Arama

Oruç ve Düşünce: Bir Terbiye ve Tâlim Yöntemi Olarak Açlık

Oruç ve Düşünce: Bir Terbiye ve Tâlim Yöntemi Olarak Açlık
Yayınlanma Tarihi: 21.3.2024 10:18:31 Güncelleme Tarihi: 21.03.2024 10:42
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Kur'ân-ı Kerîm'de Ramazan'ı oruçla geçirmeyi emreden ayet-i kerîmede "Sizden öncekilere yazıldığı gibi" ifadesiyle İslâm'dan önceki dinlerde de orucun bir farîza olarak bulunduğu beyan edilir. Dinler tarihi ve felsefe araştırmaları çeşitli tür ve derecelerdeki açlıkların dinlerde ve felsefe geleneklerinde aşina olunan bir öğrenme ve ahlâk yöntemi olduğunu gösteriyor. Bu itibarla oruç veya "perhiz", dinlerde nefsi terbiye ederek "takvaya ulaşmanın" yolu iken felsefe geleneklerinde zihni yetkinleştirmek yoluyla ulvî düşüncelere ve metafizik bilgiye ulaşmanın yöntemidir. Böyle perhizler, yüksek ruhların ve kabiliyet sahibi insanların takip edebileceği tehlikeli ve meşakkatli yöntemler olduğu için sıradan insana kapalıydı.

Geçmiş toplumlarda ahlâk-düşünme ile beden sağlığı arasında kurulan irtibat, açlığın "ahlâk" ve bilgi yöntemi olarak görülmesiyle doğrudan ilişkilidir. Kadim tıp geleneğinde sağlığın bozulması, bedeni ve mizacı oluşturan unsurlar ile karışımlarda (ahlât-ı erbaa) ortaya çıkan aşırılık veya bir unsurdaki azalmayla ilgili görülür, dengenin tekrar tesis edilmesi ise sıhhat kabul edilirdi. Açlık, unsurlardan ifrat halinde olanın bozduğu itidalin kurulmasını sağlayarak bedenin şifa bulmasını amaçlarken aynı zamanda bu sayede ahlâkın zemini ortaya konulur. Kadim toplumlarda tıp ile ahlâk arasındaki ilişki bu noktada tesis edilmiştir: Bedeni düzeltmek mizacı, mizacı düzeltmek ise ahlâkı ıslahın yoludur. "Sağlam kafa, sağlam bedende bulunur" bu demekti. Aç kalmakla amaçlanan şey dereceli bir şekilde, mizacın itidale kavuşmasını sağlayarak sıhhati hem bedende hem de ruh ve akılda temin etmenin yolunu açmaktır.

Müslüman toplumlarda da açlık yoluyla itidalin kazanılması bilinen bir uygulamaydı. Tasavvuf açlığı daha etkin bir şekilde ele alarak ahlâk ve bilginin elde edilmesinin yöntemine dönüştürdü. Bu süreç dahilinde tasavvuf farklı gerekçeler, farklı açıklamalar dile getirmiş, en nihayetinde ise iman ve tevekküle bağlanmakla açlık yöntemini gerçek yorumuna kavuşturmuştu.

Hiç kuşkusuz açlığın metafizikte ve ahlâkta yöntem olarak kabul edilmesi öteden beri bilinen bir uygulamaydı, dedik. Düşünürler açlıkla bedenin baskısından ve duyulur dünyanın istilasından zihinlerini arındırmakla hakikate ulaşabileceklerini düşünürlerdi. Bu yöntem teorik yöntemin bazen mukabili, bazen mütemmimi ve bazen de rakibi olarak görülürdü. Yöntemin esasında açlık, yani beslenmenin reddi, en azından azaltılması yer alıyordu. "Yemek (ihtiyaç değil) şehvettir, su içmek ihtiyaç değil şehvettir" şeklinde dile getirilen beslenme eleştirisi, zaruri olan ile iştahın sınırının çizilmesi amacı taşıyordu. İnsan "ayakta kalmak, zorunlu ibadetleri yerine getirmek üzere" ve bunun gerektirdiği ölçüde yemelidir; içmeyi belirleyen ise yeme ölçüsü olacaktır. Bedeni aç bırakmanın sonucu cinselliğin, hareketin, toplumsallaşmanın ve uykunun azalmasıdır. Sûfîler neticeleriyle birlikte yöntemi "az yemek (kıllet-i taâm), az konuşmak (kıllet-i kelâm ki toplumsal kısmı teşkil eder) ve az uyumak (kıllet-i menâm)" şeklinde ifade etmiş, açlık teorisini sistematik hale getirmeyi sürdürmüşlerdi.

Açlığın gayesini belirlerken dikkat çeken ilk unsur, yasaklanmış besinlerden bedeni korumaktır. İbrâhim b. Edhem "Allah'a giden yolun esası helal yemek üzerine kuruludur" derken tasavvuf tarihinde açlığın en önemli nedenlerinden birini tespit etmiş oluyordu. Aç kalmak, yemeği azaltmak ve bedeni ayakta tutabilecek kadar gıdayla yetinmek, evvelemirde haram besinden sakınma gayesi taşıyordu. Ölüm kalım anındaki zaruret halinde haramların hükmü değişeceği için kifâf-ı nefs miktarıyla yetinmek, hakikate ermenin temel şartı olan helalle beslenmenin gereğiydi. O halde açlığın ilk belirlenen amacı helal yemek, bunun gerçekleşmesinin yolu ise zaruret halinde yemek idi.

Yöntemin kurucu unsuru haline gelen açlığın ikinci gerekçesi ise bedenin gücünün ve şehvetin kırılmasıdır. Beden içgüdüsel olarak buğdayın peşinden koşar, güçlerini artırır, bu sayede insanda yönetilemeyecek kadar güçlü bir şehvet, etkin bir arzu, daha çok da hayvanî kuvvet oluşur. Bu gücün var olmasıyla birlikte insanın ahlâka yönelmesi mümkün olmadığı gibi nefsin, akla hâkim olmasının nedeni de bu kontrolsüz güçlerdir. Şehvetin kırılabilmesi açlıkla mümkün olabilir. Bu sayede dereceli bir şekilde insan gücünü yitirir, dünya ile bağı azalır, hareket imkânı bulamaz, toplumla ihtilât ve beraberliğe tahammül edemez hale gelir, konuşmayı azaltır, kendini sürekli kalbine ve iç dünyasına yönlendirir. Bedenin zayıflatılmasıyla ruhun güçlenebileceğini kabul etmek, böyle bir açlık anlayışını iktiza ediyordu.

Açlığın esas gayesi ise insan bedenin nedensellik zincirinin dışına çıkartarak besin-beden ilişkisindeki zaruri bağı kesmektir. İnsanı ayakta tutan şey buğday değil, Allah'tır. İradeli bir Tanrı anlayışının iktiza ettiği en önemli yaklaşımlardan biri, doğadaki nedenselliği aşarak Tanrı'nın doğrudan müdahalesine inanmak, daha doğrusu buna rızâ göstermek ve teslim olmaktır. Tasavvuf tarihinde açlığın esas nedeni bu nedensellik bağının kırılmasıyla bedenin besine olan zorunlu ihtiyacını reddetmektir. Başka bir anlatımla insanı gıda beslemez, su insanı doyurmaz ve hararetini dindirmez. İnsanı besleyen ve onu ayakta tutan ancak kendisini yaratan Rabbi'dir. Hz. Peygamber'in "Rabbimdir beni yediren ve doyuran" derken bunu kast ettiği düşünülür.

En nihayetinde açlık, evrenin "aç" ve muhtaç halini anlamanın yöntemi haline gelerek bir muhtaç ve yoksul olarak evreni düşünmektir. İlâhî isimlerin evrendeki tecellilerini temaşa etmek, aç kalmanın gayesini teşkil eder. Bu durumda açlık-tokluk bir med ve cezir gibi evrenin sürekli açılan-daralan yaratılışını anlayabileceğimiz, daha doğrusu kendi halimizde tecrübe edebileceğimiz örnektir. Açlığın metafizik gayesi evren ve ilâhî isimlerin bu ilişkisini anlayabilmektir.

Ekrem Demirli

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN