Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Şubat 13, 2023
“Kıyamet kopuyor zannettim…”

Deprem bölgesindeki bir Müftü Yardımcısı arkadaşımızın 10. katta depreme yakalandıkları anlara dair yaşadıklarını aktarırken kurduğu cümleler arasından çekip aldığımız bu üç kelime, aslında çok derin manalar taşıyor… Kıyametin koptuğunu düşündürecek kadar şiddetle sarsan ve hiç bitmeyecekmiş gibi uzun süren saniyeler… Sonrası ise mahşeri hatırlatan sahneler…

Hiç düşündük mü, acaba Kur'an-ı Kerim kıyameti, mahşeri, ahireti neden bize bu kadar çok anlatıyor; neden yüzlerce ayet, geleceğinde hiç şüphe olmayan "o gün"den bahsediyor? Ve neden bizler, bu kadar önemsenen konulardan böylesine habersiz ve hazırlıksız durumdayız?.. Sanki bu "hazırlıksız" halimizin ceremesini çekiyor ve cezaya çarptırılıyor gibiyiz her depremde… Zira her defasında aynı minval üzere, "Depreme hazırlıksız yakalandık!.." cümlesini duyup duruyoruz…

Kıyametin mutlaka kopacağına, mahşer meydanında herkesin bu dünyada yaptıklarından da yapmadıklarından da hesaba çekileceğine, bu hesap sonunda cennet ya da cehennemden birine gideceğine ve ebedi bir hayatın başlayacağına inanan kimse mümindir. Bu kişi aynı zamanda "sorumluluk şuuru"na da sahip bir kimsedir... Dolayısıyla o, hesabını veremeyeceği işleri yapmaz; sorumluluk gereği yapması gerekenleri de ihmal etmez!... Deprem ülkesinde, fay hatlarının geçtiği bölgelerde yaşamak durumunda olan biri olarak sorumluluğunun gerektirdiği hususları önemser ve tedbirini alır. Zira yaptıklarından da yapmadıklarından da hesaba çekileceği bir "Mahşer Günü Hesabı"nın varlığına inanır ve bu hesabı vermeye hazırlıklı olur vesselâm… Doğrusu müslümanlar olarak bize yakışan, bu anlayışa sahip olmaktır… Ama maalesef bir kez daha bu hususta yine sınıfta kaldık!... Bununla beraber itiraf etmeliyiz ki, burada suç asla bu yüce dinin değil, müntesibi olarak sorumluluğunun gereğini yapmayan bizlerindir…

Konuya bir yönüyle baktığımızda, siyasi olarak sol düşünceye; zihniyet açısından da seküler anlayışa sahip bazı kimselerin dillerine doladıkları bir söylemle insanların zihinlerini bulandırdıklarını, kalplerine şüphe, gönüllerine fitne tohumları saçtıklarını görüyoruz şu günlerde… Onların söylemleriyle ifade edelim:"Tanrı, neden bazı toplumları, insanları böylesi âfetlere muhatap kılıyor? Dikkat ederseniz, dünya ölçeğinde fay hatları, yeryüzünün çoğunluğu İslam ülkesi olan topraklardan geçiyor; Türkiye'de de dindarlık seviyesi yüksek olan şehirlerinden!.." Onlar bu sözleriyle adeta müslüman ve dindar oluşumuz sebebiyle inandığımız Yüce Kudret sahibi Allah Teâlâ tarafından ilahi bir cezaya çarptırıldığımızı söylemeye getiriyorlar!... İnsanlar, şu acılı günlerinde bir de bu "sakil" düşünce ve bu "rahatsız" halet-i ruhiye sahiplerinin saçmaladıkları sözleri izlemek, anlamak ve yorumlamak zorunda kalıyorlar...

Yine, daha bugün (12 Şubat 2023 Pazar) hakkında yakalama kararı bulunan ve Kıbrıs'ta yakalanarak ülkeye getirilen bir müteahhit, yaptığı sitede 70 dairenin çökmesine dair, "ne söyleyeceksiniz" sorusuna, "Mukadderat" cevabını veriyor!...

Gerçekten, bu felaketlerin İslam diniyle, müslümanlıkla doğrudan bir ilgisi var mıdır? Bir müslüman olarak bizim, yaşanan bu deprem felaketini anlama ve anlamlandırma konusunda durduğumuz yer neresidir? Ya da bu gibi felaketler karşısında müslümanın tavrı, duruşu nasıl olmalıdır?... Bugünkü yazımızda bu önemli konuya değinmeye çalışacağız…

İslam dininin temel ilkeleri Kur'an-ı Kerim'in ayetleriyle ve Allah Teâlâ'dan aldığı vahyi, insanlara tebliğ eden Hz. Peygamberin (SAV) sözleriyle belirlenmiştir. Bu ilkeler bazen inanç, bazen ibadet bazen de muamelat denilen ve insanlar arası ilişkileri belirleyen esasları ihtiva ederler. Şimdi geliniz, bu inanç esasları çerçevesinde "felaketler karşısında müslümanın tavrı, duruşu nasıl olmalıdır?" sorusuna cevap arayalım.

FELAKETLER KARŞISINDA MÜSLÜMANIN DURUŞU NASIL OLMALIDIR?

İslam inancına göre dünya hayatında yaşanan her şey, vuku bulan her olay Allah Teâlâ'nın bilgisi dahilinde gerçekleşir. O dilemeden bir şey olmaz, O'nun dilemesi dışında da bir şey gerçekleşmez. Yaratılan bütün varlıklar O'nun eseridir; bütün kâinat O'nun mülküdür. Mülkünde yegâne mâlik ve hâkim O'dur…Lütuf ve ikramlar O'nun Cemâl tecellileri; afet ve musibetler ise Celâl tecellileridir. Aslolan, bu tecellilerin ardındaki Cemâlî hikmetleri görebilmektir… Bu hikmetleri sezebilmek, görebilmek ve farkına varabilmek, Allah Teâlâ'nın yardımı ve bilgilendirmesi olmadan insan için söz konusu değildir. Ancak yine O'nun bildirmesi ve O'nun bildirdiği kimselerin haber vermesiyle mümkün olur. Tıpkı perdenin ön tarafında gerçekleşen üç hadisede de gönlü elvermeyip itiraz eden Hz. Musa'ya, Hızır aleyhisselam'ın, "perdenin arkasındaki" hakikatleri birer birer izah edişi gibi…

Yaşadığımız deprem âfetinde de perdenin önünde "asrın felaketi" denilen bir büyük musibet var… 10 ayrı şehri, ilçeleri ve köyleriyle birlikte şiddetli bir şekilde sarsan bir zelzele… 30.000 kişinin hayatına mal olan, 80.000 insanın yaralı ve hasta olarak hastanelerde tedavi görmesine, 13.5 milyon insanın çeşitli yönlerden mağduriyetine sebebiyet veren; anaları yavrusundan, babaları çocuklarından, bebekleri ebeveyninden mahrum bırakan, ocakları söndüren, evleri enkaza çeviren bir âfet… Görünen şekliyle tam bir Celâlî tecelli… Peki, mümin nasıl okumalı bu manzarayı; nasıl görmeli ve nasıl yorumlamalı bu tabloyu?.. İşte tam burada, bu önemli ve kritik noktada yanlışa düşmemek ve doğru olanı yapabilmek için bize Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa'nın (SAV) rehberliği gerekiyor; hayatıyla bize örnek gösterilen Nebiyy-i Muhterem (SAV) Efendimizin sünnet-i seniyyesine müracaatımız icab ediyor…

BAŞINA MUSİBET GELEN KİŞİ NE SÖYLEMELİDİR?

Bir gün sahabilerden biri, "Ya Resulallah! İnsanlar içinde en şiddetli şekilde musibete uğrayanlar kimlerdir?" diye sordu. Resul-i Ekrem, "Peygamberler" diye cevap verdi ve ardından, "Sonra sırasıyla (dereceleri onlara benzeyenler) onları takib edenler, sonra onları takip edenlerdir. Kişi dinine göre müptela kılınır (imtihana çekilir) Eğer dininde sağlam duruşlu (salabetli) ise imtihanı (göreceği bela ve musibet) ağır olur. Eğer dininde gevşek ise o oranda imtihan edilir. Bu musibetler o kimsenin yakasını bırakmaz, tâ ki kul yeryüzünde hatalarından arınmış bir şekilde yürüyünceye kadar." Bu sahih hadis-i şerif, Allah'ın kutlu elçilerinin sınanma ve imtihana tâbi tutulma bakımından insanlar arasında ilk sırada geldiğini ortaya koyarken bir hususun da farkında olmamızı sağlıyor: "Musibet ve belalar, kişinin arınmasına vesile olan en önemli âmillerdir, vesilelerdir…" Öte yandan bir başka hadis-i şerifinde Peygamberimizin şöyle buyurduğunu görmekteyiz: "İnsanlar, benim başıma gelen musibetlere baksınlar da kendi başlarına gelen musibetlere karşı güçlü olsunlar." Neydi, Resul-i Ekrem (SAV) Efendimizin başına gelenler? derseniz, onu sonraki yazımıza bırakalım; ama şu tavsiyeyi mutlaka söyleyelim: "Birinizin başına bir musibet geldiği zaman, 'Biz Allah'a aidiz ve yine O'na döneceğiz. Allah'ım! Başıma gelen bu musibetin mükâfatını senden bekliyorum. Bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.' desin."

Ağır sınavlarla sınananların en önemli özellikleri "sabreden kimseler" oluşlardır. Onların dillerindeki tesbihat ise "İnnâ lillahi ve İnnâ ileyhi râciûn"dur...

Konuya devam edeceğiz... Son vefat edenlerle birlikte bütün kardeşlerimize rahmetler ve mertebe-i şehadetler niyaz ederiz. Yaralı ve hastalarımıza şifalar, enkaz altında kalanların salimen kurtulup yakınlarına kavuşmalarını dileriz. Hayatta kalanlara ise bu sınavları aşacak sabırlar ve metanet vermesini Yüce Mevlâ'dan niyaz ederiz.

Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN