Arama

Zekeriya Erdim
Ocak 27, 2018
“En”lerimizin ve “gen”lerimizin gücü

Bizim tarihimiz ve kültürümüz; "göze alış" örneklerinin ve öykülerinin "en"leri ile dolu. Çünkü, geçmişten geleceğe uzanan "var oluş" yolumuz; inandığımız ve savunduğumuz değerler uğrunda, canımızı bile feda etmeyi gerektiren destanımsı bir "diğergamlık" yolu.

Onun için; "ölümü göze alanlar, uzun yaşamayı garanti ederler" deriz. Vatanımızın ve milletimizin, dinimizin ve devletimizin sınırlarına saldırı olduğunda; düğüne, bayrama gider gibi cepheye gideriz.

Son yıllarda hızla gelişen "genetik" ilminin verilerine göre; bir "karakter"i temsil eden ve bu karakterin nesilden nesile intikalini sağlayan DNA parçalarına, "gen" denir. Başta insanlar olmak üzere, canlıların karakteristik özelliklerinin pek çoğu; genler yoluyla analarından, babalarından, dedelerinden, ebelerinden gelir.

Bu soya çekim, sadece biyolojik özelliklerin taşınmasından yahut aktarılmasından ibaret olmayıp; canlının bütün yanlarını, yönlerini içine almaktadır. İnsan, doğuştan getirdiği "benlik" özellikleri ile sonradan elde ettiği "kimlik" özelliklerinin sentezi sonucu; bizim bildiğimiz ve muhatap olduğumuz "kişilik" haline gelip Ahmet'ler, Mehmet'ler, Ayşe'ler, Fatma'lar olmaktadır.

Öte yandan, aynı çevre ve ortamlarda yaşayan, aynı tarihi ve kültürel süreçlerden geçen insanların genleri; doğal olarak, birbirinden daha çok etkilenir ve daha fazla benzeşir. Böylece, "kişisel" genlerin birleşip bütünleşmesi sonucu; "toplumsal" gen altyapımız oluşur ve "milletin karakteri" meydana gelir.

LE TOHUMLUK

Seksenli yılların başlarında; rahmetli Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu ile yakından tanışma, görüşme fırsatı bulmuştuk. Haftalık periyodlar halinde tekrar edilen Boğaziçi Sohbetleri sırasında; içinde çok değerli şeyler barındıran koca bir ömrün, süzme özünü ve özetini kolayca almıştık.

İhtisas alanı Türk Dili olan, yurtiçinde ve yurtdışında öğretmenlik ve öğretim üyeliği yapan, TDK ve Halkevleri Başkanlığı gibi bürokratik görevlerde bulunan, Milletvekilliği ve Senatörlük gibi siyasi sorumluluklar üstlenen, bir dönem de Milli Eğitim Bakanlığı ve hatta Parti Başkanlığı yaptığı bilinen Banguoğlu; bize çok çarpıcı bir hatırasını anlattı. Zihin ve gönül bahçemizin fideliklerine; nesilden nesile aktarabileceğimiz bir tohum attı.

1960 İhtilalinden sonraki yıllarda, kendisi Halk Evleri Genel Başkanı iken; Amerika'dan Türkiye'ye, görünüşte Halk Evleri ile ilgili araştırma yapmak isteyen, gerçekte ise ihtilal sonrası halkın nabzını tutup hal ve gidiş hakkında rapor hazırlama görevini üstlenen bir heyet gelmiş. Heyetin başında bulunan Profesör, Anadolu'yu dolaşıp Ankara'ya döndüğünde; Banguoğlu'na, Kars bölgesinde tanışıp konuştuğu bir köylü hakkında, detaylı bilgi vermiş:

-Kendisiyle sohbet ederken; "Ruslar ikide bir Kars'ı, Ardahan'ı isteyip duruyorlar. Yukarıdan aşağı geliverseler ne yaparsın?" diye sordum. Bir dudak bükme ve omuz silkme hareketinden sonra, fütursuzca; "Gelecekleri varsa, görecekleri de var; silahımızı, bıçağımızı alıp savaşırız" cevabını aldım. Sonra anladım ki; aslında askere de gitmemiş, savaş da görmemişti. İstiklal Harbi'nde nerede olduğunu ve ne yaptığını sorduğumda; "Biz beş erkek kardeştik. En küçükleri bendim. Harp çıktığında, babam ağabeylerimi cepheye gönderip; beni tohumluk kalayım diye dağa kaçırdı. Onun için askere de gidemedim, savaş da göremedim. Şimdi beş oğul da bende var. Ruslar gelirlerse; dördü aynen cepheye, biri tohumluğa" dedi.

Amerikalı Profesör, Tahsin Banguoğlu'nun önüne; o tohumluğun, değişik cephelerden çekilmiş boy boy fotoğraflarını bırakmış. Arkasından, hayret ve takdir dolu gözlerle bakıp; "le tohumluk, le tohumluk" diye mırıldanmış.

AFRİN'İN ANLAMI

Şimdilerde, sınır içinde canımızı yakan terör örgütlerinin sınır dışındaki varlıklarına son vermek için; kardeş ülke Suriye'nin Afrin bölgesinde, askeri operasyon yapıyoruz. Geçmişin hatırasına hürmetimizi gösteriyor, bugünün gereğini yerine getiriyor, geleceğin tarlasına ve ovasına tohum atıyoruz.

Tıpkı 15 Temmuz 2016'daki direniş ve diriliş destanında olduğu gibi; tarihe yeni kayıtlar düşülüyor. Toplumsal "en"lerimizin ve "gen"lerimizin gücü ortaya çıkıyor; iktidarıyla, muhalefetiyle, devletiyle, milletiyle, siviliyle, askeriyle; yediden yetmiş yediye, bir "milli mutabakat" süreci yaşanıyor.

Askerlerimiz, güle oynaya; düğüne, bayrama, kurşun dökmeye, şehit ya da gazi olmaya, bu günün "kızıl elma"sını parlatmaya gidiyorlar. Sivillerimiz, doğal bir duruş ve davranış içinde; dua ederek, kurban keserek, gıda ve giysi göndererek, gönüllü asker olmayı isteyerek, gidenlere ve dönenlere coşkulu uğurlama ve karşılama törenleri düzenleyerek, şehit ya da gazi ana-babası olmayı şereflerin en büyüğü görerek sürece katılıp katkıda bulunuyorlar.

Yetişme çağındaki çocuklarımıza ve gençlerimize; hayatın içinde, hakikatin peşinde, en etkili dersleri veriyoruz. Ahir ömrümüzde, dizimizin dibine oturtup, yaparak ve yaşayarak öğrendiklerimizi aktaracağımız torunlarımız için; altından, gümüşten, elmastan, yakuttan, inciden, mercandan daha değerli örnekler ve öyküler biriktiriyoruz.

Bizim gerçeğimiz; bizden sonrakilerin geleceği olacak inşallah. Birliğimize, dirliğimize, karakterimize, kaderimize; kırk bir kere maşallah.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN