Arama

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
Nisan 19, 2019
Bir zamanların İngiliz-Arap ittifakları ile bugün tarih tekerrür mü ediyor?

Bazı Arap şeyh ve yazarlarının Osmanlının son günlerinde İngilizlerin ajanı Lawrence'in peşine takılmakla nasıl bir tuzağa düştüklerini sonradan anlamışlardı. İngilizler Birinci Dünya Savaşı günlerinde Osmanlı Devleti'nin ümmet üzerindeki etkinliğini ortadan kaldırmak ve bazı halkları ayaklandırmaya çalışmaları o gün için tan bir ihanet senaryolarının yazıldığı günler idi. Aslında bu senaryolar Arapları kullanarak harekete geçirdikleri devlete karşı bir isyan hareketidir. Bunun neticesinde de Osmanlı toprakları birçok nüfuz alanlarına ayrıldı. İtilâf devletleri kendi aralarında anlaştıkları şekilde daha evvelden çizmiş oldukları planlar dâhilinde bu toprakları cedvellerle kendi aralarında paylaşmışlardı. İşte bu devrime o günün Arap ırkçıları "Büyük Arap Devrimi" adını vermişlerdi. Bu devrimin kendilerini Türk Emperyalizminden (!) kurtardığına inandırılmışlardı. Tıpkı bugün de bunu dile getiren bazı Arap köşe yazarlarının yaptıkları gibi tam bir ihanet daha yaşatılmak isteniyor. Ancak İslami hassasiyeti olanlar ise bunu İslâm devletinin ortadan kaldırılması için oluşturulan en büyük oyun ve yapılan en büyük ihanet olarak değerlendirmişlerdi. İşte bu İslami hassasiyeti olanlar, Osmanlı devletinin bünyesindeki bazı hataları ve yönetimdeki aksaklıkları düzeltmeyi dile getirerek Osmanlının kulağını çekeceklerini dile getiriyorlardı. Ama komplocular ve hıyanet içinde olanlar âdeta İtilâf devletlerinin birer yalancı şahidi olan ırkçılar devletin bazı eksik bıraktıklarını istismar ederek Emperyalist devletlerin emrine bütün Arap topraklarını peşkeş çekerek Filistin'i de bu yolla kaybettiler. Durum sadece bundan ibaret de değildi. Emperyalistler bu noktada da durmadılar. Müslümanların topraklarını hâkimiyet alanları içine aldıktan sonra islam devletinin kanunlarını tamamen değiştirmek suretiyle mevcut topraklar üzerinde oluşturdukları rejimleri tam bir laik rejimler manzumesi hâline soktular. Kendi ajanları aracılığıyla çizdikleri bu planın diğer halkalarını da oluşturmak suretiyle eğitimde de kendi seküler kültürlerini vermeye başladılar. Bütün bunlardan ayrı ülke topraklarının değişik yerlerinde uygun zamanlarda patlatacakları çeşitli dinamit lokumlarını da yerleştirerek ümmetin birliğini bir daha sağlayamayacağı şekilde, Müslümanlar arasında bütün bölgelerde her zaman tahrik edebilecekleri birer çıbanbaşı bıraktılar.

İşte bundan dolayı da bu olaya sözüm ona "Büyük Arap Devrimi" denmesi gerçekten büyük devrim oluşundan dolayı mıydı, yoksa o bu ümmetin bir daha belini doğrultamayacağı ve geldiği noktadan bir türlü müspet bir noktaya dönemeyeceği büyük musibetlere düçar olduğu bir oyun mu idi? Emperyalistlerin İslâm ümmetini büyük girdaplara soktukları ve adına devrim dedikleri bu tuzaklar İngilizlerin, bazı Arapların eliyle gerçekleştirdikleri bir yıkım mı idi?

İşte kurulan bu ihanet tuzağından önceki günlerde yaşananları bilmek gerekir…

İngiliz ilişkileri Şerif Hüseyin ile Kahire'de bulunan oğlu Abdullah aracılığıyla 1914-1916 yılları arasında İngiltere Savaş Bakanlığı yapmış olan Kitchener vasıtasıyla gerçekleşti. Gerek İngiliz hükümeti gerekse Şerif Hüseyin uygun bir zamanda bundan iyice yararlanabilmek için bu görüşmelerin sürekli olması noktasında ısrarla ve hırsla duruyorlardı. Ama hain şerif Hüseyin İngilizlerin bu tuzağının farkında bile değildi.

5 Şubat 1914 tarihinde Şerif Hüseyin'in oğlu Prens Abdullah babasının isteği üzerine Kahire'de samimi dostu Kitchener'i ziyaret ederek Şerif Hüseyin'in Mekke'deki makamından azledilmesi hâlinde Osmanlılara karşı girişeceği çarpışmalarda İngiltere'nin yardımcı olup olmayacağını sordurmuştu. İngiltere hükümeti ise sinsice ve her zamanki politikalarına uygun olarak verdiği cevapta: "Osmanlı devletinin içişlerine karışmak istemediklerini ancak kendi hâkimiyetleri altında bulunan (Hindistan ve Mısır gibi) yerlerde yaşayan İngiliz tebaası için halkın ibadet mekânı olan Hicaz'ın korunmasını ve Şerif Hüseyin'in buradaki görevini sürdürmesini arzu ettiklerini" ifade etmişlerdi.

İşte bu açıklama İngiliz hükümetinin çok yüzlü siyasetinin bir yansıması olduğu gayet açıktı. Osmanlı Devleti'nin nüfuz alanlarına ayrılarak parçalanması planını çizen taraflarca daha evvelden hazırlanan bir proje vardır ki o da Osmanlı Devleti'ne karşı gerçekleştirilecek isyan ve sonrası politikalar ve tuzaklar için Şerif Hüseyin'in seçilmesidir. İngiliz savaş bakanlığı sekreteri Kahire'de Prens Abdullah ile kendi aralarında sohbet ederlerken şöyle demişti: Sizinle bizim aramızdaki bu yardımlaşma benim on yıldan beri çizip durduğum ve üzerinde çalıştığım bir düşüncemdir.

İngiltere hükümeti bir taraftan o günün ismi parlatılan Prens Abdullah ile bu şekilde görüşürken Hicaz bölgesinde de son derece gizli bir şekilde Şerif Hüseyin ile de irtibatlarını sürdürüyordu. Bütün bunların dışında yine İngiltere Arap âleminin her yerinde bulunan herkesle ilişki kurma yollarını arıyordu ve Arap aşiret ve kabilelerinin bazıları ile bir çok bağlantı ve ilişkiler kurmuşlardı. O günlerin siyasî belgelerinin ve gazetelerinin aktardığı gibi Lübnan ve Suriye'de Müslümanlarından ve Dürzilerinden bir grup insanın 1912 yılı sonlarına doğru Beyrut'taki İngiliz konsolosuna gelip yaptıkları görüşmelerde Arapların Osmanlı Devleti'ne karşı girişecekleri isyanda ve yapacakları saldırılarda İngiliz hükümetinden kendilerine yardım etmelerini istediler. Yine Suriye'nin ileri gelenlerinden bazı kimseler 1912 yılı içinde Kahire'ye gelerek İngiliz savaş bakanı ile yaptıkları görüşmelerde İngiltere'nin Suriye'yi Mısır'a ilhak etmesini talep etmişlerdi. İngiltere'nin Arap âlemindeki nüfuzunu iyice takdir etmiş olan bu bakan kendisine gelen bu istekleri büyük bir yaltakçılık içerisinde kabul etmişti.

İngiltere ile yapılan bu görüşmeler ve özellikle o günün ismi parlatılan Prens Abdullah aracılığıyla yapılan ve Şerif Hüseyin ile olan ilişkiler İngiltere'nin bu durumu ele aldığını gösteriyordu.

İngiltere, Şerif Hüseyin ile yaptığı anlaşma ve ittifaklarla ordusunun büyük bir kısmını oluşturan Pakistanlı ve Hindistanlı Müslümanlara karşı da Müslümanlarla birlikte olduğunu ve Osmanlı devletinin aleyhinde bulunmadığını ifade etmeye ve bunun onları ikna etmeye bir vesile olduğunu da imaya çalışıyordu. Zira Müslümanlardan bir grup özellikle İngiltere'nin bu tavrına karşı onunla mücadeleye başlamıştı.

İşte o yıllarda İngiltere'nin Savaş Bakanı Horatio Herbert Kitchener 24 Ekim 1914 tarihinde Şerif Hüseyin'e yazmış olduğu bir mektubunda, Birinci Dünya Savaşı'nda İngiltere'nin yanında yer almasını istiyordu. Şerif Hüseyin ise hemen kısa bir müddet sonra 30 Ekim 1914 tarihli mektubunda şunları söylüyordu:

"Büyük Britanya hükümeti, İslâm âleminin gözünde ikinci Büyük İslâm devletidir. Bu nedenle Hicaz halkı, Osmanlı Hükümetinin ve İstanbul yönetiminin İslâm dinini ihmal etmesi ve Hicaz hukukunu unutmasından dolayı Büyük Britanya hükümeti ile kuracağı ittifak ve anlaşmalarının çok daha sağlam olacağını düşünüyordu. Neticesinde İngiltere ile böyle bir ittihada razı olacaklardır."

İşte o günlerde kurulan ilişkiler Arap şeyh ve prenslerine cazip gelirken İngiltere'nin onların başlarına nasıl bir çorap öreceğini düşünememişlerdi. Tıpkı Bugün ABD'ye yamanan iki prens gibi… Bunlar da başlarına nasıl bir çorap örüleceğinin ve sakız gibi çiğnenip çöpe atılacağının farkında değillerdir.

Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN