Geçmişten geleceğe atılan ok: Okçular Tekkesi

Yayınlanma Tarihi: Mayıs 08, 2018 00:00 Güncelleme Tarihi: Mayıs 08, 2018 13:32

Ok ve okçuluk, pek çok ulusun tarih sahnesine çıkışından itibaren rağbet ettikleri, avlanmanın yanı sıra bir harp sporu olarak özel önem verdikleri bir faaliyettir. Özellikle milletimiz bu sporla asırlar boyu iç içe yaşadı. Gerek savaşta, gerekse barışta askerî talimleri bir yarışma haline getirdi. İlk Türk kavimlerinden miras olarak devrolan okçuluk, Osmanlıda da son derece önemli bir yer tutar.

Geçmişten geleceğe atılan ok: Okçular Tekkesi

Malazgirt Zaferi'nin kazanılmasında okçuların çok önemli bir rol oynadıkları göz önüne alınarak, Osmanlı Devleti'nin genişlemeye başladığı ilk yıllardan itibaren okçuluğa özel bir önem verildi ve Bursa'da Sultan Orhan döneminde bir ok idman alanı düzenlendi.

Cenklerle bütünleşen bir millet olan Osmanlı halkı için okçuluk, oldukça önemliydi Bundan dolayı, padişahlar ok atımların yapılabileceği alanlar oluşturdu. Orhan Gazi, fethettiği Bursa'da yaptırdığı atıcılar sahası ile bu yolda ilk adımı atan hükümdardır. Yıldırım Beyazıt ise bu alanın muhafazası için araziyi vakfetti. Fatih Sultan Mehmet de İstanbul'u fethi sırasında donanmasını karadan yürütüp Haliç sularına indirdiği yeri 'Ok Meydanı' haline getirdi.

TÜRK SPORUNUN YAPI TAŞI: TEKKELER

Osmanlı ve Türk spor teşkilatının temelini oluşturan 'Tekkeler', okçuluğun gelişmesi, daha organize bir yapı oluşmasında temel taşı oluşturur. Sportif yapı kadar kültürel yapının da gelişmesini sağlayan tekkeler aynı zamanda dini eğitim de verir. Ve bu kurumlar sporcular tarafından kutsal sayılır, buralara abdestsiz ve içkili bir şekilde girilmez, ilişkiler de belli bir düzen nezaretinde yürürdü. Eğitmenlere saygısızlık edilmez, elde edilen başarılar ile de böbürlenilmez. Bireyin kişilik ve ahlaki gelişimi de her şeyden önce gelir.

Kesinlikle tesadüfe bırakılmadan gayet ciddi ve profesyonel anlamda hem fiziki hem zihni hem de ruhsal eğitimler buralarda gerçekleştirilirdi. Zira okçular tekkesi bünyesinde kemankeşler her gün idman yapar, önemli yarışmalardan önce 'muhkem idman' adı verilen ağır ve zorlu çalışma dönemine girerlerdi. Okçuluk yapmak isteyenlerde şeyhten izin alarak ve namaz kılarak çalışmaya başlarlardı ki bunlara 'şakirt' (acemi) adı verilirdi.


OKÇULAR TEKKESİ

Fatih Sultan Mehmet'in Okmeydanı'nı ok atışları i için vakfettiği sırada, çevresine sınır taşlarının dikildiği ve dua edilmesi için bir alanın tahsis edildiği ifade edilir. Daha sonra II. Bâyezid döneminde de Okmeydanı'na ayrı bir önemin gösterildi. Fatih dönemi önemli devlet adamlarından İskender Paşa, II. Bâyezid zamanında burada bir tekke inşa etti ve bu tekkeyi atıcılar taifesine tahsis etti. Sultan "meydana bir karış tecavüz edilmemesi, yapı, mezar, su yolu, bağ ve bahçe yapılmamasını" kat'i bir şekilde yasakladı.

Fatih Sultan Mehmet'ten 19. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı padişahlarının Okmeydanı ve burada kurulan Okçular Tekkesi'ne ayrı bir önem gösterdi. Fatih Sultan Mehmet'in vakfettiği bu yer, tecavüzlere karşı muhafaza edilmeye çalışılıp muhtelif zamanlarda padişahlar tarafından ziyaret edilir ve burada bulunan görevlilere de çeşitli ihsanlarda bulunurlardı.

Okmeydanı Tekkesi, her sene Hıdırellez günü olan 6 Mayıs'ta açılır ve burada altı ay boyunca her Pazartesi ve Perşembe günü ok talimi yapılırdı. Ok taliminin yanı sıra, sırıkla hendek atlamak, kılıç müsabakaları, cirit, tomak, matrak gibi oyunlar da bu alanda icra edilirdi. Okmeydanı Tekkesi bir anlamda Ahi geleneğinin devam ettirildiği bir spor kulübü işlevi ile yükümlüydü. Bir okçuyu Okmeydanı'na almak, ok atma izni vermek veya alandan ihraç etmek, ancak tekke şeyhinin izniyle mümkündü.

"Okmeydanı Atıcılar/Okçular ve Tîr-endâzlar Tekkesi" olarak isimlendirilen bu tekkenin, oluşturulma amacı ve faaliyetleri noktasında Türk kültür ve spor tarihi için oldukça önemli ve ayrı bir konumda bulunduğunu söylemek mümkün. Türk-İslâm medeniyetinin önemli bir dönemini temsil eden Osmanlıların, yine aynı medeniyetin tarihi-kültürel birikimlerinden yararlanarak, bir savaş ve spor aleti olan ok ve yayı, Okçular Tekkesi gibi oluşumu ortaya çıkararak, mezkûr fonksiyonlarından daha ileride bir mânâya taşıdı.


Fatih dönemi sonrası, özellikle II. Bayezid döneminde, İstanbul'un hızla Türkleştirildiği ve pek çok İslami tarikatın şehre getirildiği bilinir. Bu çabaları nedeniyle II. Bayezid, 'Sofu Bayezid' adı ile de anılır. Okmeydanı Tekkesi de bu faaliyetlere paralel olarak II. Bayezid tarafından XV. yüzyılın sonları XVI. Yüzyıl ise başlarında inşa ettirildi.

Bu tekke, bir spor komplekslerinin içerisinde bulunan tüm gerekli bölümlere sahip olan yapılar birleşiminden oluşur. Tekkeyi oluşturan yapılar içerisinde padişahın belirli zamanlarda, davetlerde, sünnet düğünü törenlerinde ve hususi olarak ok atmak ve bunun yanında tîr-endâzların kabza alma törenlerine iştirak etmek maksadıyla tekkeyi ziyaret ettiği zamanlarda konakladığı 'Hünkâr Köşkü' ve bir manada tekkenin yöneticisi konumunda bulunan meydan şeyhinin odası bulunur. Bu yapılar arasında meydan şeyhinin odasından başka kemankeşlerin toplanıp oturduğu "meydan odası" olarak isimlendirilen bir de geniş bir salon yer alır. Tekke mutfağının masrafları hazine-i hassa tarafından karşılanırdı. Bu mutfakta pişirilen yemekler, yılın Hıdırellez ile kasım ayları arasında her hafta pazartesi ve perşembe günleri yapılan meydan toplantılarında hazır bulunanlara sunulurdu.

Tekkenin en önemli kısımlarından birisi şüphesiz etrafını, hünkâr mahfili, şeyh odası, meşk odaları gibi yapıların sardığı Okçular Tekkesi Mescidi'dir. 1505 yılında İskender Paşa, tarafından yaptırıldı.

OKÇULAR TEKKESİ'NİN SAKİNLERİ

Okçular Tekkesi'nin ilk şeyhi aynı zamanda iyi de bir hattat olan Şeyh Hamdullah'tır. II. Bâyezid döneminin ünlü kemankeş ve hattatlarından olan Şeyh Hamdullah, 1505 yılında yıldız havasında attığı, Tozkoparan menzilinde 1105,5 gezlik bir rekor kırdı ve adına bu başarıyı elde ettiğine dair taş diktirdi.

Bu rekoruna rağmen, başarısı ona hatırlatıldığında "Güzel yazı yazmak ile ok atmak ferâce giymek gibidir; yazıda feraceyi tam giydim. Fakat ok atmada ferâceye tam nâil olamadım, ancak eteğine yapışabildim" der.

Şeyh Hamdullah'tan itibaren en son şeyh Mustafa Mutî Efendi'ye kadar birçok kişi meydan şeyhliği görevini ifa etmiştir. Bunlardan Uncu Şucâ, Hacı Süleyman, İmam Mehmed Efendi, Halil Efendi gibi isimler örnek olarak verilebilir. Okçular Tekkesi'nin son şeyhi Mutî Efendi ise 1904 yılında meydan şeyhi olmuş, onun 1912 yılında ölümünden sonra tekkeye bir daha şeyh ataması yapılmadı.


Okçular Tekkesi'nin en önemli sakinleri ok talimi için tekkeye gelip giden 'tirendaz'lardır. Tâlib-i kabza da denilen bu kişilerin okçulukta maharet kazanması için kendisine bir rehber edinmesi ve ilk talime başladığı andan itibaren sabırla, idmanları aksatmadan kendisini geliştirmesi öğütlenirdi. Okçu namzedi ilk idmana, ismine "kepaze" denilen gevşek bir yay ile başlamakta ve okçulukta ilerleme kaydettikçe daha güçlü yaylarla çalışmalarına devam ederdi. Talib-i kabza, bu çalışmalarından sonra 900 gezlik (1 gez 60,74 cm- 66 cm arasıdır) mesafeye ok atmayı başarırsa kendisine kabza alma töreni düzenlenerek ismi okçular sicil defterine yazılır ve "kabza sahibi kemankeş" statüsüne kavuşurdu.

KEMANKEŞLERİN HAYALİ

Kemankeşlerin hayali olan kabza alma töreni, meydan şeyhinin duaları ile başlayan kabza talipleri ile meydan şeyhinin arasında geçen bir dizi mânâlı diyalogdan oluşan ve en nihayetinde meydan şeyhinin, kabza almaya hak kazanan tir-endâzlara yaptığı belirli nasihatlerle son bulan bir törendir. Bu tören sonrasında artık kabza sahibi bir okçu olan kişiye, "yayın kabzasına abdestsiz yapışmaması, onu ehil olmayanlara, serkeşe ve çingeneye teslîm etmemesi ve öğretmemesi, eti yenmez kuşa ve sair hayvana özürsüz atmaması, gözü görmediği yere atmaması, atışa besmele ve salâtü selâm ile başlaması" gibi nasihatlerde bulunulurdu.

KEMANKEŞLER YARIŞI

Okçular Tekkesi'nde okla alakalı olarak üç çeşit yarışma şeklinden de bahsedilir. Bunlar uzun mesafeye atılan, "menzil atışı", hedefe karşı yapılan, "puta atışı" ve kalın ağaç kütüklerini veya sert maden levhalarının birkaçını birden delmek için yapılan, "darp vurma atışı"dır. Bu atış çeşitleri arasında en yaygın olanı ise menzil atışlarıdır. Osmanlı padişahlarının da aralarında bulunduğu kemânkeşler, tekkenin ilk kurulduğu andan itibaren bu atış çeşidinde birçok atış yaparak dünya okçuluk tarihine geçecek rekorlara imza attılar.

Bu durumun en bariz göstergesi ise birçoğu yok olup gitmesine rağmen günümüze kadar varlığını koruyan, rekor kırdığı tespit edilen kemankeşin oku attığı yerden mülhem "ayak taşları", bir önceki kemankeşin attığı oktan uzağa düştüğü yere dikilen "menzil taşları" ve bir kemânkeşin kendi rekorunu geçmesi durumunda, rekoru kırdığı ilk taşa verilen ad olarak "ana taşları"dır. Sayısı daha önceki dönemlerde üç yüzün üzerinde olduğu belirtilen bu menzil taşlarından günümüzde sadece 40 tanesi kalabilmiştir. Bu menzil taşları arasında günümüze kadar ulaşabilen, Okmeydanı Tekkesi'nin ilk şeyhi Şeyh Hamdullah'ın 1105,5 gezlik menzil taşı, Sultan IV. Murat'ın 1070,5 gezlik ana taşı, Sultan III. Selim'in yıldız-poyraz havasıyla attığı 1012 gezlik menzil taşı ve Sultan II. Mahmud'un gündoğrusu havasıyla attığı 1215,5 gezlik menzil taşı gibi taşlar bulunur.


SULTAN MAHMUD'UN OKÇULUK GELECEĞİNE KATKISI

Bununla beraber daha önce de ifade edildiği gibi Fatih Sultan Mehmed Han'dan itibaren Osmanlı padişahlarının okçuluğa ve Okmeydanı'na gösterdiği bu önemli ilgi II. Mahmud sonrası, takriben 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren okçuluk ile Okmeydanı ve bunlarla bağlantılı olan kültürel bağlam da yavaş yavaş gözden düşmeye ve daha önemsiz bir vaziyete doğru sürüklenmeye başlandı. Bu bağlamda okçuluğun unutulmaması ve gelecek nesillere aktarılmasının sağlanması durumunu tehlikede gören II. Mahmud'un Okçular Tekkesi'nin tamir edilmesini sağlaması ve okçulukla alakalı risalelerin neşredilmesi için teşviklerde bulundu. Aslında asırlar boyunca oluşmaya devam etmiş Okmeydanı Tekkesi'nin o dönemki durumunun bilinmesi ve okçuluk kültürünün günümüze aktarılmasında sultan II. Mahmud'un büyük katkılarının bulunur.
II. Mahmud dönemi sonrasında ise padişahlar ve devlet adamları tarafından eskisi gibi önemsenmeyen Okmeydanı Okçular Tekkesi, bir süre daha varlığına devam etti. Fakat tekkenin yapıları tamir görmediğinden dolayı özellikle yaşanan doğal afetler sonrasında giderek birer harabe haline geldi. Bu anlamda 1894 yılında yaşanan büyük İstanbul depreminde tekkenin çok hasar aldığı ve içerisinde okçuluk faaliyetlerinin yürütülmesine imkân kalmaz. 20. yüzyılın başlarında ise Okçular Tekkesi'nin durumu bakımsızlık ve destek yoksunluğundan dolayı iyi görünmez. Ayrıca Balkanlar'dan gelen muhacirlerin bu bölgelere yerleştirilmesi sebebiyle Okmeydanı'nın kapsadığı alan da daraldı.

1930'lu yılların başında Okmeydanı'nın vaziyetinin düzeltilmesi adına çeşitli adımların atılsa da Okmeydanı'nı eski günlerine geri getirecek güçlü bir adım olmaz.


1950'li yıllardan başlayarak Okmeydanı ve yakın çevresi yoğun bir işgal yaşadı. Hızla gecekondu yağmasına uğradı. Bu gecekondulaşma döneminde özellikle tekkenin kâgir bölümlerinin sökülerek gecekondu yapımında kullanıldı.

ÇAĞLAR ÖTESİ TEŞKİLATLANMA

Osmanlı ve Türk spor teşkilat yapısının temelleri bu tekkeler sayesinde atıldı. Gerek himaye, gerek sportif eğitim ve gerekse de kişilik ve karakter gelişimi açısından Osmanlı kültür ve İslam yaşayışının tüm yansımaları bu sportif örgütlenmeler de açıkça görülür. Çağın çok çok ilerisini görebilen teşkilatlanma anlayışı ile Osmanlı, dönemine spor alanında da damgasını vurdu ve en asil Türk sporlarından olan okçuluğun günümüz seviyelerine ulaşmasına büyük katkıları oldu.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
>