Arama

M.İhsan Karaman
Temmuz 24, 2017
Modern sömürgeciliğin sonuna doğru: “Afrika, Afrikalı’larındır”

Bilindiği üzere, farklı sebeplerle tarih boyunca "yetersiz üretim ve paylaşım" biçiminde ortaya çıkan yoksulluk, insanlığın karşı karşıya kaldığı sorunların başında gelmektedir. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişle birlikte ülkelerin üretim kapasitesi daha önce benzeri görülmemiş bir biçimde arttı. Sanayileşme özellikle batı toplumlarının kültürel, ekonomik ve siyasal yapılarını köklü bir şekilde değiştirdi. Bu değişimi önce yaşayanlar ile değişimi bir şekilde geç başlatanlar arasındaki fark açılarak, lehte ve aleyhte bir sürecin yaşanmasına neden oldu ve olmaya devam ediyor.

Dünyadaki maddi refah ve konfor giderek artarken, özellikle son 25-30 yıldır yeryüzündeki ekonomik faaliyetlerde etkin olan liberalleşme ve küreselleşme olgusu ile birlikte yoksulluk daha da yaygınlaşmış ve derinleşmiştir. Ülkeler arasında ve ülkeler içinde eşitsizliği ve adaletsizliği arttıran küreselleşme politikaları, yeryüzünün hâkim hegemonyası haline gelmiştir. Eşitsizliği ve adaletsizliği daha da vahim hale getiren sosyal olgulara ise, göç ve mültecilik olgusu, yıkımlar, salgın hastalıklar, savaş ve terör olayları, işsizlik, ekonomik krizler örnek olarak verilebilir.

Genelde olumsuz bir çağrışıma sahip olan "yoksulluk" kavramını yalnızca maddi kriterler çerçevesinde "açlık/fakirlik sınırlarının altında sürdürülen bir hayat biçimi" olarak görmemekte fayda var. Çünkü bu maddi imkansızlıkların birçok sosyal yansımaları olmaktadır. Bunların başında sosyal tecrit (toplumsal dışlanma) tehlikesi gelmektedir. Sosyal tecrit; fert veya grupların işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik, özürlülük gibi sebeplerden dolayı eğitim, sağlık ve kültürel imkanlardan yararlanamaması, üretim etkinlikleri içinde yer alamaması ve karar alma süreçlerine katılamaması şeklinde ortaya çıkar.

Yiyecek, barınak ve asgari sağlık ihtiyacını karşılamak için maddi güçten yoksun olma durumu "mutlak yoksulluk" olarak adlandırılır. Biz burada, sağlıksızlığa dikkat çekmek istiyoruz. Altyapı ve maddi imkanların yetersizliğinin sebep olduğu sağlık organizasyonu ve sunumu eksiklikleri, yoksulluğu derinleştiren önemli unsurlardandır. Yeteri derecede beslenemeyen, değişik hastalıklara karşı kendilerini koruyamayan yoksul insanların yeni kalıcı hastalıklara da maruz kalacakları açıktır.

Bugün iç savaş, açlık, yoksulluk, salgın hastalıklar denildiğinde, ilk olarak, 54 ülkeye ve 1.2 milyar insana ev sahipliği yapan, dünyanın ikinci büyük anakarası olan Afrika kıtası akla gelmektedir. Ekolojik faktörler, tarım alanlarının yetersizliği, iklim koşullarının elverişsizliği, içilecek su eksikliği, bu yoğun nüfusun çok ağır sağlık sorunlarına maruz kalmasına neden olmaktadır. Afrika kıtasında her yıl içilebilir su bulamadığından ve yetersiz beslenmeden 0-5 yaş aralığında 15 milyon çocuk, açlıktan dolayı ise 7 milyon insan hayatını kaybetmektedir. Ortalama yaşam süresinin 46 yıl olarak seyrettiği bu coğrafyada, her 3 kişiden 1'i açlık çekmektedir. Gelir düzeyi olarak ele alındığında da, özellikle Sahra çölünün güneyindeki Afrika nüfusunun yarısı günde 1 dolarlık kazançla dünyanın en az kazanan nüfusunu oluşturmaktadır.

Modern dünyada temel bazı aşı ve ilaçlarla önlenip tedavi edilebilecek sıtma, kızamık, ishal, tüberküloz, zatürre gibi hastalıklardan ötürü her yıl milyonlarca insan Afrika'da yaşamını yitirmektedir.

Daha birçok eksiklik ve yetersizliğini sayabileceğimiz yeryüzünün mazlum coğrafyasına dünya maalesef bugüne kadar politik, stratejik ve çıkar odaklı yaklaşmıştır. Afrika'nın tarihi, sahip olduğu yer altı zenginliklerinin ve stratejik ticaret yollarından ötürü sömürülen toprakların tarihi olmuştur. Kıtanın tam ortasından baktığımızda bu tarih; sömürülen fakat kalkındırılmayan, sömürülen fakat eğitilmeyen, sömürülen fakat büyütülmeyen, sömürülen fakat öldürülen bir ilişkiler dizisi olarak okunacaktır.

Kısaca ve net bir biçimde ifade edecek olursak, Osmanlı Devletinin mücbir sebeplerle terkettiği ve Batının emperyalist güçlerinin olanca vahşiliği ile üzerine çöktüğü tarihten bu yana, Afrika kıtasından kan, gözyaşı, şiddet, dehşet, zulüm ve ölüm hiç eksik olmamıştır. Bahtsız Afrika insanı, tam ikiyüz yıldır bu gidişe dur diyecek, kendisine insanlık ailesinin onurlu bir ferdi olarak yaklaşacak, sömürmek yerine destek olacak bir kurtarıcı aramaktadır.

Buna karşılık son yıllarda, özellikle orta ve kuzey Afrika'yla, tarihten gelen güçlü ve tamamen insani değerler üzerine kurulu bağları yeniden canlandırmaya çalışan bir ülke olarak Türkiye, kardeşlerine kucak açmaktadır. Kalkınma ortaklıklarından siyasi diyalog mekanizmalarına, eğitim-kültür faaliyetlerinden ekonomik işbirliklerine, ulaşım imkanlarının iyileştirilmesinden sağlık altyapılarına kadar birçok alanda birlikte büyük ilerlemeler sağlanmıştır. Dayanışmaya ve daha derin işbirliğine hazır olan ülkemiz, özellikle sağlık sektöründe Afrika'nın en önemli destekçisi haline gelmiştir. Temennimiz bu işbirliği ve dayanışmanın, ana kıtadan yoksulluğun tamamen silinmesine dek sürmesidir.

İşte tam bu aşamada, 20-21 Temmuz 2017 tarihinde, İstanbul'da gerçekleşen "Afrika'da Sağlık" Kongresi; Türkiye'nin Afrika'yla olan ilişkilerinin konjonktüre bağlı kalmayıp, istikrar sağlayıcı ve sürdürülebilir bir çerçeveye oturtulması amacıyla düzenlenmiştir. Gerek Türkiye'den gerek Afrika ülkelerinden hükümet yetkilileri, diplomatlar, yardım gönüllüleri, sivil toplum kuruluşları, ilgili akademisyenler ve hayırseverleri bir araya getiren kongre, T.C. Sağlık Bakanlığı'nın desteğiyle, Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı, İstanbul Medeniyet Üniversitesi ve Dünya İslami Tıp Birlikleri Federasyonu (FIMA) tarafından organize edilmiştir. Kongreye, yedi Afrika ülkesinin sağlık bakanı veya yardımcısı ile beş büyükelçi yanında 90 misafir konuşmacı ve toplam 600'e yakın izleyici katılmıştır. Cuma gecesi yapılan gala yemeğini ise Sayın Cumhurbaşkanımız onurlandırmış ve dünyanın dört bir yanından gelen konuklara hitap etmiştir. Kongre çağrısında altı çizilen şu satırlar, Afrika ve sorunları bağlamında çok kıymetli açılımlar getirmektedir:

"Elbette bir kıtadan bahsederken homojen bir birimden bahsedilmesi mümkün değildir, bölgenin farklı coğrafyalarında farklı kültür iklimlerinde kökleri geçmişten beslenen çok katmanlı ve birbirinden çok farklı sağlık sorunları mevcuttur. Ancak yine de kıtanın tamamına yönelik insanlığın en azından ortak bir akıl, vizyon, strateji ve en önemlisi ortak bir vicdani hassasiyet benimsemesi mümkündür. Ne var ki vicdanlarımıza seslenen imgeler, aynı zamanda bölgenin kaderinin sanki mutlak biçimde böyle olduğunu da pekiştirip kıtayı yardıma bağımlı ve pasif bir bölge olarak kodluyor. Oysa etkin, koordineli, geleceği iyi planlayan politikalarla Afrika'nın insani sorunlarına hem küresel hem de bölgesel olarak çözümler bulmak ve kıtanın kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak yollar üzerinde uzlaşmak mümkündür."

Biz de bu yazıyı, kongrenin açılış ve kapanış sloganı ile bitirelim: Evet, Afrika Afrikalı'larındır. Türkiye Afrika'nın kardeşidir. Ve, dünya beşten büyüktür!

Prof. Dr. M. İhsan Karaman
Dünya İslami Tıp Birlikleri Federasyonu Genel Başkanı
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN