Arama

Son araştırmalar neticesinde Ertuğrul Gazi’nin gerçek hikâyesi

Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler” kitabı Osmanlı tarihçiliği konusunda tüm dünyada tanınan Halil İnalcık’ın, özel olarak araştırdığı 18 konudan oluşuyor. İnalcık, Ertuğrul Gazi’den başlayarak 17’nci yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı tarihinde yer edinmiş yanlışları ve efsanevi olayları konu alıyor. Osmanlılar ne zaman bağımsız bir devlet haline geldi? Hayme Ana efsanesi nasıl doğdu? İstanbul’un kuşatmasındaki en kritik üç gün hangisi? İnalcık, kitabında bu soruların cevabını veriyor.

Son araştırmalar neticesinde Ertuğrul Gazi’nin gerçek hikâyesi
Yayınlanma Tarihi: 9.11.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 09.11.2018 14:56

Daha önce yayınlanan 18 araştırmasının metinlerinin bulunduğu kitapta Prof. Dr. Halil İnalcık, Ertuğrul Gazi'den başlayarak 17'nci yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı tarihinde yer edinmiş yanlışları ve efsanevi olayları konu alıyor. Araştırmalar, toponimi ve topoğrafi metotlarına uyarak yapılmış incelemeler… Bu metotla İnalcık, Hayme Ana Efsanesi, istiklal-i Osmani, fetret devrinde iktidar mücadeleleri, Konstantiniyye'nin fetih süreçleri, II. Osman'ın öldürülmesi, Kösem Sultan, Yeniçeri cuntası gibi konulardaki rivayetlerin gerçekliklerini gözden geçirir. İnalcık'ın bu araştırmalarının sonunda tarihi gerçek olarak eserlerde yer almış birçok hususun hurafelerden ibaret olduğu ortaya çıkıyor.

Cambridge Uluslararası Biyografi Merkezi'nin dünyada sosyal bilimler alanında sayılı bilim adamları arasında gösterdiği tarih profesörü Halil İnalcık, Osmanlı'nın kurulduğu fiziki coğrafyada yapmış olduğu saha çalışmaları ile tarih araştırmacıları ve meraklıları için çok önemli bir açılım sunuyor. Eser, akademik dille yazılmış 17 makale ve kendi konuşmasından aktarılmış son bölümden oluşur. İnalcık, ele aldığı konuları belgelere dayalı olarak okurlarına sunar. Eser, bu özelliğiyle diğer tarih kitaplarından ayrı bir yerde durur.

Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayın.

OSMANLI TARİHİ MERCEK ALTINDA

Kitaptaki ilk sekiz yazı, Osmanlı Devleti'nin kuruluşu sürecindeki gelişmeleri ela alıyor. Osmanlı öncesi Anadolu'da Türklerin Rumlarla ilişkileri, Çaka Bey'in Bizans İmparatorluğu ile olan mücadeleleri, Ertuğrul Gazi'nin faaliyetleri, Osman Gazi'nin İznik kuşatması ve Sakarya Seferi, Orhan Gazi döneminde Müslümanlık- Hristiyanlık tartışmaları; I. Murad, Çelebi Mehmed, İstanbul'un Fethi ve Fatih Sultan Mehmed, II. Osman, Kösem Sultan gibi tarihi kişiliklerin ön planda olduğu bir çalışmanın ürünü "Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler" eseri…

Sonraki dört çalışma ise Osmanlı Sarayı'ndaki iktidar mücadelelerini konu alıyor. Son yazıda da İnalcık, Türk Tarih Kongrelerinin değerlendirmesini yapıyor.

BİZANS'I TİTRETEN TÜRK ÇAKA BEY

Tarihte büyük Haçlı Seferleri'nin başlaması Süleymanşah, Çaka gibi önderler kumandasında Türkmenlerin genel saldırısıyla doğrudan ilişkilidir. Haçlılar Selçukluları İznik'ten çıkarıp İmparator Alexios'a teslim ettiler. Çaka'nın Batı Anadolu'yu alarak Bizans'ın geçim ambarını ele geçirmesini ve Konstantinopolis tehdidini tarihçiler Bizans için ciddi bir tehlike sayar. Tanınmış bizanstinist F.İ Uspenski, şu satırlarla bunu belirtir: "İmparator Alexios Komnenos'un durumu Bizans İmparatorluğu'nun son yıllarındaki durumu ile şehrin Osmanlı Türkleri tarafından kuşatılması durumu ile kıyaslanabilir."

SON ARAŞTIRMALARLA ERTUĞRUL GAZİ'NİN GERÇEK HİKÂYESİ

Eser, Ertuğrul Gazi'nin hayat hikâyesini dört ayrı bölümde inceler. Ruhî Tarihi'nde Ertuğrul isimli ilk bölümde, Ertuğrul Gazi'nin babasının bilinenin aksine Süleyman Şah değil, Gündüz Alp olduğu belirtilir.İnalcık bunu Ruhi'nin rivayetini özetleyerek şöyle aktarıyor. "Sögüd nâm mevz'i kurbınde Saray adlu yirde Gündüz Alp fevt olup yirine oğlı Ertuğrul oturdı."

İkinci bölüm olan Düzeltmeler, Araştırılması Gereken Noktalar'da Ertuğrul Gazi'nin Geleneksel, Düsturname'de ve Âşıkpaşazade'de olmak üzere üç farklı soy kütüğünü inceleme fırsatı buluyoruz. "Osmanlı hanedanında hükümdarlık simgelerinde Batılılaşma çabası yeni mitolojilere yol açmıştı. Bu akım, sultanın heykelini yaptırma, Batı tarzı muhteşem saraylar inşa ettirme, Batı musiki ustalarını saraya çağırma şeklinde kendini göstermiştir. Sultan II. Abdülhamid, Avrupalı hükümdar ailelerin tarihî mezar anıtları tarzında, atalarının mezarlarını buldurup yaptırmaya büyük önem vermiştir."


MİTOLOJİDEN GERÇEĞE: OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU

HAYME ANA EFSANESİ

Bu bölümde tarihi bir efsanenin nasıl doğduğu ve nasıl milli mitolojinin bir parçası haline geldiği araştırılıyor.

Kitaba göre Sultan Abdülhamid 1886'da Söğüt ve Domaniç bölgelerine bir heyet gönderir. Amaç Ertuğrul'un annesinin mezarını bulmaktır. Çünkü Avrupalı hükümdar ailelerininkine benzer tarihi mezarlar yaptırmak ister. Bölgede yaşayan bir ihtiyarın getirdiği belge üzerine mezarın bulunduğu rivayet edilir. Domaniç'te Çamlıca köyünde Ömer Ağa adında bir ihtiyar, heyete der, üzerine yapılmış yazılmış bir belge getirir. Belgede, Hayme Ana'nın mezarının Çarşamba köyünde olduğu yazıldır. Mezar kazıldığında bir sanduka bulunur. Hayme Ana'nın kemikleri ile gümüş muhafaza içinde hiç bozulmamış atlas bir yazma çıkar. Abdülhamid burada bir türbe yapılmasını emreder. Ertesi bahar türbenin inşasına başlanır. 1892'de türbe törenle açılır. Bugün Domaniç'te Hayme Ana Anıtı bulunmaktadır.

Devamını İnalcık şöyle anlatır: "Abdülhamid, Ertuğrul'u beyliği kurmuş, dip-ata olarak benimsemiş, bir Ertuğrul efsanesi doğmuş, onun için muhteşem bir türbe yapılmış, Ertuğrul Alayı ve Ertuğrul Sancağı kurulmuş, Ertuğrul'un annesinin bulunması ve üzerine türbe yapılması için karar verilmiştir. (...) Doğru rivayetlerini ortaya çıkarma ve topoğrafik araştırmalarla tenkit ve açıklama gereğine inanıyoruz. Mesela Ertuğrul'un Batı Anadolu'ya yönelişinde ilk yerleşim bölgesi olarak Neşri'de "Ankara civarında Karaca-Dağ"ı göstermesi dikkat çeker. Kulu İlçesi'nde Ankara yolu üzerinde Karaca-Dağ silsilesi haritalarda gösterilir. Kaynağımızda zikredilen Karaca-Dağ'ın böylece gerçek bir coğrafyada tespiti önemlidir. (...) Tevarih'de yüzyıllar önce Ertuğrul'un aşiretinin ilk yerleşim bölgesi olarak gösterilen Karaca-Dağ bugün bu durumda, eskiden beri göçerlerin yerleşim bölgesi olan bu bozkırda Yaraşlu Türkmen Köyü ve civarı Ertuğrul'un yerleşim bölgesi olabilir."

OSMANLILAR NE ZAMAN BAĞIMSIZ BİR DEVLET HALİNE GELDİ?

20. yüzyılda 'İstiklal-i Osmani' yılı ve günü tespit çabaları Osmanlı Batılılaşma akımının bir sonucudur. Avrupa'da olduğu gibi Osmanlı Devleti'nin neden bir İstiklal günü olmasın? Özetle, H. 699 yılının Osmanlı Devleti'nin kuruluş tarihi savı bir mitolojidir.

Meşrutiyet döneminde 1909'da İstiklal-i Osmani, yani Osmanlıların ne zaman bağımsız bir devlet haline geldiği sorusu ortaya atılır. Soru, yeni kurulan Tarih-i Osmani Encümeni'nde Efdaleddin Bey' havale edilir. Efdaleddin, gözden geçirdiği eski yeni tüm kaynakların Hicri 699 yılını, Osman'ın "istiklal"inin başlangıcı kabul ettiklerini tespit eder.

SÜLEYMANŞAH FIRAT NEHRİ'Nİ GEÇERKEN BOĞULDU

Kitapta, Süleyman Şah Türbesi ile ilgili de detaylar var: "Ö. F. Dinçel, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nden Abdülhamid dönemine ait iki belgeyi yayınladı. Padişah'ın Sır Kâtibi olan Süleyman Hasbi tarafından Sultan'a arzedilen belgede Ertuğrul'un Orta-Asya'dan 'Karahisar'a geldiğini, 'tarihlerin müttefikan' bildirdikleri kaydedildikten sonra babası Süleymanşah'ın Fırat Nehri'ni geçerken boğulduğu gibi rivayetler özetlenmiştir (Fırat'ta boğulan başka biridir)."

Dokuzuncu asırda Ertuğrul Gazi'nin ataları, yaklaşık 50 bin veya 70 bin hane olmak üzere diğer Oğuz boyları ile beraber Moğol istilasının da etkisiyle Buhara ve Semerkant (Özbekistan) üzerinden Ceyhun nehrini (Amuderya'yı) geçerek Horasan (Türkmenistan) bölgesinin Merv/Mohan şehrine yerleştiler.

10. asrın ikinci yarısında Selçuklularla beraber Azerbaycan üzerinden Doğu Anadolu'ya Van Gölü'nün batısında yer alan Ahlat'a ulaştılar. Burada Selçuklu Beyleri ile beraber Gürcüler'e ve Trabzon Rum İmparatorluğu'na karşı gaza ve fütuhata katıldılar. Bir süre bu bölgede kaldıktan sonra Erzurum ve Erzincan'a, oradan da güneye inerek Halep taraflarına göç ettiler. Bir rivayete göre; Kayıhanlıların reisi Gündüz alp (Süleymanşah), Halep'te Caber Kalesi'nin kuzey batısında Fırat nehrini geçerken boğularak vefat etti.

ERTUĞRUL GAZİ VEFATI

Ertuğrul Gazi, yöneticiliği döneminde aşiretinin nüfusunun az olmasından dolayı barış merkezli, tedbirli ve ihtiyatlı bir siyaset izledi. Çevresinde bulunan Türkmen beylikleri ve Bizans (İnegöl-Karacahisar-Bilecik) tekfurlarıyla daima iyi geçinip onların durumlarını ve siyasi şartları gayet iyi değerlendirerek başında bulunduğu aşiretini ve idaresi altında yaşayanları sulh ve sükûn içinde yaşattı. Ertuğrul Gazi, emri altındaki topraklarda yaşayan halk tarafından çok sevilen ve sayılan bir kişiydi. Söğüt'teki Hıristiyan tebaası da Ertuğrul Gazi'yi yürekten seviyor ve sayıyordu. Yurt tuttuğu bölgede huzur ve güveni sağladı. Ertuğrul Gazi, 1281 senesinde 93 yaşlarında iken Söğüt'te vefat etti. Türbesi Söğüt'tedir.

İSTANBUL KUŞATMASINDA KRİTİK ÜÇ GÜN

Kuşatmada 20-22 Nisan'daki deniz savaşı ve Haliç'e Osmanlı donanmasının karadan indirilmesi fetihte sona götüren kesin bir aşamadır. Şimdiye kadar yazılıp çizilenlerde Osmanlı karargâhındaki bu iktidar mücadelesinin sonuç üzerindeki kesin etkisi gereğince tartışılmamıştır. Bu makalede, 20-22 Nisan'da bu mücadelenin doruk noktasına çıktığını, genç Sultanın azim ve kararının fetihteki kesin rolü ayrıntılı olarak inceleniyor.

BOĞAZLARIN 800 YILLIK TARİHİ VE İSTANBUL

Boğazların Türkiye, Avrupa ve Ortadoğu için stratejik önemi açıktır. Buraları tutan devlet, büyük devlet olmak zorundadır. Kitabın bu bölümünde Boğazlardaki tehdit, Rusya'nın planları gibi önemli strateji konular yer alıyor. Boğazlar ve İstanbul, Doğu Roma İmparatorluğu'nun bin yıllık candamarı, Konstantinopolis de 330 tarihinden itibaren bu imparatorluğun merkezi olmuştur. İstanbul'u korumak için Doğu Roma Balkanlar'dan gelecek istilalara karşı Trakya'da denizden ve denize büyük bir sur yaptı, o dönemde Anadolu, Ege Denizi ve Karadeniz'deki Kırım'ın güney sahilleri bu imparatorluğun egemenliği altındaydı.

KÖSEM SULTAN: İÇ SAVAŞ DÖNEMİ

Osmanlı sarayı ve sultanlarının konu alındığı bölümde, Kösem Sultan'ın 1623-1632 döneminde oğlu adına veziriazamların "arz veya telhîs"leri üzerinde kendi el yazısıyla verdiği emirlere ait bazı belgeler yayınlanır. Belgeler "Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi"nde bulunur. Emirler, üzeri açık bırakılmış arz üzerine Kösem'in el yazısıyla yazılmış. Emirler, Valide Sultan tarafından "Sa'adetlü Arslanım" diye andığı çocuk padişah adına verilmekte, Valide Sultan bir çeşit naib-i saltanat gibi hareket etmektedir.

Haremde kafeste saklanan Şehzade Murad, veziriazamın ulema ile anlaşması sonucu tahttan indirilen I. Mustafa'nın ardından tahta getirilmiştir. Murad, o zamanlar 12 yaşında olduğundan, annesi Kösem lakabıyla bilinen Mahpeyker Valide Sultan, sarayda ve devlet işlerinde doğrudan doğruya söz sahibi olmuştur. Kösem Sultan bir çeşit saltanat "Naibi" gibi devleti idare etmiştir.

Halil İnalcık, Kösem Sultan'ın oğlunun sağlığını ve Yemen isyanıyla ilgili gelişmelerini sorduğu mektup, Topal Recep Paşa'ya mektup gibi birçok belgeyi yorumlayarak okuyucuya sunuyor. Ardından sipahi ayaklanması, Abaza Mehmed Paşa İsyanı, yeniçeri zorbaları, Bağdat Seferi akabinde reform önlemleri, Abaza Mehmed'in yeniden ayaklanması ve isyanın bastırılması gibi konuları belgeler eşliğinde açıklığa kavuşturuyor.

HALİL İNALCIK'IN ANLATIMIYLA

"Osmanlı devleti 600 yıllık varlığını kendi bürokratik sistemin borçludur. Osmanlı devleti, dünyanın en ileri bürokratik vasıtalarına, zengin arşivlere sahipti. Mesela Kıbrıs fethedildi; ertesi sene oraya bir tahrir komisyonu gönderildi. Toprak, halk, vergi sistemi, Mufassal Deftere kaydedildi; defter Kıbrıs'ın merkezden idaresi için güvenli bir başvuru aracı oldu. Macaristan'ın bir köyünün ne kadar buğday yetiştirdiğini geliri kimlerin paylaştığını bu defterlerden tespit edebilirsiniz. İkinci bir defter, İcmal Defteri ile gelirler, askeri sınıf arasında timar olarak taksim edildi.

Osmanlı devletinde kanunlar hâkimdir. Defter ve örfi kanunlar olmasaydı bu imparatorluk 600 yıl devam edemezdi. İmparatorluğu yürüten etkin bürokrasidir. O zaman Avrupa'da böyle bir defter sisteminin örneği yoktu. Osmanlı İmparatorluğu'nu 600 yıl boyunca bu kadar geniş bir alanda, çeşitli kavimler üzerinde idareci durumuna getiren bu bürokratik sistemdir. Böylece 70 yılımı bu arşivlerde çalışmaya verdim. Bugün dünyada artık Türk tarihçilerin görüşleri izleniyor."

Prof. Dr. Halil İnalcık

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN