Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ağustos 7, 2017
Geçtiğiniz Yollara Bizden Selam Götürün… (HACC’A MANEVÎ HAZIRLIK-1)

Mübarek topraklara ve mukaddes mekânlara doğru yola çıkan hacı adaylarını uğurlama törenlerine şahitlik ettiğimiz şu günlerde gerek hacı adaylarımız gerekse gönlünde bu heyecanı hep canlı tutanlarımız için, bu yazımızda hacca manevi hazırlık konusunu ele almayı uygun gördük. Genellikle adayları bilgilendirmek maksadıyla yapılan hac seminerlerinde daha ziyade maddi hazırlıklar (aşı yaptırma, döviz temini, ilaç ve sağlık gereçleri vs.) üzerinde durulduğu için haccın manevi hazırlık boyutunun eksik kaldığını müşahede etmekteyiz. Halbuki hac ibadetini ele alırken, onun manevi ve irfâni boyutunu asla ihmal etmemek gerekir. Ele alacağımız hususlar ile umarız maksat hâsıl olur. Şimdi geliniz asırlar öncesine gidelim…

Allah Teâlâ, sadakat ve teslimiyetini meleklere örnek gösterdiği ve "Halîlim" diyerek şânını yücelttiği Peygamberi Hz. İbrahim'e bir vakit şöyle buyurdu: "İnsanlara hacca gelmeleri hususunda çağrıda bulun. Yürüyerek ya da incelmiş develerin üzerinde, bu ibadet için uzak beldelerden, derin vadileri aşarak sana gelsinler." (Hacc, 27)

Bu emri alan Hz. İbrahim, "Ya Rabbi! Kayalıklarla çevrili bu ıssız, bu çorak vadide benim sesimi kimler duyar ki, sesim insanlara ne kadar ulaşabilir ki?" diyecek olur tereddütle… Alemlerin Rabbi: "Ey İbrahim! Seslenmek senin vazifendir. Davetini insanlara duyurmak ise bana aittir." buyurur…

Şimdi bu ayet-i kerime'den yola çıkarak, asırlardır süregelen bu kutsal çağrıyı ve insanların icabetini düşünelim isterseniz...

Ne dersiniz? Eskiden yaya olarak uzak beldeleri aşanlar yanında, uzun menzilleri kat edebilecek yaratılıştaki "develeri bile zayıflatacak kadar" uzak beldelerden gelen insanları, acaba hangi cazibeydi çeken bu topraklara?..

Ya bugün?.. Yorgun develer misali külüstür otobüslerle dağları, vadileri aşarak gelen Kafkasyalı, Dağıstanlı, Çeçenistanlı fakir Müslümanları; veya Avustralya'dan, Amerika'dan, Kanada'dan, uçakla bile 24 saat süren uzun mesafelerden; çok önemli işlerini erteleyerek veya terk ederek gelen varlıklı insanları; acaba hangi kudret çekip getiriyor bu çöl kumlarıyla ve kayalıklarla çevirili mekanlara?…

Her yıl Arefe gününde, Arafat Vadisi'nde hangi güç milyonlarca insanı, aynı gün ve aynı saatlerin randevusunda bir araya getirebilir?.. Anlaşılan, her şeye kadir ve muktedir olan Allah Teâlâ'nın eşsiz kudreti tecelli ediyor ve herkes O'nun emrine işte böylesine boyun eğiyor!.

Bu noktada denilebilir ki, Hz. Mevlâ, asırlar öncesinde Peygamberi Hz. İbrahim'in yaptığı bu çağrıyı kime duyurmuşsa, kimin gönlüne bu toprakların aşkını salmışsa, kimin ismini o yılki Arafat Listesi'ne yazdırmışsa; birtakım şartlar tahakkuk ediyor ve hacı adayı mümin, o gün ve o saatte orada bulunmaya muvaffak oluyor. İşte bunun için hacılar "Rahman'ın Misafirleri"dirler, bunun için değerlidirler. O sebeple, her yılın hacca gitmeye hak kazananları, gerçekten nasipli ve bahtiyar kimselerdir. Çünkü onlar bir bakıma müminler içinden seçilen temsilcilerdir... Bunun farkında olmak ve değerini bilmek gerekir. Böylesine büyük bir nasibe nail olan bir kimsenin haccının makbul ve mebrur olup-olmaması ise ayrı bir mevzudur. İlerleyen satırlarda ona da değineceğiz inşâallah…

Ayetin devamında geçen, "Gelsinler de kendilerinin menfaatine olacak pek çok şeye şahit olsunlar…" (Hacc, 28) ifadesinden anlaşılan şudur ki, mümin ifa ettiği hac vesilesiyle kendi menfaatine olacak pek çok hususa şahit olabilir; ve türlü kazançlarla memleketine dönebilir… Bu kazançların neler olabileceği konusunda, birkaç hususu sıralamak mümkündür.

Öncelikle, kefeni andıran ihrama girer girmez bu dünyayı terk ederek adeta ahiret yolculuğuna çıkan mümin, mübarek topraklara ayak bastığında, önceden tanımadığı, rengi, dili, kültürü, giyim-kuşamı farklı nice mümin kardeşlerini görerek, Allah'ın kudretini müşahede etmekle birlikte, İslam kardeşliğinin güzelliğini de yaşamaya başlar. Hep bir ağızdan "amin" denilen namazlarda, tevhid şuurunu tüm benliğinde hisseder. Allah'ın evi olarak bilinen Beytullah Sarayı'nın hatırlı bir misafiri olarak değer görür; ve bu sarayda, cennetteki gibi bir "kardeşlik havası" içinde diğer müminlerle sürur içinde beraber olur. Safâ ve Merve arasında sa'y ederken, Hz. Hacer'i düşünür ve onun sayesinde içtiği zemzemden dolayı minnet duygularıyla, onun hemşehrisi ve ırkdaşı olan siyahi Müslümanlara saygıda kusur etmez. Ve nihayet büyük randevu gününde, Arafat'ta mahşeri yaşar… Yalın ayak, başı açık, dünyalık namına her şeyden uzak sade bir kul olarak, Mevlâ'nın huzurunda bulunmanın haşyeti ve heyecanıyla ürperir… Kabirlerinden kalkıp da "akan seller misali" mahşer meydanına sevk edilecek insanlığın bir misali olarak Müzdelife ve Mina'daki safahatı bizzat müşahede eder. Şeytanı taşlarken, Hz. İbrahim'in tâbi tutulduğu çetin sınavı bir kez daha düşünür, "ya babası ben olsaydım İsmail'in?" sorusunu kendisine sorar, tefekkürle ve tezekkürle atar elindeki her taşı…

Örnekler çoğaltılabilir, ancak asıl vurgulamak istediğimiz husus şudur ki, bütün bu safhaları bir bir yaşayan müminin, her biri bir sınav olan bu safhalarda göstereceği iki farklı tutum vardır: Ya "Takvâ" adı verilen kulluk bilinci'dir. Ya da ayette, "refes, fısk ve cidâl" kavramlarıyla bahsi edilen niyet, söz ve davranış bozukluğu'dur. İşte bunlar, kişinin ifa ettiği hac ibadetinin sonucunu belirler: Ya makbul ve mebrur bir hac ya da geriye sadece yorgunluğu kalan meşakkatli bir yolculuk

Değerli okuyucum.

Hac halkalardan oluşan bir sınavlar zinciridir. Hac süresince mümin belki günde birkaç kez sınanır ve bu sınav en az 5-10 gün bazen de 30-40 gün sürer.

Bu bakımdan, nasıl ki bir üniversite adayı, istikbalini belirleyecek büyük sınavda başarılı olmak için her gün çalışmak ve hazırlanmak zorundaysa, mümin de hac öncesi süreçte, makbul ve mebrur bir hac için işte böylesine dikkatle ve özenle çalışmak ve hazırlanmak zorundadır. Gerek ayetler ve hadisler, gerekse İslam büyüklerinin tecrübeleri bize bu konuda yardımcı olacaktır elbette… Yeter ki, bu önemli husus bizim "idealimiz" olsun.

Sonraki yazımızda makbul ve mebrur bir hac ibadeti için gereken şartlardan bahsedeceğiz. Bu mübarek yolculuğa çıkanlara sağlık ve esenlikle menzillerine vâsıl olmaları dileğiyle…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN