Arama

  • Anasayfa
  • Edebiyat
  • Klasik şiirde ustalara şükran ve hayranlık sembolü: Zeyl Geleneği

Klasik şiirde ustalara şükran ve hayranlık sembolü: Zeyl Geleneği

Kelime anlamı olarak bir şeyin devamı, eki, bir şeye katkı, ulama anlamlarına gelen zeyl, Klasik edebiyatta bir gelenek haline geldi. Anadolu sahasında yazılmış ilk tezkire olan Sehî Bey’le 1538 yılında başlayan gelenek, kesintisiz olarak 19’uncu yüzyıla kadar devamını sürdürdü. Şairlik vasfı ile beğenilen divan şairlerinin hepsi hakkında bilgi sahibi olabilmemizi sağlayan bu külliyat günümüze kadar ulaştı. İçine doğduğu yapı bozulmadan devam ettiği sürece zeyl geleneğinin de devam ettiği, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından sonra ise farklı bir yapıya büründüğü söylenebilir.

Klasik şiirde ustalara şükran ve hayranlık sembolü: Zeyl Geleneği
Yayınlanma Tarihi: 15.10.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 15.10.2018 19:28

Kelime anlamı olarak bir şeyin devamı, eki, bir şeye katkı, ulama anlamlarına gelen zeyl, resmi yazı ve kanun maddeleri altına veya kenarına yazılan derkenar; kültür terimi olarak ise, bir yazarın eserini tamamlamak üzere yazılan bölüm, yapılan katkı anlamlarında kullanıldı. Bu anlamıyla zeyl, tıpkı bir zanaat gibi ustadan çırağa geçen bir faaliyet olarak Türk kültüründe de hal tercümesi, tarih, şuara tezkireleri gibi belli türler için bir gelenek olarak devam etti.

OSMANLI'DA NEDEN VARLIĞINI KORUDU?

Bu eserin türün ilk halkası olması sebebiyle örnek alınması, yeni katkılarla devam ettirilmesi çabası, Osmanlı edebiyatının genel yapısını göz önüne getirdiğimizde anlaşılır bir durum. Bu geleneğin, tüm türe yayılmış uygulamasını ise karakteristik şekilde şuara tezkireleri üzerinden takip etmek mümkün. Klasik Türk edebiyatında tezkire türünün, belli bir dönemden sonra neredeyse bütün örneklerinin birbirini tamamlar nitelikte zeyller ile devam ettirilmesi, türün gelişim seyri açısından bu geleneğin yerini incelemeyi zorunlu kılmıştı.

DİVAN GELENEĞİNİN BİR DALI

Bilindiği gibi divan edebiyatı bir geleneğin ürünüdür. Gelenek, dış âlemde görülen her şeyi, yaşanılan her duygu ve her hayat tecrübesini değil, bunlar arasından yaptığı seçimin getirdiklerini şiire/yazıya işlenecek konu olarak verir. Şairin/yazarın bunları bir tarafa bırakıp kendi başına ferdî olarak başka seçimlerde bulunması düşünülemez. Gelenek, her yeni yetişen şair/yazarı kendinden önce ne mevcut olmuşsa değiştirmeden onu devam ettirmeye, nesilden nesile devranılanı kabullenmeye mecbur kılar.

Osmanlı edebiyatı ürünlerinin ilk dönemde daha çok Arap ve Fars geleneğindeki ürünlerin tercümesi ve uyarlaması olması, İslam geleneğinde yazılan eserlerin konu, isimler, ana hikaye gibi genel özelliklerinin dışına çıkılmadan yüzyıllarca yeniden üretilmesi, nazire geleneği çerçevesinde yazılmış olan metinlerin bu vesile ile hep gündemde olması, bu anlayışın üretime yansıyan boyutu olarak düşünülebilir.

Böyle bir tutumda yazarın yerine göre gelişme eğitimi, yarışma veya üstünlük iddiasının da olabileceğini göz ardı etmemek gerekir. Bu işe yeni başlayanların önceki üstatların eserlerinden ilham almaları, ustalaştıkları çağda ise kendilerini ispat için yine aynı yola başvurmaları doğaldır.

DOĞU VE BATI EDEBİYATLARINDA ZEYL

Nazire ya da zeyl gibi bir terim adı olmasa da aynı konuda yazılmış olan eserlerin değişik zamanlarda yeniden ele alınması da aynı yaklaşımın yansımalarıydı. Örneğin Yunan klasiklerinden Euripides tarafından yazılan İphigeneia, 17'nci yy. Fransız klasiklerinden Racine tarafından tekrar yazılmıştı.

Aynı konu 18'inci yüzyılda da Goethe tarafından bir kere daha işlendi. Bunun gibi Electra, hem Euripides, hem Sophokles tarafından yazılmış bu eser, 18'inci yüzyıl Fransız trajedi şairi Crebillon tarafından tekrarlanmıştır. Yine çağdaş Fransız yazarı Jean Giraudoux aynı eseri, aynı adla sahne dünyasına bir kez daha sundu.

Sophokles'in meşhur Antigone trajedisi aynı şekilde modern Fransız edibi Jean Anouilh tarafından aynı isimle kaleme alındı. Bu örnekler belirli bir kültür coğrafyasında belirli eserlerin kilometre taşı olarak görüldüğünü ve örnek alındığını gösterir.

İSLAM GELENEĞİNDEKİ ZEYL İSİMLERİ

Osmanlı Divan Edebiyatı, yapısı gereği bu metinler arası üretim üzerine kurulmuş bir edebiyattır. Osmanlı edebiyatı ürünlerini ferdî yorumlardan ziyade geleneğin içerisinde yer aldığı ölçüde değerlendirmek, bu edebiyatın dayandığı ortak kültür coğrafyasını göz ardı etmeden değerlendirme yapmayı gerektirir. Bu açıdan bakıldığında ortaya konan bir eserin daha önceki üretimlere gönderme yapması, onları yorumlaması, ilavelerle yeniden sunulması bu geleneksel yapıyı dikkate aldığımızda doğal görülmeli. Bu türden katkıların İslam geleneğinde farklı isimlendirmelerinin olduğunu da hatırlatmak gerekir:

Teknik olarak bir metni açma ve açıklamaya, tamamlamaya, ikmal etmeye, irtibatlarını genişletip yeniden kurmaya, derinleştirmeye, tenkit, tahkik ve tashih etmeye, teferruatlandırmaya doğru seyreden çalışmalara tefsir, şerh, haşiye, talikat, tafsil, tevil, izah, zeyl, tetimme, beyan, tekmile, fevaid gibi isimler verilirdi. Buna karşılık bir metni tahkim ederek sıkılaştırmaya, kısaltmaya, fazlalıklardan arındırmaya, ezberlenebilirlik ve kuşatılabilirlik kabiliyetini artırmaya, sistematik ve talimi hale getirmeye, özetlemeye, seçmeler yapmaya dönük çalışmalar ise ihtisar, muhtasar, hülasa, telhis, mülahhas müntehab, muktetaf diye adlandırılırdı.

TEZKİRE YAZARLARI DIŞ COĞRAFYADAN ÖRNEK ALDI

Bu çerçevede büyük bir uygarlığın bir parçası olan Osmanlı coğrafyasında tezkire yazma geleneğine genel olarak bakıldığında 16. yy'da ortaya konan ilk tezkirelerin daha önce bu coğrafya dışında üretilmiş örnekleri model aldıkları görülür.

Camî'nin Baharistanı, Devletşah'ın Tezkiretü'ş-şuarası ve Ali Şir Nevayî'nin Mecalisü'n-nefaisi, Sehî ve Latifî'nin tezkirelerini oluştururken kendilerine model aldıkları eserler olarak mukaddimelerde geçer.

Bir sonraki yüzyılda Sadıkî de eserinin kaynakları arasında aynı isimleri zikreder. Latifî'nin kendisinden önce yazılan Heşt Bihişt'i model alması, Ahdî'nin Sehî ve Latifî‟nin tezkirelerine göndermede bulunması, Beyanî'nin Hasan Çelebi'nin tezkiresini, Safvet'in Safayî'nin tezkiresini özetlemesi (telhis), söz konusu eserlerin birbirine eklenerek yüzyıllar içinde zenginleşmesini, böylece tezkire geleneğinin seyrini gözler önüne sermektedir.

Bu katkının ve önceki metinlerin yeni üretimler ortaya koymadaki en somut örneği ise zeyl geleneğinde görülür. Yümnî, Asım ve Beliğ'nin tezkireleri, Kafzade Faizî'nin eserine zeyldir. Silahdarzade Mehmed Emin ve Şefkat'in tezkireleri ise Beliğ Tezkiresine zeyl olarak yazılmışlardır. Ramiz, Esad Efendi ve Fatin Tezkireleri Salim Tezkiresine zeyl iken İbnül Emin Mahmut Kemal İnal'ın eseri ise Fatin'in Tezkiresi'ne zeyldir.

ZEYL YAZDIKLARINI GİZLEMEYEN GÖNLÜ ZENGİN EDEBİYATÇILAR

Şair/yazarın başka tür tercihlerinin olabileceği her zaman mümkün. Ancak tezkirelerin mukaddimelerine bakıldığında yazarın hangi eseri model aldığını, hangisinden esinlendiğini ya da hangisine zeyl yazdığını açıkça belirtmekten çekinmediğini görmekteyiz. Bu durum geleneğe yaslanan şair/yazarın orijinallik konusunda bir kaygısı olmadığını da gösteriyor.

Bu çerçevede Osmanlı sahasında ortaya konan şuara tezkirelerine isimlendirme açısından bakıldığında, 2 tezkirenin zeyl etme fiiline gönderme yapan başlıklar taşıdığını, 8 tanesinin önsözünde eserini bir başka esere zeyl olarak oluşturduğunu belirttiğini ve 12 tanesinin de önsöz kısmında özel bir esere zeyl yazdığını belirtmese de belirli isimlerin tezkirelerine baktığı ya da onları eserini yazarken model aldığını söylediklerini görmekteyiz.

Söz konusu tezkirelere bakıldığında her birinin müstakil bir eser olarak değerlendirildiği, zeyl yazılarak üretildiği eserin çoğu zaman gölgesinde kalmadığı ve kendi ismiyle orijinal bir eser olarak değerlendirildiği söylenebilir.

HANGİ ESERLERE ZEYL YAZILIR?

Eserin tertip tarzı ve içeriği, bir esere zeyl yazılmasını etkileyen en önemli faktördür. Eserin alfabetik bir sıralamada olup olmaması, bölümlerinin eserde hangi sıralama ile yer alacağı, biyografilerin ve seçilen örnek şiirlerin eserde ne kadar yer alacağı vb. tertip tarzına ve içeriğe dair özellikler bu seçimde önemli rol oynar.

Tezkire yazarının hangi esere zeyl yazacağını belirleyen bir başka önemli faktör, eserin/yazarın dil ve üslup tercihidir. Bilindiği gibi Osmanlı divan edebiyatı çerçevesinde üreten şair/yazarlar geleneğin belirlediği estetik ve muhteva anlayışına göre eser ortaya koyarlar. Ancak bu genel çerçeveye ve değişmeyen üretime rağmen şair/yazarların bir konuyu işleyiş/değerlendiriş tercihi elbette farklı olacaktır. Yazarın kullandığı dilin yalın ya da ağdalı olması, cümlelerinin secili olup olmaması, sanatkârane bir üslup ortaya koyup koymaması gibi dil ve üsluba ait özellikler tezkire ve zeyl yazarlarınca da değerlendirilmişti.

GELENEKTE ŞAİR SEÇİMİ VE ELEŞTİRİLERİ

Tezkire yazarları, eserlerinin mukaddimelerinde, örnek aldıkları ya da zeyl yazdıkları eserleri nasıl devam ettirdikleri, zeyl yazılan ya da özetlenen eserdeki hangi şairleri, hangi sebeple seçtikleri konusunda açıklamada bulunurlar. Ancak bu açıklamalar daha çok eleştirel bir çerçevede yer alır. Yazar, bu yolla bir anlamda kendi şiir anlayışını ortaya koymakta, şairleri eserine alırken bir ölçü fikrine sahip olduğunu düşündürmektedir. Yazarların mukaddimelerdeki özellikle örnek aldığı/zeyl yazdığı yazarın diline, üslubuna ve özellikle de şair seçimine dair ifadeleri, bir anlamda bu eserleri aşma yolunda üzerine ne koyduklarına da işaret eder.

Osmanlı edebiyatında divan şiirinin genel yapısı sebebiyle sanatçının kendisini överek iyi bir eser ortaya koyduğunu belirtmesi hoş karşılanmaz, buna karşılık şair/yazar kendisini değersizleştirir ve beğenilmeyi amaçlamadığını belirtir. Oysaki yine divan şiirinin genel yapısını dikkate aldığımızda model alınan/zeyl yazılan eseri aşmaya ve ondan daha iyi bir eser ortaya koymaya çalışmak şair/yazarın asıl amacıdır.

Tezkire yazarlarının eserlerinin mukaddimesinde bu konuya dair en çok tartıştıkları mesele hangi şairlerin tezkireye alındığı veya alınması gerektiği meselesidir. : "manada yaratıcılık, önceki manaya yeni bir mana katma, önceki manayı yeni bir söyleyişle yeniden söyleme, önceki manayı başka manalarla aktarmak." Yazar, bunu yaparken öncekinden iyi yapanların makbul görüldüğünü, eşit seviyede yapanların reddedilemeyeceğini, fakat öncekilerden aşağı bir seviyede söylenenlerin de makbul görülmeyeceğini söyler.

Tezkire yazarları şair seçimi ile ilgili tercihleri yanında, dil ve üslupları ile de diğer yazarlar tarafından eleştirilmişlerdi. Bunlar arasında şairin/yazarın zincirleme tamlamalar ve garip kelimeler kullandığı, lakırdısı çok, manası az, sıhhatten arı cümlelere yer verdiği, bazı kelime ve tamlamaları çok tekrar ettiği, bazısını da yanlış kullandığı, pek çok şairi yerinden yurdundan ettiği, pek çok şiiri de nâzımından başkasına atfettiği yönünde eleştiriler görülür. Bu ifadeler tezkire oluşturan yazarın, seçim yaparken ne kadar özenli davranması gerektiğine de işaret eder.

Söz edilmesi gereken bir diğer unsur da tezkire yazarının model aldığı/zeyl yazdığı eserden yapılan esinlenmelerin belirtilmesinin beklenmesidir. Eserlere gönderme yapmanın ortaya konan yeni eserin değerini düşürmediği, aksine iyi bir eser ortaya koymanın şartlarından olabileceği de düşünülebilir. Tezkire yazarlarının çağdaşları veya kendilerinden önce eser ortaya koymuş başka yazarlar hakkında ifade ettikleri eleştiriler, bir araya getirildiğinde ve bütün olarak bakıldığında bu tavır, eleştiriyi yapan yazarın kendi eserinin değerini belirleme çabası olarak da görülmeli.

Divan şairi/yazarı, uzun bir süredir devam eden geleneğin aynı öğelerini kullanarak farklı ve iyi bir ürün ortaya koymaya çalışır. Tezkirelerin mukaddimelerinde ortaya konan değerlendirme ya da kimi zaman eleştiriler de yazarın kendi durduğu noktayı, benimsediği sanat anlayışını, poetikasını göstermesi açısından önem taşır. Bu yolla yazar, değerini ortaya koyarak eserini yüceltmekte ve model aldığı bir eser olsa da (zeyl etme, telhis), onu aynen devam ettirmediği vurgusunu, bunu yapanlar üzerinden eleştiri getirerek ifade eder.

(Osmanlı Şuara Tezkirelerinde Zeyl Geleneği - Tuba Işınsu İsen-Durmuş)​

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN