Mehmet Akif Ersoy Şiirleri: Anlamlı, En Güzel Mehmet Akif Ersoy Sözleri
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, yazdığı şiirler, yazılar ve verdiği vaazlar ile ümmet birliğini hedefleyen müstesna bir isimdi. Milli mücadele sırasında vaaz kürsüsünden yaptığı vaazlarla; sözleri, şiirleri ve yazıları ile kuşaklara etki etti. Sizler için Mehmet Akif Ersoy şiirleri, sözleri, kitapları ve en güzel dizelerini bir araya getirdik.
Önceki Resimler için Tıklayınız
Olmaz Ya... Tabii...
'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? '
Olmaz ya... Tabii... Biri insan biri hayvan!
Öyleyse "cehâlet" denilen yüz karasından
Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet.
Kafi mi değil yoksa bu son ders-i felâket?
Son ders-i felâket neye mâl oldu? Düşünsen:
Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden!
'Son-ders-i felâket' ne demektir? Şu demektir:
Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir!
Zirâ yeni bir sadmeye artık dayanılmaz;
Zirâ bu sefer uyku ölümdür: Uyanılmaz!
Coşkun koca bir sel gibi dâim beşeriyyet
Müstakbele koşmakta verip seyrine şiddet.
Dağlar uçurumlar ona yol vermemek ister...
Lakin o ne yüksek ne de alçak demez örter!
Akvâm o büyük nehre katılmış birer ırmak...
Elbet katılır... Hangisi ister geri kalmak?
Bizler ki bu müthiş bu muazzam cereyanla
Uğraşmaktayız... Bak ne kadar çılgınız anla!
Uğraş bakalım yoksa işin hey gidi şaşkın!
Kurşun gibi sür'atli denizler gibi taşkın
Bir çağlayanın menba-i dehhâşına doğru
Tırmanmaya benzer yüzerek başka değil bu!
Ey katre-i âvâre bu cûşun bu hurûşun
Âhengine uymazsan emin ol boğulursun!
Yıllarca asırlarca süren uykudan artık
Silkin de muhitindeki zulmetleri yak yık!
Bir baksana: Gökler uyanık yer uyanıktır;
Dünyâ uyanıkken uyumak maskaralıktır!
Eyvâh! Bu zilletlere sensin yine illet...
Ey derd-i cehâlet sana düşmekte bu millet
Bir hâle getirdin ki ne din kaldı ne nâmûs!
Ey sîne-i İslâm'a çöken kapkara kâbûs
Ey hasm-i hakîkî seni öldürmeli evvel:
Sensin bize düşmanları üstün çıkartan el!
Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun!
İslam'ı da "batsın! " diye tutmuş yediyorsun!
Allah'tan utan! Bâri bırak dîni elinden...
Gir leş gibi topraklara kendin gireceksen!
Lâkin ne demek bizleri Allah ile iskât?
Allah'tan utanmak da olur ilim ile... Heyhât!
Leyla
'Barındırmaz mısın koynunda, ey toprak? ' derim, 'yer pek';
Döner, imdâdı gökten beklerim, heyhât, 'gök yüksek'.
Bunaldım kendi kendimden, zamân ıssız, mekân ıssız;
Ne vahşetlerde bir yoldaş, ne zulmetlerde tek yıldız!
Cihet yok: Sermedî bir seddi var karşında yeldânın;
Düşer, hüsrâna, kalkar, ye'se çarpar serserî alnın!
Ocaksız, vâhalar, çöller; sağır, vâdîler, enginler;
Aran: Beynin döner boşlukta; haykır: Ses veren cinler!
Şu vîran kubbe, yıllardır, sadâdan dûr, ışıktan dûr;
İlâhî, yok mu âfâkında bir ferdâya benzer nûr?
Ne bitmez bir geceymiş! Nerden etmiş Şark'ı istîla?
Değil canlar, cihanlar göçtü hilkatten, bunun, hâlâ,
Ezer kâbûsu, üç yüz elli, dört yüz milyon îmânı;
Boğar girdâbı her devrinde milyarlarca sâmânı!
Asırlardır ki, İslâm'ın bu her gün çiğnenen yurdu,
Asırlar geçti, hâlâ bekliyor ferdâ-yı mev'ûdu!
O ferdâ, istemem, hiç doğmasın 'ferdâ-yı mahşer'se...
Hayır, kudretli bir varlıkla mü'minler mübeşşerse;
Bu kat kat perdeler, bilmem, neden sıyrılmasın artık?
Niçin serpilmesin, hâlâ, ufuklardan bir aydınlık?
O 'aydınlık' ki, sönmek bilmeyen ümmîd-i işrâkı,
'Vücûdundan peşîman, ölmek ister' sandığın Şark'ı,
Füsünkâr iltimâ'âtıyle döndürmüş de şeydâya;
Sürükler, bunca yıllardır, o sevdâdan bu sevdâya.
Hayır! Şark'ın, o hodgâm olmayan Mecnûn-i nâ-kâmın,
Bütün dünyâda bir Leylâ'sı var: Âtîsi İslâm'ın.
Nasıldır mâsivâ, bilmez; onun fânîsidir ancak;
Bugün, yâdıyle müstağrak yarın, yâdında müstağrak!
Gel ey Leylâ, gel ey candan yakın cânan, uzaklaşma!
Senin derdinle canlardan geçen Mecnun'la uğraşma!
Düşün: Bîçârenin en kahraman, en gürbüz evlâdı,
Kimin uğrunda kurbandır ki, doğrandıkça doğrandı?
Şu yüz binlerce sönmüş yurda yangınlar veren kimdi?
Şu milyonlarca öksüz, dul kimin boynundadır şimdi?
Kimin boynundadır serden geçip berdâr olan canlar?
Kimin uğrundadır, Leylâ, o makteller, o zindanlar?
Helâl olsun o kurbanlar, o kanlar, tek sen ey Leylâ,
Görün bir kerrecik, ye's etmeden Mecnûn'u istîlâ.
Niçin hilkat zemîninden henüz yüksekte pervâzın?
Şu topraklarda, şâyed, yoksa hiç imkân-ı i'zâzın,
Şafaklar ferş-i râhın, fecr-i sâdıklar çerâğındır;
Hilâlim, göklerin kalbinde yer tutmuş, otâğındır;
Ezanlar nevbetindir: İnletir eb'âdı haşyetten;
Cihâzındır alemler, kubbeler, inmiş meşiyyetten;
Cemâ'atler kölendiı: Kâ'be'ler haclen... Gel ey Leylâ;
Gel ey candan yakın cânan ki gâiblerdesin, hâlâ!
Bu nâzın elverir, Leylâ, in artık in ki bâlâdan,
Müebbed bir bahâr insin şu yanmış yurda, Mevlâ'dan.