Arama

İftar ve İmsak arasında Varlığı Tanımak: el-Fâtır ve el-Mâsik

İftar ve İmsak arasında Varlığı Tanımak: el-Fâtır ve el-Mâsik
Yayınlanma Tarihi: 19.3.2024 11:04:20 Güncelleme Tarihi: 19.03.2024 16:24
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Oruç imsak, yani bedeni yemek ve içmekten alıkoymakla başlar; iftar, yani yeme-içme yasağının kaldırılarak bedenin gıdaya açılmasıyla nihayete erer. Bu sayede insan bir günlük oruç tutmuş olur ve ibadeti yerine getirmişken az çok bu iki fiilin anlamının ihtiva ettiği marifete iştirak eder. Oruç üzerindeki konuşmalarda sıklıkla imsak, yani kendini tutma ve engelleme üzerinde durulur, oruç ahlâkıyla kendini tutmak arasındaki ilişki vurgulanır, benim yazılarımda ise imsak ile içgüdülere karşı özgürleşme arasındaki bağ tesis edilir. Bununla birlikte iftar, yasağın ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan mutluluk hali olarak faaliyet ve etkinlik yönleriyle konuşulur, erken gelmiş bir bayram gibi "sevinciyle" birlikte düşünülür. "İftar sevinci" haddizatında hadis-i şeriflerde ifade edilen bir tabir olarak dinî hayatta üzerinde durulmuş bir konudur. Bilhassa oruç ve şehir kültürü ilişkisinde iftar, sosyalleşmenin ve etkinliklerin başlama vaktini belirler.

Bununla birlikte ibadetin marifet ile ilişkisini kurarken imsak ile iftarı birlikte düşünmek, her ikisini dikkate alarak orucun ilâhî isimlerle ilişkisini kurmak gerekir. Bu meyanda hadis-i şeriflerde beyan edildiğine göre imsak vakti olan sahura kalkmanın müstakil olarak ibadet sayılması veya iftarın ibadet olarak görülmesi söylediklerimize delil teşkil eder. Her ikisi de ibadetin bir unsuru olmak itibarıyla orucun farklı cihetlerini anlamamızın yoludur, her ikisi birden ibadetin ilâhî isimlerle ilişkisini kurabilmenin merhaleleridir. Bu bakımdan imsak ile ilâhî isimlerden birisiyle veya bir grubuyla ilişki kurulurken iftar ile de başka bir ilâhî isim ve grubuyla ilişki kurulması mümkündür. Öncelikle imsak, yani tutmak orucun insanda oluşturduğu ahlâkın zemini sayılır. İnsan yemek, içmek ve cinselliğe karşı geri durmak ile başlayan orucuyla içgüdülerine karşı özgürleşmeye başlar. Ahlâkta bu geri durma ve kendini tutma kısmı mühim bir yer tutar: Sadece yapabilmek değil reddedebilmek ve bırakabilmek de bir özgürlüktür ve oruçta imsak, insana bunu telkin eder. İftarın da ahlâkla ilişkisi kurulur ve bu daha çok paylaşma üzerinden kurulan bir ilişkidir. Fakat her ikisinin de ilâhî isimlerle irtibatı tesis edilmediği sürece bu ahlâk basit bir davranış seviyesini geçemeyecek, insânî dünyayı aşarak varlığın farklı merhalelerini idrakin aracı haline gelmeyecektir.

Oruç ibadetinin es-Samed ismiyle ilişkisini "istiğna" üzerinden kurmuş, orucun bedenin zaruri ihtiyaç şeklinde telakki ettiği besinlere (buğday ile sembolize edilir) karşı bir duruş, daha doğrusu buğday mecburiyetine karşı koyma olduğunu (bir önceki yazıda) belirtmiştik. Oruçtaki bu istiğna insanın es-Samed olan Tanrı'yı tanımasının yoludur. Kutsî hadiste beyan edilen "oruç benimdir" ifadesi bu anlama geliyor olmalıdır. Oruç ibadetinin ilgili olduğu öteki ilâhî isimler ise el-Mâsik ile el-Fâtır'dır. Bunlar orucun insanda metafizik bir idrakin gerçekleşmesinin imkânını oluşturan isimlerdir. Bu isimleri düşünmekle insanın ahlâkı dar ve sınırlı bir eylem olmaktan çıkarak evrene doğru bir istikamete yönelir ve insan, evreni ve var oluşu bir haliyle idrak etmeye başlar. İftar ve imsakın orucun bir unsuru olmasının nedeni bu olmalıdır.

El-Mâsik tutmak, ayakta tutmak mastarının özne halidir. Kur'ân-ı Kerîm'de Tanrı'nın isimleri arasında yer alan el-Mâsik gökleri direk olmaksızın ayakta tutan isme ve ilâhî fiile dayanır. Bu yorumda el-Mâsik ile imsakın ilişkisini kurmak zorlama olabilir. İmsak ile el-Mâsik arasındaki irtibatı kurmak için kelime anlamını esnetmek gerekir. Bu durumda imsak, bir halde insanın kendini sabit tutması ve muhafaza etmesi anlamıyla el-Mâsik ismine yaklaşır. Bunun sonucunda ise geri çekilmek, geri kalmak, daralmak, küçülmek anlamıyla el-Kâbız ismiyle ilişkili hale gelir. O zaman el-Mâsik aynı zamanda el-Kâbız, el-Hâfız, el-Metin gibi ilâhî isimlerle Tanrı'nın yarattığını koruması, daraltması, sınırlaması gibi fiiller üzerinden ilişkili hale gelir. Bu durumda imsak tek bir isme değil bir isim grubuna, tek bir fiile değil, Tanrı'nın âlem içindeki birçok fiiline uzanır, isimlerine atıf yapar. İmsâk ile insan, bedeninin arzularına karşı koyar, bedenin küçülmesine ve daralmasına yol açacak, damarların büzüşmesini sağlayacak şekilde bedeni dış dünyaya kapatır, böylece içerideki daralma halinde kalır dışarıdaki ise içeri giremez. Hz. Peygamber'in "açlıkla şeytanın yollarını kapatmak" derken kastettiği bu daralma faaliyeti olmalıdır. İmsakın amacı, daralmayı sağlayarak bedenin korunmasına hizmet etmektir. O zaman imsak, güneşin doğumuyla birlikte ortaya çıkan açılma ve genişlemenin tam zıddı olarak bedeni kapatır, ışığını söndürür, bedeni küçültür; bedeni mühürlemektir imsak. Akşamla birlikte yani dış dünyanın küçülmeye ve "kabz" haline girmesiyle birlikte beden açılmaya başlar.

Açılma için kullanılan tabir iftar, yani imsakın zıddı olmak üzere bedenin gıdaya açılma halidir. Bu sayede daralan damarlar genişler, bünye canlanır, kan hareketlenir. Kıştan bahara intikal etmek gibi beden yeni iklimde genişler ve canlanır. İftar gerçekte Tanrı'nın âlemi yaratmasının karşılığı ve yansımasıdır. İnsan iftar ile birlikte yaratılış anına dönmez, çünkü bu an geçmişte değil, şimdi de gerçekleşir; geçmiş zaman içinde değil, yaşanan anda idrak edilir. Bu itibarla imsak ile geri durma ve çekilmeyle fenâ ve yokluğu tecrübe etmişken iftar ile açılma ve fethi idrak eder. Bu meyanda oruç, imsak ile iftar arasında bir ibadet haline gelirken âlem de fıtrat (aynı kökten, yaratılma demek) ile imsak arasında varlığını sürdürür: Bir yandan açılır, bir yandan kapanır; bir yandan genişler, bir yandan daralır; bir yandan büyür, bir yandan küçülür. Belki de daralırken genişler, genişlerken daralır; büyürken küçülür, küçülürken büyür. Var olmanın paradoksu budur.

Bu paradoks bütün olarak dünya için geçerli olduğu kadar özel olarak insan ve toplum hayatı için de geçerli bir ilkedir. O zaman biz iftar-imsak eylemiyle kapanan-genişleyen evrene iştirak eder, onun bilgisiyle ilâhî isimleri temaşaya çıkmak isteriz. En nihayetinde hayat, insan için açılan-kapanan, genişleyen-daralan, büyüyen-küçülen bir haller bütünü olarak ortaya çıkar. Nitekim "Eşyayı olduğu hal üzere görmek bu demektir" ve bunun için irfan ehli şöyle der: "Bu da geçer ya Hu."

Ekrem Demirli

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN