Reîsü'l-hattâtîn Hacı Kâmil Akdik
Hat san'atı'nın büyük isimleri - 26
Eserleriyle hat târihimize imzâsını koymuş bir büyük san'atkâr olan Hacı Ahmed Kâmil Akdik, 29 Kasım 1861 günü Fındıklı'da, bugünkü Mimar Sinan Güzel San'atlar Üniversitesi'nin (eski Güzel San'atlar Akademisi) tam karşısındaki bir küçük evde doğdu. İstikbâlin bu büyük san'atkârına, kader ne kadar hoş bir oyun hazırlamışdı, bakınız: Aradan seneler geçecek ve o, ömrünün son beş yılını, hüsn-i hat hocası olarak sürdüreceği Güzel San'atlar Akademisi'nde verdiği latîf eserlerle, san'at dünyamıza her gün yeniden doğacakdı!
Küçük Ahmed, Tersâne başkâtibi Hacı Süleyman Efendi'nin oğluydu. Birkaç yıl sonra Fâtih'e taşındıkları için, ilk tahsîlini Zeyrek'de Sâliha Sultan Sıbyan Mektebi'nde sürdürürken, oranın yazı hocası ve babasının adaşı Hacı Süleyman Efendi'den hüsn-i hat öğrenmeğe başladı. İsminden başka, hayâtı hakkında bir şey bilmediğimiz bu zât, onun kalbinde yazı san'atına olan alâkayı artırdı. Zâten, eski hattatlarımız içinde ibtidaî mekteblerin meşk hocalarının ayrı mütâlaa edilmesi lâzım gelir. Zîra, onların san'at kıymetini hâiz eserleri hemen hemen yok gibidir; hattâ san'at güçleri de çok değildir. Ancak, tâlîm (öğretim) kābiliyetine mâlik bulunduklarından, yazı hususunda talebenin elinin alışmasına fazlasıyla yardımcı olur ve istîdâd sahîblerine ilerde büyük bir hat hocasından meşk almak imkânını hazırlarlar.
Fâtih Rüşdiyesi'ni bitirip (1877), Dâhiliye Muhâsebesi'ne memûriyetle girdiğinde (1881), genç hattat namzedimiz -kalem efendilerinin mahlas kullanmaları teâmülünden dolayı-asıl ismi olan Ahmed'in yanına Kâmil mahlasını aldı. Bu sırada meşhur hattat Sâmi Efendi'ye (1838 –1912) devâma başladı. Ahmed Kâmil, yazıda ilk hocasının atdığı temeller üstüne, bu yeni ve benzersiz üstâdının kâşâneler kurmasını derîn bir dikkat ve alâka içinde tâkîb ediyordu. Dört seneyi aşkın bir devâmlı çalışmanın sonunda, 23 yaşındaki hattatımız bir hilye-i saâdet yazarak, hocasından sülüs-nesih hatları için icâzetnâme aldı.
Memûriyeti 1894'de Dîvân-ı Hümâyûn Mühimme Kalemi'ne nakledilen Kâmil Efendi, orada Kâmil mahlasını -hocası Sâmi Efendi'nin arzûsuyla- Hâşim'e çevirdi. Bu devrine âid (1303-1307 hicrî yılları) Ahmed Hâşim imzâlı yazılarına rastlanır. Sonra tekrar eski mahlasına dönen san'atkârımız, yazılarında Ahmed Kâmil veya Kâmil imzâlarını kullanmağa başlamışdır.
Dîvân-ı Hümâyûn'a girdikden sonra, bu dâirede iyi bilinmesi şart olan tuğra, dîvânî ve celî dîvânî yazılarını da üstâdından öğrenen hattatımız, ertesi yıl aynı kalemin nâmenüvîsliğine getirildi (1895). Bu işde vazîfeli olan kimse, muâhedenâmeden menşûra, berâta kadar bütün resmî yazıları hazırlardı.
1909'da üstâdı Sâmi Efendi'nin Nişân-ı Hümâyûn Kalemi mümeyyizliğinden ve Hutût-ı Mütenevvia muallimliğinden emekliye ayrılması üzerine, bu vazîfeye nâmenüvîslik de uhdesinde kalmak kaydıyle Kâmil Efendi tâyîn edildi.
Kendisi icâzetnâme alışından îtibâren, gerek Fâtih'in Gelenbevi semtindeki evinde, gerekse resmî vazîfesi îcabı Dîvân-ı Hümâyûn'da hüsn-i hat öğretmeğe başladı. Eski Türk san'atlarının ihyâsı maksadıyle 20 Mayıs 1915'de açılan Medresetü'l-Hattatîn'e sülüs-nesih yazıları için muallim tâyîn edilen Kâmil Efendi'ye aynı yıl reîsü'l-hattâtîn unvânı verildi. 1918'den sonra, Galatasaray Sultanîsi'nin de rık'a hocası oldu. Millî Hükûmet'in teşkîliyle (1922) lağvedilen Bâbıâli'den emekliye ayrılan hattatımız, medreselerin kapatılmasından sonra Hattat Mektebi (1925) ismini alan hattatlar medresesindeki vazîfesine devâm etdi. Yeni harflerin kabûlünde faaliyetine ara verip 1929'da Şark Tezyînî San'atlar Mektebi ismiyle tekrar açılan bu müessesede yazı öğretilmediği için, buranın müdîrliğine getirildi. Nihayet bu mekteb de 1936 ders yılında Türk Tezyînî San'atları şûbesi olarak Güzel San'atlar Akademisi'ne bağlanınca, hüsn-i hat öğretilmesine tekrar müsâade verildi. Kâmil Akdik, vefâtına kadar san'at hayâtının en velûd ve mütekâmil devresini burada yaşamışdır.
Biri 1933'de, diğeri 1940'da olmak üzere, Prens Mehmed Ali Paşa'nın dâvetiyle Mısır'a giden Akdik, bu ülkeye aşağıda anılacak birçok san'at eseri kazandırdı. Prens'in Nil nehri üzerinde bulunan Ravza adasını karaya bağlayarak yapdırdığı Menyel Kasrı'ndaki hat müzesini, İbnülemin Mahmud Kemâl İnal (1871-1957) ile birlikde ikinci gidişinde tanzîm ve tertîb eyledi. 24 Temmuz 1941 gecesi, seksen yaşındayken Fâtih'deki evinde vefât eden hattatımız, ertesi gün Eyübsultan sırtlarındaki Gümüşsuyu kabristanına defnolundu.
Bir hat san'atkârı için en mühim iki uzuv gözler ve ellerdir. İşte Kâmil Akdik, perhizkâr geçen bir hayâtın mükâfatı olarak, ömrünün sonlarında bile ellerinin titremesi veya görme zorluğu gibi bir sıkıntı çekmeden güzîde eserler bırakmışdır. Resmî vazîfesinde, Dîvân-ı Hümâyûn teşrîfâtına göre dîvânî, celî dîvânî veya rık'a ile yazdığı menşûr, berât, muâhedenâme, tasdîknâme, mektub gibi resmî evrakdan başka, hüsn-i hat muallimi olarak hazırladığı yazı meşkleri pek çokdur. Sülüs-nesih kıt'aları (Resim-1), sülüs levhaları (Resim-2), hilye-i saâdetleri (Resim-3), murakkaaları, yazdığı tek Kur'ân-ı Kerîm'den başka bâzı sûre veya cüz'ler (En'âm, Amme, Yâsîn …) ve celî sülüsle levhaları (Resim-4) meraklılarınca revacda olup, bunlara müze ve husûsi koleksiyonlarda rastlanmakdadır. Osmanlı'nın son devrinde yeni yapılan veyâ tâmir edilen târihî binâlar az olduğu için Kâmil Efendi'nin yazdığı kitabeler de nadiren görülür (Resim-5).
Resim 1: Kâmil Akdik'in çift kıt'alı sülüs-nesih bir levhası.
Resim 2: Kâmil Akdik'in sülüs bir levhası.
Resim 3: Kâmil Akdik'in hilye biçiminde yazdığı, meleklerin ve ismi mâlûm peygamberlerin yer aldığı sülüs-nesih bir levhası.
Resim 4: Kâmil Akdik'in celî sülüs zer-endûd bir levhası.
Resim 5: Kâmil Akdik'in Topkapı Sarayı Seferli Koğuşu'nun kapısına yazdığı celî sülüs kitâbe ve çektiği Sultan Reşad tuğrası.
Altmış seneden fazla süren bir san'at hayâtı olan Akdik'e son zamânlarında hiç dinlenip dinlenmediği sorulduğunda verdiği cevâba bakınız: "Evlâdım, bunu bana bizim hanım da söylerdi. Elimden gelse uykumda da yazacağım. Bu yazının âşıkıyım. Azrâil, Allâh'ın bende olan emânetini almağa geldiği zamân, elimde şu kamış kalemi bulsa, bütün bir fânî ömrün veremediği mânevî ve ilâhî zevkı tadarım!". Hastalığı sırasında da: "Öleceğime gam yemiyorum, lâkin şu yazıyı öğrenemeden gidiyorum!" diyen merhûmun bu beyânı, onun mahviyetkârlığı kadar, hâdimi bulunduğu san'atın da nihâyetsizliğini ömrü boyunca idrâk edişinden doğmuş olmalıdır.
En fazla hoşlandığı yazı nevîleri olan sülüs-nesihle üstâdâne hat örnekleri bırakan Kâmil Efendi'nin -Sâmi Efendi mertebesine erişememekle berâber- celî sülüsle yazdığı yeri sâbit eserlerine gelince: Fâtih Câmii hazîresinde hocası Sâmi Efendi'nin ve hanımının, ayrıca Ahmed Midhat Efendi'nin; Maçka mezarlığında da Şeyh Cemâleddin Afgānî'nin kabir kitâbeleri ve Topkapı Sarayı'nda (Seferli koğuşu, Akağalar mescidi) taşa mahkûk iki kitâbe ilk akla gelenlerdir. Akdik sipâriş üzerine Kāhire'de, Prens Mehmed Ali'nin yapdırdığı Menyel Kasrı'ndaki câmi ve türbenin, ayrıca Mahmud Muhtar Paşa ve Hıdiv İsmail Paşa âilesi türbelerinin celîlerini de yazmışdır.
Eski hat üstadlarının eserlerini toplayarak onları incelemeğe çok meraklı olan san'atkârımızın, Sâmi Efendi'den sonra, "ikinci hoca ve mekteb" saydığı bu koleksiyonu, vefâtını müteâkıb, Topkapı Sarayı Müzesi'ne alınmışdır. Beğendiği yazıları evinde geceleri uzun uzun tedkîk ederek görgüsünü artırmakdan hoşlanan merhûm, bu merâkını şu nükteyle îzâh ediyor: "Yazının zevkıne varmak için, ben onunla yatmalıyım!". Nur içinde yatsın, Reîsü'l-hattâtînimiz!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.