Dünyanın ilk yapay dili: Bâleybelen

Yayınlanma Tarihi: Kasım 02, 2018 00:00 Güncelleme Tarihi: Kasım 02, 2018 13:53

Dünya üzerindeki her canlı birbiriyle iletişim halindedir. Tüm canlıların içinde, kendine özgü varlık olan insan ise, iletişimini dil ile sağlar. Zaman içerisinde dil gelişir, farklılaşır ve dallanıp budaklanarak farklı biçimlere bürünür. Doğal hayatın doğal gelişimidir bu. Ancak insanların kendisine has iletişim dilleri oluşturduğu da tarih içerisinde görülmüş şeydir. Aslında fantastik dünyalar oluşturan yazarlarda moda olan bu ‘yapay dil’, çok daha evvel meydana gelmişti. Dünya üzerinde ilk kez ‘yapay dil’ bir Türk tarafından yapıldı dersek, bu sizi şaşırtmaz mı?

Dünyanın ilk yapay dili: Bâleybelen

On dokuzuncu yüzyıldan itibaren farklı amaçlarla da olsa yapay diller yaratıldı. Bazıları iletişimi kolaylaştırmak, bazıları bir sırrı şifrelemek, bazıları kurgusal bir evrene kurgusal bir dil ekleyerek onu gerçekçi kılmak ve bazıları da hobi içindi. Yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde dünya ekonomik, siyasal ve kültürel olarak bütünleşme sürecine giriyordu. Ulaşım ve iletişim olanaklarıyla birlikte halklar arasındaki etkileşim de artıyordu. Fakat pek çok milletin dili birbirinden oldukça farklıydı. İşte bu dönemde "ortak bir dil olsa, hiç kimse başka bir dil öğrenmek zorunda kalmasa, bütün insanlık kaynaşsa" düşünceleri ortaya çıktı.

20. yüzyıldaysa yapay dil üretimi farklı bir noktaya taşındı. Aynı zamanda bir dilbilimci olan J.R.R. Tolkien kendi kurgusal evreni Orta Dünya için bazı diller yarattı. Ardından gelen fantazya ve bilimkurgu yazarları da kendi dillerini yaratmaktan geri durmadı.

VOLAPÜK

Volapük, 1879 yılında Alman Papaz Johann Martin Schleyer tarafından oluşturulmuş bir yapay dil. Bitişimli bir yapı içeren bu yardımcı dilin sözcükleri ve söz kökleri daha çok İngilizce'ye ve Romence'ye dayanıyor. Önceleri ilgi ile karşılanmış ve yayılma göstermişti.

Volapük, dil bilgisi kurallarının oldukça karmaşık olmasına rağmen yüzbinlerce kişi tarafından öğrenilmiş, bu dilde kurultaylar toplanmış, dil bilgisi kitapları ve dergiler yayımlanmıştı. Ancak Esperanto'nun çıkması ile yerini ona bıraktı.

ESPERANTO (ÜMİT DİLİ)

1887'de Polonyalı Yahudi asıllı göz doktoru Ludwik Łazarz Zamenhof tarafından icat edildi. Dr. Zamenhof'un bulunduğu bölgedeki insanlar Lehçe, Rusça, Yidiş gibi farklı diller konuşuyorlardı. Zamenhof bu insanların birbirleriyle anlaşmalarını kolaylaştırmak için hiç değişmeyen ve istisnası olmayan 16 ana temel kural ve 917 kök belirlenmiş. Kelimelerinin köklerini genellikle Avrupa dillerinden alan Esperanto dilini icat etti.

Ana dili Esperanto olan insanları unutmamak lâzım. Bu dilde üretilmiş kitaplar, web siteleri, gazeteler, dergiler, tiyatro oyunları, sinema filmleri ve şarkılar var. Vikipedi, Esperanto dilinde bir sürümü çıkarmayı bile ihmal etmedi.

Esperanto, yapay dillerin en bilineni ve en yaygın olanıdır. Bugün Avrupa'dan Çin'e kadar pek çok bölgede konuşulmakta ve birçok ülkede Esperanto kulüpleri bulunmakta. Esperanto dilinde gazete ve dergiler yayımlanıyor. Hatta Kur'an-ı Kerim ve İncil, Esperanto'ya çevrildi.

Dünya çapında 31 üniversite ve 600 okulda öğretilen Esperanto'nun konuşur sayısı kesin olarak bilinmemekle beraber, 15 milyondan çok olduğu tahmin ediliyor. 1966 yılında, bir milyon imzalı dilekçeye karşın, Esperanto, Birleşmiş Milletler tarafından uluslararası dil olarak kabul edilmedi.

Batı Avrupa dillerinin söz varlığından geniş ölçüde yararlanılarak yaratılan Esperanto'nun söz dizimi ve söyleyişinde Slav etkisi görülür.

Bu dillerin dışında İdiom, Neutral, Novial, İnterglossa, Eurolang, Latine Sine Flexione, Master Language, Europanto vb. yapay diller de vardır.

SÂHİB-İ TÂRÎH MUHYÎ-İ GÜLŞENÎ

Muhyî-i Gülşenî Edirne'de doğdu. Burada Üçşerefeli ve Bayezid medreselerini tamamladı. Ardından öğreniminin son aşamasını Sahn-ı Seman'da tamamlamak için İstanbul'a geldi. Ebussuud Efendi ve Gelibolulu Sürurî gibi devrin meşhur ilim adamlarının derslerini takip etti. Gülşenî, Nakşî ve Ahrarî sufîleriyle irtibat kurdu. Muhyî ile Ebussuud Efendi yakın ilişki içindeydi. Derslerine devam ettiği Ebussuud Efendi'yi övgüyle bahseden Muhyî onun hakkında şöyle demektedir: "İster tefsir, ister tevil ister ilm-i sûfiyeden o kadar nevâdir beyan ederlerdi ki eğer onları ömrümde tafsil edip tahrir edeydim, kifayet ederdi". Ebussuud Efendi tarih düşürmedeki maharetinden dolayı Muhyî'ye "sâhib-i târîh" diye hitap etmekteydi.

Eserleri arasında Reşehât Tercümesi, Ahlâk-ı Kirâm, Şerh-i Hadîs-i Cibrîl, Şerh-i Hadîs-i Erbaîn, çeşitli Divan'lar ve Bâleybelen üzerine yazdığı eserler vardır.

Muhyî, kendisini "zebân-zede-i ebkemân" (dilsizlere dil veren) olarak tanımlamaktadır. Söz dizimi, Arapça esas alındığında "Lisânü'l-Muhyî" tamlamasına karşılık "Bâleybelen" karşılık gelir. Muhyî, Arapça tamlamanın karşılığı olan "Bâleybelen" ismini kullanmakta ısrarcıdır.

DÜNYANIN İLK YAPAY DİLİ: BÂLEYBELEN

Dünyanın ilk yapay dili bir Müslüman ülkesinde, üstelik her alanda ihtişamını tüm âleme ispat etmiş Osmanlı'da meydana geldi. Muhyî-i Gülşenî'nin 16'ıncı yüzyılda yarattığı bu dil Volapük'ten üç yüz yıl daha eski.

Muhyî'nin bu dili yaratması Volapük ve Esperanto ile aynı sebebi taşıyor. Osmanlı Devleti 16. yüzyılda gücünün doruğunda olup çok geniş bir alana yayılmıştı. Birbirinden çok farklı dilleri konuşan, çok sayıda millet aynı devletin sınırları içinde yaşamaktaydı. Devletin sınırları içindeki dil ve kültür sayısı o kadar çoktu ki ortak bir dile ihtiyaç duyuldu. Muhyî, bu dili yaratırken bir gün bütün Osmanlı tebaasının bu dili konuşacağının hayâlini de kuruyordu. Yazılarında bu arzusunu açıkça dile getirmişti.

Dili meydana getirmesinin de bir diğer sebebi önemin sufilerinin baskı altında olmasından kaynaklanıyordu. İslam'ın tek bir yorumu saray tarafından kabul edilirdi ve diğer bütün yorumları dışlanırdı. Farklı bir din yorumunda bulunacak olan âlimlerin darağacına gitmesi kaçınılmaz olabilmekteydi. Örneğin, Şeyh Muhyiddin-i Karamani ve Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi bu yüzyılda idam edilmişti.

Bu durum sufileri gizliliğe yöneltti. Dergâhlarda gizlice bir araya gelirler, fikirlerinin açıkça propagandasını yapmazlardı. Herkesi de aralarına almazlardı. "Bilgi sadece onu öğrenme isteği ve yeteneği olanlara verilir." anlayışı gelişmişti.

Muhyî, iki yüz eserini bu dilde yazmış ve diğer sufilere de aynısını önermiştir. Bazı öğrencileri ona uysalar da bazıları da bir dil yaratmanın Allah'a şirk koşmak olduğunu söylediler. O yine de Bâleybelen üzerinde ısrarla çalıştı. Dilin gramer yapısını ve sözcüklerini ortaya döktü. Çok geniş kapsamlı bir dil bilgisi inşa etti. On bin adet sözcük türetti ve yazdığı sözlükte bu sözcüklerin hepsinin Türkçe, Arapça ve Farsça karşılıklarını verdi.

DİL ALLAH'IN BAHŞETTİĞİ BİR LÜTUFTU

Muhyî, bu dile dinsel bir nitelik de kazandırmaya çalışmıştı. O, bu dili kendisinin yaratmadığına inanıyordu. Çünkü bir sufi olarak insanların bütün eylemlerinin Allah'tan geldiğine inanıyordu. Ona göre bu dil yaratılmamış ama keşfedilmişti. Gönülden gönüle ulaşan gizli bir dil zaten vardı. O sadece bu dili dilbilgisine ve sözcüklere dökmüştü.

Muhyî oluşturduğu dil hakkında şunları dile getirmektedir: "Öyle müstakil bir dil oluşturdum ki böylesini âdemoğlu yapmadı. Türkçe ve Farsça'yı bu dile aktardım, Arapça'nın dizilişini kullanarak bu binayı sağlamlaştırdım."

En az emek ilkesinin işletilmeye çalışıldığı Bâleybelen'de, Arapça'da bulunan tensiye (ikil), müennes (dişil), kural dışı çokluk şekilleri gibi yapılara yer verilmez. Kelime köklerinin belirlenmesinde ilham ve diğer dillerden yapılan alıntılar esas alınır. Bâleybelen'in söz dizimi Arapça'dan, kelime gruplarında Farsça'dan, genel yapı bilgisinde Türkçe ve Farsça'dan yararlanılmıştır. Ural-Altay, Hint-Avrupa ve Sami dilleri ayıklanarak Bâleybelen oluşturuldu. Bâleybelen'de kullanılan alıntı kelimeler düşük bir yüzdeyi teşkil etmekte.

Gerçi kılmadı bu dâ'iye zemân
Ki irem ol deme ki cümle cihân
Bu dil ile diyeler işideler
Hukemâ-veş bu tarîka gideler

Muhyî bu dili oluştururken yazı ve konuşma dili olarak kullanılmasını göz önünde tutmuştur. Bundan dolayıdır ki, dili anlattığı eserde ses hadiselerine yer verir. Gramer kaidelerini anlattığı eserleri Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınmıştır. Kurallara verilen bol örnekler, Türkçe, Farsça ve Arapça karşılıkları ile birlikte verilir. Bütün gayretlerine karşı dilin yayılmasında yeterli imkâna sahip olmadığının farkındadır.

Bâleybelen dilinden birkaç örnek:

Aşık: set; deri soymak: neçem; ekmek: betem; gölge: şal; fal: neyad; iftira: kilar; kabus: binhav; laf: kebe; mana: gebi; nefes: ad; padişah: minal; Rabb: Beslecen; ümmet: deras; vücud: bahreme; Ya Allah: Yaan…

JEAN-JACQUES ROUSSEAU İLE YENİDEN ORTAYA ÇIKTI

Onun ölümüyle birlikte bu dil de öldü. Varlığı bile tamamen unutuldu. Yazdığı kitaplarsa kütüphanelerin tozlu köşelerinde kalakaldı. Zaten bu kitaplar kimsenin bilmediği bir dilde yazılmıştı. İki yüz yıl bu şekilde geçti.

Bâleybelenin yeniden ortaya çıkışı aydınlanma filozoflarından Jean-Jacques Rousseau sayesinde oldu. 19. yüzyılın başında Rousseau'nun yolu Halep'e düşer. Burada tanımadığı dilde bir esere rastlar. Eser her ne kadar Arap alfabesinin Osmanlı varyantında yazılmış olsa da bilinmeyen bir dildedir. Kime sorarsa sorsun bu eserin hangi dilde olduğunu öğrenemez. Hiç kimse bilmemektedir.

Rousseau, kitabın giriş sayfasının bir kopyasını çıkarır ve İstanbul'daki Alman ataşesi Joseph von Hammer-Purgstall'e gönderir. Kendisi aynı zamanda bir Doğu bilimleri uzmanı ve tercümandır. Dil öğrenmeye yatkın bir kişilik olup çok sayıda dili bilmektedir. Fakat Hammer da bu dili çözemez ve Paris'teki Oryantal Diller Okulu'ndaki akademisyen Sylvestre Sacy'den yardım ister.

Sacy bu dil üzerinde sekiz yıl çalışır ama dili çözemez. 1813'te bir makale kaleme alır ve Bâleybelenin ya kaybolmuş bir millete ait olduğunu ya da Doğu Kabalistlerinin kullandığı gizli bir dil olduğunu söyler. Elindeki kaynağın sınırlı olması bu dili çözmesini engellemiştir. Aynı zamanlarda oryantalistlerden Alessandro Bausani ise bu dilin ilk yapay dil olduğunu keşfeder ama bunu kimin neden yaptığı hakkında bir sonuca ulaşamaz.

ROUSSEAU'DAN YÜZ ELLİ YIL SONRA

Bâleybelen ilk defa bilimsel bir çalışmaya konu olur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Mithat Sertoğlu 1966'da Hayat Tarih adlı dergide İlk Milletlerarası Dili Bir Türk İcat Etmişti başlıklı bir makale yazar ve dilin yaratıcısının Muhyî-i Gülşenî olduğunu açıklar. Yine de dilin içeriği hâlâ çözülememiştir. Dilin çözülmesiyse içinde yaşadığımız bu yüzyıla rast gelecektir.

İstanbul Üniversitesi Eski Türk Edebiyatı profesörlerinden Mertol Tulum'un öğrencisi Dr. Mustafa Koç 2001'de Bâleybelen üzerine çalışmaya başlar. O, metinlerin dağıldığı Mısır, Türkiye ve Fransa arasında mekik dokumak zorundadır. Muhyî'nin eserlerinin çoğunluğu ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır. Yine de Sacy'nin söz ettiği yazmalardan sözlük bölümü bulunur. Gramer konusundaki kaynaklar ise Mısır Milli Kütüphanesi'ndeki yazmalarda bulunur. Ses yapısını çözmek içinse Muhyî'nin notları lazımdır ve onlar da İstanbul'daki Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'nde ortaya çıkar.

Mustafa Koç, beş yıllık bir çalışmanın ardından dili çözmeyi başarmıştır. 2006'da bulgularını "Bâleybelen: İlk Yapma Dil" adlı kitabında yayımlar.

MUSTAFA KOÇ'UN KİTABI

Dilin şifrelerini çözen Dr. Mustafa Koç, bulgularını Bâleybelen: İlk Yapma Dil adlı kitapta yayımladı ve eser Klasik Yayınları tarafından basıldı. Bâleybelen hakkında başlıca kaynak bu kitaptır. Kitapta Muhyî'nin yaşamı, Bâleybelenin bulunuş süreci, dilin gramer ve ses yapısı ve sözlük bulunuyor.

Tanıtım metninden;

"Bu eser, yapma dil, kusursuz dil, ortak dil ve kaynak dil çalışmalarının bilinen ilk müşahhas örneğidir. 16. yüzyılda kaleme alınan Bâleybelen (Muhyî'nin Dili/Lisânü'l-Muhyî) Doğu dillerinin (Türkçe, Arapça, Farsça) imkânlarıyla sufî tecrübenin harmanlandığı eşsiz bir metindir. Aynı zamanda 19. yüzyılın medeniyetler ve kültürler Babilinde ortak dil oluşturma hamlelerinin ilk müjdecisidir."

"Osmanlı kültür hayatında müspet akisler bırakan; devlet ricali, ilmiye sınıfı ve sufî muhitlerin ilgisini çeken Bâleybelen, Osmanlı medeniyet tarihinin orijinal bir veçhesi olmakla kalmaz, bilim tarihinde ilk inşa edilen dil olarak da yerini alır. Osmanlı Türkçesinin tam bir gramerini de içeren risalelerin yanında 10.000 madde başı içeren Bâleybelen sözlüğü Türkçe, Farsça ve Arapça karşılıklarıyla yer alır."

"200 eser meydana getiren Muhyî, bu ve diğer çalışmalarında dönemine ve kendi iç dünyasına dair verdiği zengin bilgilerle Osmanlı'yı müessese ve insanlarıyla daha yakından görmemizi sağlar. Bu çalışmada transkripsiyon ve edisyon kritikleri yapılarak işlenen Bâleybelen metinleri ve Muhyî'nin hacimli biyografisi birçok bilinmeyenin aydınlatılmasında katkıda bulunacaktır."

Kitabı incelemek veya satın almak için tıklayınız.

(Derlenmiştir.)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
>