle devam eder:
"Bundan sonra Türk kütüphânelerini yakmaya lüzum kalmamıştır. Çünkü harf inkılâbıyla bu hazineler örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Ancak çok yaşlı hocalar ve ihtiyarlar, onları okumak lüzûmunu hissedecektir."
Türkiye'de okur-yazarların nüfusa nispeti, 1935'de %15; 1960'ta %32; 1970'te %46'dır. Bu da yeni harflerin okur-yazar nispetini arttırmakta yetersiz kaldığını gösterir. Bu oranın düşük olmasının sebebi, Arap alfabesinin zorluğu ve imkânsızlıklar değil; okuma-yazma istek ve ihtiyacının bulunmamasıdır. Zira normal zekâlı bir insan 3 ayda okuma ve yazmayı öğrenir. Arap alfabesinde bu müddet, Latin alfabesindekinden daha uzun değildir.
Dr. Rıza Nur harf inkılabı ile ilgili şöyle söyler:
"Bu kadar seferberlik, millet mektepleri, masraf, jandarma ile mekteplere sokmalara rağmen üç yılda ancak 1 milyon 200 bin kişiye yazı öğretebilmişler. Hâlbuki eski yazı ile okuyup yazma bilenler 900 bin kadarmış. Demek netice hiçtir. Hem de öğrenenler heceleme halinde iptidai imişler. Bu yazı işi millî, büyük bir felaket olmuştur."
Peki, Arap harfleri Türkçeyi karşılamıyor muydu? Osmanlıcanın, Latin harflerine göre zorlukları vardır, avantajları da vardır. Bazı harfler yazılır, ama okunmaz; bazıları yazılmaz, ama okunur. Alışan bir kimse için matematik gibidir. Bazı formüller kafaya yerleştirildiği zaman iş kolaylaşır. Harfler birbirine bağlı olduğu için stenografiktir; hızlı not tutmaya uygundur. Aziz Nesin'den Kenan Evren'e kadar her kesimden kişiler bu harflerle not tutarken gördük. Harfler yuvarlaktır, gözleri yormaz. Bu sebeple eskilerde gözlük takan sayısı azdı. Çeşitli yazı türleri çıkarılabilir, sanata elverişlidir. Şifreli yazı yapılabilir. Sağdan sola yazıldığı için insan dengesine uygundur. İbrani, Süryani, Hind, Göktürk, Uygur, Japon ve Çin alfabeleri de sağdan sola yazılır. Bir tek Latin alfabesi soldan sağadır. Yemen'de, okuma ve yazmanın beraber öğretildiği bir usul sayesinde, okur-yazar olmayan yok gibiydi. 1862'den sonra kurulan ilk mekteplerde bu usul tatbik olundu.
Arap alfabesine birkaç harf ilave edilerek oluşturulduğu için "Osmanlı alfabesi" de dediğimiz alfabeye – tam karşılamasa da – Peyami Safa da sıklıkla "Eski harfler", "Arap harfleri" ve "Arap alfabesi" der. Peyami Safa, harf inkılabından sonra bir okurun çocuğuna Arap alfabesini öğreti öğretmemesi sorusu üzerine şunları söyler:
"Arap harfi bilmeyen bir genç için Türk tarihinde ve Türk edebiyatında orta seviyeyi bulacak kadar derinleşmek imkânsız. Bu genç, Naima'yı, Peçevi'yi, Cevdet Paşa'yı okuyamaz. Bunun gibi el yazması, taş basması veya matbu 45 bin eserden hiçbirini okuyamaz. Koca divan edebiyatı, onun için, bir mektep kitabında veya antolojiye alınmış mostralık birkaç manzumeden başka bir şey değildir. Tanzimat'ın bütün kitaplarında, beyaz kâğıt üstünde askeri ve muntazam adımlarla yürümüş bir pirenin tersi gibi incecik lekelerden ibaret görünür: Ziya Paşa'dan Abdülhak Hamid'e kadar muasır edebiyatın hiçbir şahsiyeti ve eseri üstünde fazla duramayacak. Edebiyat-ı Cedide için de öyle. Rübâb-ı Şikeste'nin de Haluk'un Defteri'nin de Eylül'ün de şunun da bunun da yeni harflerle basılmış nüshaları yok.
Tarih ve edebiyat kadrosu dışına çıkarsak, orta bir kültür için okunması zaruri ne eserler sayabiliriz ki yeni harflerle neşredilmemiştir. Arap harfleini bilmeyen bir genç, bu kitapların hiçbirini okumamış olduğu için gündelik gazete veya haftalık mecmua okuyucusunun tam seviyesine de çıkamaz. Orada yazı yazanları anlamak için de onları yetiştiren kültür an'anesinden gelmiş olmak lazım...
Arap harfi bilmeyen gençlik ne okuyacak? Benim cevabım şu: Kaç yaşında olursa olsun, Latin harflerinden başka, bir de hususi olarak Arap harflerinin elifbesini okuyacak. Tek çare bundan ibaret. İsteyen, deminden beri yazdıklarımın tek kelimesini anlamadan bana muhafazakâr desin. Kabul ediyorum. Muhafazakâr, tarihinden ve edebiyatından haberi olmayan bir cahilden çok daha ileri bir adamdır. Çünkü taassup ve irtica, bilginin değil, cehaletin öz kardeşidir ve irticaların en kötüsü de buna inanmaktır."