Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Mart 17, 2020
Al-i İmran suresinin son ayeti bize neler söyler?
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Dünkü yazımızda günümüzün aktüel durumuyla birebir alakalı olduğunu düşündüğümüz bir ayetten; Al-i İmran suresinin en son ayetinden söz etmiş, geniş açıklamasını ve çıkarabileceğimiz dersleri bu yazımıza bırakmıştık.

Geliniz sözlerimize başlarken ilgili ayetin mealini bir kez daha aktaralım:

"Ey iman edenler! Sabredin ve sabırda kararlılıkta yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun (birbirinize dayanıp bağlanın), Allah'a karşı gelmekten sakının ki, başarıya/kurtuluşa ulaşabilesiniz." (Al-i İmran, 200)

SABIR NE DEMEK?

Yabancısı olmadığımız "sabır" kavramıyla başlayalım isterseniz… Sözlükler "es-sabr" kelimesi için "acıya katlanmak, zorluklara ve sıkıntılara göğüs germek" anlamlarını vermektedir. Kur'ân-ı Kerim'in sunduğu derin anlam zenginlikleriyle birlikte bu kelime, insanın bu dünya hayatında karşılaşabileceği her türlü olumsuz durum, bela ve musibetler, âfet ve felâketler, acılar ve zorluklar, dertler, hastalıklar, korkular ve her türlü sıkıntılar karşısında direnç göstermesi, şikayet etmeden tahammüllü davranabilmesidir. Hatta ibadetleri ifa ederken karşılaştığı zorluklara tahammül ve Allah'tan korkarak günahları işlememe konusunda gösterdiği ilkeli duruş da "sabır" olarak görülmektedir. Böylesine geniş bir anlam zenginliği sebebiyle Bakara suresinin 45. ayetinde ifade buyrulduğu üzere sabır, "ağır" ve "çetin" bir iştir. Bu temel özelliği yanında baktığımız zaman görünen odur ki, sabır aynı zamanda ahlâkî güzelliklerin temelidir. Nefsin arzularını frenleyebilmenin de günahlardan uzak durabilmenin ve her türlü bela ve musibetlere göğüs gerebilmenin de yegâne desteğidir.

MUSÂBERE NE ANLAMA GELİYOR?

Ayette geçen ve "sabr" kökünden gelen "musâbere" ise "sabırda kararlı olmak ve bu kararlılıkta yarışmak" demektir. Musâbere aynı zamanda "kişinin kendisiyle başkası arasında meydana gelen olumsuzluklara katlanması" ve yine "kendisine karşı direnen kimseye (düşmana) ondan daha fazla mukavemet etmesi, direnç göstermesi" anlamlarına gelmektedir.

Ayeti yorumlayan müfessirler, Allah Teâlâ'nın, müminlere hem sabırlı olmalarını hem de sabırlı olmaları gereken tüm olumsuz şartlar karşısında "sabırlarında kararlılık" göstermelerini ve olumsuzluklara katlanma hususunda adeta "yarışmalarını" emrettiğine dikkat çekmektedirler.

RİBAT NE DEMEK?

Şimdi ise yine ayette geçen bir diğer kelime üzerinde duralım: Ribât… Sözlüklerde "düşmanın geleceği yeri bekleyip korumak" anlamına gelen ribât, terim olarak "Allah yolundan ayrılmamak, düşmana karşı uyanık ve hazırlıklı bulunmak" anlamlarına gelmektedir. Aslında ribât bir anlamıyla da "düşmanın ansızın saldırmasını önlemek için atı bağlayıp hazır tutmak" demektir...

Sonradan İslam kültüründe sınır boylarında bekleyen kimseye, "nöbetçi, nöbet bekleyen" anlamında, bu kelimeden türemiş olan "Murâbıt" adı verilmiştir. Murâbıt "bir müddet nöbet beklemek için sınıra giden kimse" demektir. Kelime aynı zamanda, silâh altında bulunan; kışla ve karakollarda duran ve nöbet bekleyen askerler için kullanılmıştır.

Sevgili Peygamberimizin (sav) bir namazı kıldıktan sonra diğerini bekleyen kişiyi "murabıt" olarak nitelendirmesi üzerine İslam âlimleri, namaz gibi bir ibadetin muhafazası için nöbet bekler gibi bir şuur ve kararlılık göstermek gerektirdiğine dikkat çekmektedirler.

TAKVA İLE İSTENEN NEDİR?

Ayette geçen son emir, müminlerin Takvâ'ya sahip olmalarıdır. "Allah'tan korkmak, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı saygılı olmak, Allah'a kul olmanın şuuruyla yaşamak, Allah'a kulluğun lezzetini tüm benliğinde hissetmek…" Bütün bunlar belki de daha fazlası, Takva kavramının karşılıkları olarak görülebilir. Kur'an'ın ifadesiyle de doğumdan ölüme uzayıp giden hayat yolculuğunda kulun sahip olacağı en değerli azıktır Takvâ… (Bkz. Bakara, 197)

Ayette, sabırlı olmak, sabırda sebatkâr davranmak, kararlı bir şekilde bu işi devam ettirmek ve düşmana karşı dikkatli ve hazırlı olmak gibi önemli işleri yerine getirirken gönülde Allah korkusu, emir ve yasaklarına karşı saygı ve kulluk şuuruna da sahip olmak, kişiyi başarıya ve kurtuluşa ulaştırmanın son şartı olarak zikredilmektedir. O halde başarının, tesadüflerle değil, çaba ve gayretle, dikkat ve özenle gerçekleşen, sorumluluk bilinciyle oluşan bir durum olduğu bu ayette bizlere öğretilmiş ve hassasiyetle seçilen kelime ve kavramlarla hatırlatılmış olmaktadır.

AYETTEN ALACAĞIMIZ DERSLER NELER OLMALIDIR?

Şimdi, ayete tekrar dönüp bakmadan önce sizlerle bir bilim adamının tespitlerini paylaşmak istiyorum. Aynı zamanda Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı olan Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, basında yer alan açıklamalarında virüsle mücadelede alınan ve alınacak tedbirler konusunda aynen şunları söylemektedir:

"Bunu bir savaş gibi düşünün. Ön sıraya bir kuvveti koyarsınız. Bu en güçlü ordu olmaz. Düşmanın girmesini yavaşlatmaktır. Esas kuvvetimizi onların arkasına koyarız. Ön sırada iyi mücadele verdik, virüs bize geç geldi. Ama arka sırada tedbir almazsak biz de çok büyük salgın yaşarız. Arka taraftaki mücadele ön taraftaki mücadeleden daha zor."

Ne dersiniz? Âl-i İmran suresinin son ayeti bize bu konuda yeterince uyarıcı ve bilgilendirici bilgiler sunmuyor mu? Hiç şüphesiz ilgili ayet çok net bir şekilde adeta bize şunları söylüyor:

Bu dünya, sınavlara ve musibetlere, afetlere, felaketlere muhatap olacağınız yerdir. Başınıza gelenlere sabredin… Sabrınız sürekli ve kararlı olsun. Adeta sabırda yarışın. Düşmanınızı tanıyın ve ona karşı hazırlıklı olun. Size galip gelmesine imkân ve fırsat tanımayın. Her konuda olduğu gibi bu gibi hususlarda da başka şeylerden değil, Allah'tan korkun. Çünkü gerçek manada Allah korkusuna sahip olan kişi, birtakım sanal korkularla hayatını çekilmez hele getirmez. Allah'a kulluk şuuruyla yapın bütün işlerinizi… Sadece insanların gördüğü yerde değil, yalnızken de doğru olan yapan, yanlıştan uzak duran kişiler olun. Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın kulları olduğunuzu unutmayın. Sizi gören, sesinizi işiten, yaptıklarınızı bilen bir Yaratıcı'nın gözetiminde bulunduğunuzu hatırınızdan çıkarmayın. Şayet bunları başarırsanız, elbette ki, tüm sıkıntılarınızdan kurtuluşa erersiniz…

Bu bilinçle bakabilmeyi başarabilirsek dün (16 Mart Pazartesi) itibariyle alınan bir dizi yeni kararları, millet olarak üzerinde hassasiyetle durmamızı gerektiren önemli kararlar olarak görürüz. Yurtdışından gelenlerin karantina altına alınması, camilerde toplu halde namaz kılınmasının bir süreliğine ertelenmesi de dahil olmak üzere birçok koruyucu tedbiri, yukarıdaki ayeti dikkatle okuyarak ele aldığımızda şunu söyleyebiliriz: Başarıya ve kurtuluşa erişebilmek için sabır, sebat ve meselenin ciddiyetinin farkında olmak gibi sorumluluklarımız yanında, bu konuda hassas davranışımızın "kul hakkına riayet" ile eşdeğer olduğunun bilincine sahip olmak gerekiyor. Zira aynı zamanda geçen haftanın hutbe konusu olan "kul hakkı" kavramı, İslam dininin müminlere yüklediği en önemli değerdir. Ve Peygamberimizin ifadesiyle Müslüman, "elinden ve dilinden diğer insanların güvende olduğu/zarar görmediği" kimsedir…

Unutmayalım: Başarıya ve içinde bulunulan durumdan kurtuluşa ulaşmak için önce sabır, sonra kararlılık, ardından dayanışma içinde sabırda yarışmak ve düşmanın farkında olarak hazırlıklı olmak gerekiyor. Ve Allah başarıyı/kurtuluşu bu özellikleri taşıyanlara söz veriyor!..

Alınan tedbirlerin hayırlı neticelerle sonuçlanması ve bu belanın en kısa sürede insanlarımızın ve ülkemizin üzerinden kaldırılması niyazıyla, sağlık ve esenlikler dilerim.

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN