Ayet ve hadislerle İslam'da 'ümmet' kavramı
Ümmet, "kendilerine peygamber gönderilmiş topluluk, kavim, her kabileden bir grup insan, her canlı cinsi, bütün iyilikleri şahsında toplamış kişi veya kendisine uyulan önder" anlamlarına gelen bir kelimedir. Literatürde ümmet kelimesine verilen birçok anlam büyük oranda Kur'an'da ve hadis rivayetlerinde yer almaktadır. İşte ayet ve hadislerin ışığında İslam'da 'ümmet' kavramı…
Önceki Resimler için Tıklayınız
🔹 Literatürde ümmet kelimesine verilen birçok anlam büyük oranda Kur'an'da ve hadis rivayetlerinde yer almaktadır. İslâm âlimleri ümmeti iki mânada kullanmıştır.
🔹 Birinci anlamda, son peygamberin gelişi ve İslâmiyet'in doğup Arabistan yarımadasının dışında duyulmasından itibaren bundan haberdar olan bütün insanları ifade eder. Bu insan kitlelerine "ümmet-i da'vet, ümmet-i belâğ" denilmiştir.
🔹 Bu anlayış Kur'ân-ı Kerîm'de geçen, Resûlullah'ın bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı, âlemlere rahmet vesilesibir elçi olarak gönderildiği şeklindeki beyanlara dayandırılmıştır.
🔹 Resûl-i Ekrem'den nakledilen bir hadiste dünya var oldukça Cenâb-ı Hak tarafından İslâm dininin sesinin çadırda, köyde ve şehirde yaşayan bütün insanlara duyurulacağı belirtilmiştir. Ümmetle ilgili bazı hadisler şunlardır:
🔹 Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
Allah katında, kulun şöyle demesinden daha sevimli bir duâ yoktur:
"Allâh'ım! Ümmet-i Muhammed'e umûmî bir rahmet ile merhamet eyle!" (Ali el-Müttakî, no: 3212, 3702)
Bir gün peygamberimiz "Allâh'ım, ümmetimi koru, ümmetime merhamet et!" diye yalvararak ağladı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:
"–Ey Cebrâil! -Rabbin her şeyi daha iyi bilir ya- (insanlar da bilsin diye) git, Muhammed'e niçin ağladığını sor." buyurdu.
Cebrâil (a.s) geldi. Rasûlullah Efendimiz O'na, ümmeti için duyduğu endişe sebebiyle ağladığını bildirdi. (Cebrâil'in dönüp durumu haber vermesi üzerine) Allah Teâlâ:
"–Ey Cebrâil! Muhammed'e git ve O'na; «Ümmetin hususunda Sen'i râzı edeceğiz ve Sen'i asla üzmeyeceğiz.» müjdemizi ulaştır." buyurdu. (Müslim, Îmân, 346)