Arama

  • Anasayfa
  • Edebiyat
  • Edebiyatçılar arasında kitaptan fal bakma geleneği tefe'ül

Edebiyatçılar arasında kitaptan fal bakma geleneği tefe'ül

Olacaklardan önceden haberdar olma ve ona göre hareket etme ihtiyacı duyan insan, bu amaçla bir bakıma varlığını koruma ve güvence altına alma adına geleceği önceden bilme hevesinden de kesinlikle uzaklaşmadı. Zamanla Kur’an içerisinden fal bakma ve edebiyatçılar arasında gelenek olmasıyla bir tabir literatürümüzde yerini aldı. Kitaptan fal bakmak… Yani tefe’ül geleneği…

Edebiyatçılar arasında kitaptan fal bakma geleneği tefe’ül
Yayınlanma Tarihi: 14.9.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 14.09.2018 15:44

Bilinmeyeni bilme ve gelecekte olacaklardan haberdar olma merak ve isteğinden doğan gaybi ilimler ve bu ilimleri içeren fal cinsinden türler bahsedilen isteğin değişen şekil ve uygulamalarla günümüze değin varlıklarını sürdürebilmiş şekilleri olmakla kayda değerdir. İnsanlık tarihi kadar köklü bir maziye sahip olduğu bilinen fal ve falcılık dünden bugüne astroloji kisvesi içerisinde Mısır'dan Çin'e kadar güçlenerek hatta kendine yeni yaşam alanları da bularak var olmaya devam ediyor.

FAL İLE VAR OLAN GAYBİ İLİMLER

Dünden bugüne oldukça renkli bir kompozisyonla karşımıza çıkan bu ilimler, etki alanını genişletmek veya bir diğer ifade ile arzı karşılamak adına, zaman içerisinde edebî tür niteliği kazanmış, böylece pek çok ilim dalının ortaya çıkmasına da dayanak oluşturmuşlardı.

"İnsanoğlunun inanç, telakki ve meraklarını ortaya koyan bu türlerden bazıları şunlardır. İlm-i Cifr, İlm-i Remil, İlm-i Tefe'ül, İlm -i Hudut, İlm -i Firâset, İlm-i Kıyâfet, İlm-i Rüküm, İlm -i Kimya, İlm-i Nücûm, İlm-i İyâfe vs."

"İlm-i Sima, insanın simasına bakarak ahlakını anlama anlamına gelirken, İlm i Kef, avuçtaki çizgilerden hükümler çıkarma anlamına gelir. İlm-i Hutut, alındaki çizgilerden hükümler çıkarma, ömrün uzunluğu veya kısalığı hususunda tahminlerde bulunma demektir. İlm-i İhtilâc, seğirmelerden yola çıkma; İlm-i Yâfe, kuşların uçuşlarından tefe'ül'de bulunmak demekti.

"İlm-i Kıyâfet, bir adamın çehresinden ve azasının şekil ve suretinden tabiat ve ahlak ve istidadını istihraç etmek, keyfiyet ve mahiyeti anlamına geliyordu.

Arapların Cahiliye Devri'nden beri mevcut iken İslâmiyete de girmiş olan ve hala birçok yerlerde az çok inanılan ve tatbik edilegelen başlıcaları; Zecr, Iyâfet, Tayre, Kehânet, Ezlâm-ı cahiliyyet, Irâfet, İhtilâc, Kitfe, Kıyafet, ve Firâset'dir"

Tefe'ül- nâme türünün de içerisinde yer aldığı pek çok yaklaşım ve uygulamanın temelde ruhbilim, fizik tedavi ve tıbbın bazı dallarını ilgilendirdiği düşünülebileceği gibi bu türün halk inançlarında ve halkın bir kısım eğilimlerinin nedenselliğinin tespitleri üzerindeki etkileri de etnoloji ve folklor 20 bilimini de bu araştırma alanına dahil etse gerektir.

İlm-i Tefe'ül ve İlm-i Teşe'üm

İlm-i tefe'ülün biraz daha anlaşılır hale getirilmesi adına bu ilmin tam karşıtı olan İlm-i Teşe'üm'e bakmakta da fayda var. "Bir şeyi uğursuz sayma, şom görme anlamlarına gelen teşe'üm halk arasında canlılığını koruyan en güçlü kehanet içerikli inançlardan biridir. Tefe'ül-nâmenin zaman zaman ilm-i teşe'üm özelliği ile karşımıza çıktığını, yani hayır ve er haberlerin iç içe ve belirli bir sistem olmaksızın sıralanmış bulunduğunu da belirtmekte fayda var.

TİMUR'UN İSMİ TEFE'ÜL İLE VERİLDİ

"Babamın adı Tarakay idi ve Keş şehrine yerleşmişti. Ben doğmadan önce babam gece bir rüya görmüş. Rüyasında melek simalı ve temiz yürekli biri karşısına çıkıp eline bir kılıç vermiş. Pederim, kılıcı adamın elinden almış ve dört tarafa sallamış. Sonra uykudan uyanmış. Öğle vakti, babam namaz kılmak için mescide gitmiş ve mahalle mescidimizin imamı Şeyh Zeydüddin'in arkasında namaz kılmış; sonra da gece gördüğü rüyayı imama anlatmış. Şeyh, babama, "bu rüyayı gecenin hangi vaktinde gördüğünü" sormuş. Babam, sabaha yakın bir zamanda gördüğünü belirtmiş. Şeyh Zeydüddin bu rüyayı şöyle yorumlamış : "Allah sana bir erkek evlat verecek, bu çocuk kılıcıyla cihanı fethedecek ve İslam dinini dünyaya yayacak; sakın onun eğitimini ihmal etme! Onu okut, ona hat ve Kur'an öğret". Sonraki yıl doğumumu imama haber veren ve bana isim vermesini talep eden babama, şeyhten "oğlunun adı Temur" olsun, bu demir anlamındadır, cevabı gelmiş. Babam, mescidimizin imamı Şeyh Zeydüddin'e bana isim vermesi için gittiğinde, onun Kur'ân okumakta olduğunu görmüş. Şeyh, 67. sure olan Mülk suresinin 16. ayeti olan : "Eemintüm men fî's-semâi en yehsife bikümü'l-arde feizâ hiye temuru" (Göktekinin sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz? (O zaman) bir de bakarsınız yeryüzü şiddetle çalkalanıyor) ayetini okumakta imiş. Burada son kelime olan "temuru", çalkalanma anlamındadır. Bu, telaffuz olarak "Temur" kelimesine yakındır. İşte bu hadiseyle, Şeyh bana "Temur" ismini vermiş."

Timur gibi diğer Türk hükümdarlar, sanatçılar ve devlet adamlarıyla da ilgili kalıplaşmış siyasi ön yargıların yeniden değerlendirilmesi ve Türk tarihine yeni bir bakış açısıyla bir bütün olarak yaklaşılması zaruridir. Tarih metinlerinin sahihliği konusunda tatmin edici kanıtlardan hareket edilmesi, bizi doğru sonuçlara götürecek. Timur'un babasından duyduğu ve bizzat naklettiği tefeülle ad verme hatırası, aynı zamanda onun yetiştiği kültürel çevreyi ve bu çevredeki manevi değerleri de ortaya koyan bir özelliğe sahip. Timur etrafında Orta Asya coğrafyasında oluşturulan kimlik, tefeülle ad verme geleneğinde olduğu gibi, Osmanlı tarih kaynaklarındaki imaj ve bilgilerden oldukça farklı. Bu durum, geniş Türk coğrafyasındaki olay, durum ve şahsiyetlerin doğru algılanması ve değerlendirilmesinde farklı bilgi kaynaklarının da kullanılmasının zaruretini ortaya koyuyor.

DÎVÂNÜ LÛGATİ'T TÜRK'TE FAL

İnsanın fıtratındaki merak duygusu, geleceği öğrenmek, başlayacağı işin hayırla sonuçlanıp sonuçlanmayacağını bilmek arzusu onu fala yöneltmişti. İnsanlık tarihi kadar eski olduğunu söyleyebileceğimiz falın Eski Türkçedeki karşılığı "ırq"tır. Dîvânü Lûgati't Türk'te kelime "Gaipten haber vermek, kehanetlerde bulunmak, saklı olanı ifşa etmek" şeklinde açıklanır. Esasen, fal bakma veya baktırma bütün milletlerde yaygın bir gelenek olup toplumun hemen her kesiminde, özellikle önemli kararlar alınacağı zaman âdeta bir danışma ve iyiye yorma vasıtasıdır.

KUR'ÂN-I KERİM'DE FAL VEYA FALCILIK

Kur'ân-ı Kerim'de fal veya falcılık; "Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz." âyeti ile yasaklanmıştır. Buna rağmen Araplarda fal bakma geleneği devam etmiş, hatta Kur'ân falı da ilk olarak Araplarda görülmüştü. Daha sonra İranlılar ile Türkler de Kur'ân fallarıyla ilgili manzum ve mensur eserler meydana getirmişlerdi. Fatih Sultan Mehmed'in, dönemin Ebu Hanife'si olarak bilinen Molla Hüsrev'e ve diğer din bilginlerine Kur'ân falı baktırdığı, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi'nin Kur'ân'la fala bakana "şer'an bir şey lazım gelmeyeceği" yönündeki fetvası gibi örnekler, Osmanlılarda Kur'ân falının yaygın olduğunu ve bu hususta dinen bir sakınca görülmediğinin işaretidiydi.

Aynı zamanda Osmanlı devlet protokolünde, "müneccimbaşı"nın özel bir yerinin olması da dikkate değerdir. İslâm'da fal yasaklanmış olmasına rağmen Müslüman toplumlarda "Kur'ân Falı" isimli eserlerin yazılması ve bu eserlerin başında Kur'ân fallarının Cafer-i Sadık, Hz. Ali ve hatta Hz. Peygamber'e dayandırılması, inanmayanlara Müslüman denilemeyeceğine dair rivayetin -üstelik de Hz. Peygamber'den- nakledilmesi de, falı dinî bir temele dayandırıp zihinlerdeki soru işaretlerini gidermek amaçlı uygulamalardı.

Türk-İslâm Edebiyatı (Klâsik Türk Edebiyatı), Türk milletinin İslâm kültür ve medeniyeti tesirinde ortaya koyduğu edebî birikimi ifade eder. Toplumun yapısını, kültürel yönünü, gelenek ve göreneklerini, inanç sistemini değiştirip dönüştürdüğü gibi dil ve edebiyat açısından da etkilemişti. Müşterek İslâm medeniyetinde Araplar ve İranlılar da yer alır. Her biri kendine özgü millî unsurları eserlerine yansıtmakla birlikte bu medeniyete ait müşterek unsurlardan da istifade etmiştir.

TEFE'ÜL GELENEĞİ

Tefe'ül, sözlük anlamı itibariyle "hayra yorma" manasına gelir. Osmanlı toplumunda devlet yönetiminden halka uzanan geniş bir yelpazede yaygın olan tefe'ül geleneği, geleceği merak etme duygusunun bir sonucu olup edebî eserlere de yansımıştı. Şairler, yapıtlarını ortaya koyarken kendi toplumlarına ait millî unsurların yanında ortak İslâm Medeniyeti'ne ait öğelerden de istifade etmişler, birbirlerinden etkilenmişlerdi.

Şairler, hastalık, sevgi, aşk ve muhabbet, çıkılacak bir yolculuk gibi şahsî sebeplerle tefe'ül ederken aynı zamanda sefere, gazaya, fethe çıkacak padişah ve askerleri için de tefe'ülde bulunmuşlardı. Bu da bireysel durumların yanında sosyal ve toplumsal konularla ilgili de tefe'ül yapıldığını gösteriyor. Esasen dinen yasaklanmış olsa da, sosyal hayattaki "Fala inanma, falsız kalma." anlayışının edebî muhitlerde yansımasının ne kadar şümullü olduğunu görmek adına dikkate değer.

Fal veya fala bakma denildiği zaman, çiçek, kahve, kuş, el, kum, su, çay, bakla, iskambil falları gibi usullerin yanında bir fal türü olarak kitap falı, yani tefe'ül de yer alır. Edebî bir terim olarak tefe'ül, "özellikle kutsal kitapların, tanınmış şairlerin divanlarının veya dinî tasavvufî eserlerin bir niyet veya dilek tutularak rastgele açılması neticesinde, ilk göze çarpan ifadelerin okunarak yorumlanması" manasına gelir. Fal bakarken yararlanılacak metinlerin, takip edilecek usul ve adabın yer aldığı Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış, manzum ve mensur pek çok "Falname" bulunuyor. Bu tür eserlerin başında "Gaybı ancak Allah bilir" hükmüne işaret edilmekte, tefe'ülün esasen yapılacak işleri hayra yormadan ibaret olduğu da dile getirilir.

TEFE'ÜL YAPMANIN KAİDELERİ

Tefe'üle başlamadan evvel abdest alma, kıbleye doğru oturma, eûzü besmeleden sonra birtakım âyetlerin yanında salâvat okuyup sevabını Hz. Peygamber'e bağışlama gibi birtakım ritüeller var. Akabinde bir niyet tutulduktan sonra tefe'ül edilecek kitaptan rastgele bir sayfa açıp o sayfada karşılaşılan yazılara binaen yapılacak işin hayır olup olmadığına dair bir işaret aranır.

Şiirlerinden anlaşıldığı üzere, içinde yaşadıkları topluma ait hususlara yabancı olmayan Osmanlı şairleri de tefe'ülde bulunmuştu. Şairler, tefe'ül için Kur'ân-ı Kerîm ve Mevlânâ'nın Mesnevî'si başta olmak üzere Fuzûlî, Atâyî, Hayâlî gibi önde gelen Osmanlı şairlerinin divanları yanında Hâfız, Örfî ve ​Enverî'nin divanları, Sa'dî-i Şîrâzî'nin Gülistân'ı gibi İran sahası şairlerinin eserlerinden de istifade etmişlerdi.

ŞAİRLER HANGİ AMAÇLARLA TEFE'ÜL ETTİLER?

Beyitlerden anlaşıldığı üzere bazen tereddüt ve şüphe edilen şahsî konuları karara bağlama bazen de toplum açısından önem arz eden bir konuda neticeye varma gibi vesilelerle tefe'ül edilmekteydi.

Sükûn-ı gamla tereddüd idersen eyle tefe'ül
Ki şerh-i hâsiyet-i gussadur risâle- i 'âşık
(Şehri)

Şehrî, keder ve sıkıntının insanı sükûnete sevk ettiği dönemlerde tereddütten uzaklaşmak için tefe'ül etmenin iyi bir yol olacağını dile getirdi. Zira âşığın risalesinden yapılan tefe'ül, gam ve gussanın hayra mı şerre mi delalet ettiğine dair hususiyetleri şerh etmeye vesileydi.

Cihânda dün mükedder-hatır idim fâl-i feth için
Bu gün gül-zâre girdim gül kitâbın açmağa nâ-geh
(Fuzuli)

Fuzûlî ise, son derece kederli olduğunu söylediğini bir günün ardından hüznünü dağıtmak için gül kitabını açıp falına bakmak üzere gül bahçesine girmişti.

Pâdişahâ hep tefe'ül böyledür hakkunda kim
Devletünde kahr olur ba-'avn-ı Hak küffâr-ı Rus
(Naşid)

XVIII. asır şairlerinden olan Nâşid ise, padişah için yapılan bütün tefe'üllerde Hakk'ın yardımıyla Rus kâfirlerine galip gelineceği sonucunun çıktığını söylemişti.

TEFE'ÜL İÇİN HANGİ KİTAPLAR KULLANILDI?

Divan ve mesnevilerden yapılan taramalardan anlaşıldığına göre Osmanlı şairleri, belli başlı bazı kitaplardan tefe'ül etmeyi tercih etmişlerdi. Bu bağlamda, kitap falına bakılırken Kur'ân-ı Kerîm başta olmak üzere, Hâfız, Hayâlî, Vecdî, Yunus Emre, Niyâzî-i Mısrî, Hâfız, Örfî, Fuzûlî, Atâyî gibi şairlerin divanları, Mevlânâ'nın Mesnevi'si, Sa'dî-i Şîrâzî'nin Gülistân'ı Yazıcızâde Mehmed'in Muhammediye'si, Ahmed Mürşidî'nin Ahmediye'si, Ahmed Bîcan'ın Envârü'l-Âşıkîn'i gibi daha çok dinî muhtevalı eserlerden yararlanılmış. Zaman zaman Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi de tefe'ül amaçlı kullanılmıştı.

Kur'an ve tefe'ül

Tefe'ülde istifade edilen kitapların başında Kur'ân-ı Kerim gelmekteydi. Bu tefe'ülün ne şekilde yapılacağı ve yorumlanacağı hakkında hazırlanmış müstakil eserler olduğu gibi, bazı yazma Kur'ân nüshalarının sonuna eklenmiş Arapça, Farsça veya Türkçe olarak kaleme alınmış falnameler de mevcut. Farklı sebeplerle Mushaf'tan tefe'ül ettiklerini söyleyen şairler, bazen tefe'ül ettiği ayeti, bazen falına çıkan sureyi, bazen de tesadüf edilen harfi beyitlerine yansıtmış.

Fal açdum idi ey yüzi Mushaf anup kadün
Geldi elif Figânîye oldı huceste fâl

Figânî, sevgilinin (elif gibi olan) boyunu anıp Mushaf'a benzeyen yüzünden fal açınca kutlu falın nişanesi olarak elif harfi gelmiştir. Nitekim elif harfi de olumlu ve hayırlı bir fal olup "Mutluluk, muradına erişme, baht açıklığı, gam ve kederden kurtulma" anlamındadır.

Mushaf-ı ışkdan itmiş idi fâl
"Sûre-i Nûr" ile geldi ikbâl

Gelibolulu Âlî, Tuhfetü'l-Uşşâk mesnevisinde yer alan aşağıdaki beytinde ifade ettiğine göre, aşk Mushaf'ından baktığı falda karşısına ikbal vesilesi olan Nur Sûresi tevafuk etmişti. Böylece şair, aşkın sırrına vakıf olmuş ve artık gözyaşları dinmiştir.

Virdi haber hûb-ı ter mushafa kıldım nazar
"Yevme izin nâzırah" geldi bu âye fâle

Nigârî'ye ise Mushaf'tan "(Bazı yüzler) o gün ışıl ışıl parlayacaktır" âyeti çıkmıştır. Anlaşıldığı üzere, bu da son derece kutlu ve müjdeli bir faldır.

Enverî Divanı

Osmanlı şairleri Farsça eserlerden de tefe'ül yapmışlardı. Bu durum, şairlerin Farsça'da güçlü olduklarına da işaret etmekteydi.

Alup o şevk ile Dîvân-ı Enverîyi ele
Güşâde eyledi niyyet tutup ol dem bir fâl

Garîb fâtiha ki oldu nâ-gehan lâyih
Firâz-ı safhada bu matla'-ı huceste-meâl

Nedîm, İran'ın önde gelen kaside şairlerinden olan Enverî'nin Divan'ından tefe'ül yapmıştır. Karşısına çıkan beyitleri de mutluluk ve saadet vesilesi olarak yorumlayıp zikretmişti.

Gülistan

Ünlü İran şairlerinden biri olan Sa'dî-i Şirâzî'nin Farsça ve Arapça şiirleriyle karışık mensur eseri olan Gülistân, Fars edebiyatının şaheserlerindendi. Aynı zamanda tefe'ül için de başvuru kitaplarındandı.

Başın egüp bu gonca Gülistan okur kaçan
Ben sanuram ki hastası içün kitâb açar

Taşlıcalı Yahyâ, goncanın hastası için kitap açtığını ve tefe'ül ettiğini düşünür. Gülün yaprakları birer sayfa olunca goncanın okuyacağı kitap da elbette Gülistân olacaktır.

Hâfız Divanı

XIV. asır İran şiirinin önde gelen isimlerinden birisi Hâce Şemseddin Muhammed Hâfız, dönemindeki felsefe, mantık, dilbilim, kelam gibi bilimler hakkında öğrenim görmüş, sahip olduğu bilgi birikimini eserlerine başarılı bir şekilde yansıtmıştı. "Fars muhayyilesinin hafızası" olarak bilinir ve Osmanlı şiirinde Ahmed Paşa, Şeyhî, Fuzûlî, Bâkî, Hayâlî, Nef'î, Nâilî, Neşâtî, Nâbî, Şeyh Gâlib gibi birçok şaire de ilham kaynağı olmuştur.

Konu itibariyle Hâfız'ın bir başka önemi de tefe'ülde İranlılar arasında yaygın olan Hâfız Divanı'na başvurulması geleneğinin Osmanlı toplumunda da karşılık bulmuş olmasıydı. Tefe'ül edecek olan kimse, Divan'dan bir sayfa açmak suretiyle başındaki, ortasındaki veya sonundaki beyti esas alarak niyet eder. Tefe'üle başlamadan önce Fatiha ve İhlâs surelerini okuduktan sonra "Ey Şirazlı Hâfız, bana nazar et. Ben fal talibiyim, sen ise her sırrı keşfedensin." anlamına gelen Farsça şu dörtlüğün okunması da gelenektendir: "Ey Hâfız-ı Şirâzî
Ber-men nazar endâzî
Men tâlib-i yek-fâlem
Tû kâşif-i her-râzî"

Tefeü'l eyledük yârân ile Dîvân-ı Hâfızdan ‚
"Metâ mâ telka men tehvâ da'i'd-dünyâ" bana çıkdı

İbrahim Râşid'in beytinde ise, bir dost meclisinde tefe'ül yapılmış ve "Metâ mâ telka men tehvâ da'i'd-dünyâ" mısrası çıkmış. Bu mısra Hâfız Divân'ındaki ilk gazele aitti.

Hayâlî Divanı

Osmanlı şairleri, sadece İranlı şairlerin eserlerinden değil Türk şairlerin yapıtlarından da tefe'ül amaçlı yararlanmışlardı.

Diyarbakırlı şairlerden olan Lebîb, Divan'ında ‚Vezîr-i Müşârün İleyh Hazretleri Baba Süleymân Paşa'yı Kahra "Azîmet Etdikde İrsâl Olunan" tarihin ilk beytinde tefe'ül için Hayâlî Divanı'nı kullandığını ifade eder.

Feth eyledim ihlâs ile dîvân-ı Hayâli
Bu nazm-ı belîg oldu tefe'ülde hüveydâ

Hem samimi ve hâlisâne niyetle fal açtığını hem de tefe'üle başlamadan İhlâs ve Fâtiha (aynı kökten müştak feth kelimesini kullanmak sureti ile) surelerini okuma geleneğini dile getirir. Tefe'ülde gayet açık ve hüveyda bir sonuç çıktığını, bu seferin hayırla sonuçlanıp fethin müyesser olacağını da belirtir.

Mevlânâ'nın Mesnevî'si

Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî'nin meşhur eserleri Mesnevî ve Divan-ı Kebir de tefe'ülde kullanılan kitaplardandı.

Bendesi Es'ad tahayyül eyledim
Nutk-ı Monlâdan tefe'ül eyledim

On sekizinci asrın Mevlevî şairlerinden olan ve önceleri Es'ad mahlasını kullanan Şeyh Gâlib, Mesnevî'den tefe'ül eyleyenlerdendi

Örfî Divanı

Tefe'ül eyledim âsâr-ı nazm-ı 'Örfî'den
Bu kıt'a çıkdı hemân hasb-i hâl-i nâ-hemvâr

Örfî Divan'ından tefe'ül eden Sünbülzâde Vehbî'nin falına olumsuz anlam içeren beyitler çıkmıştı. Şair, falına kıt'a çıktığını söylemekle birlikte zikredilen beyitler Örfî'nin 168 beyitlik kasidesinden alınmıştı.

Riyâzî Divanı

Nedîm, tarihlerinden birinde on sekizinci asır şairi Riyâzî'den bahseder.

Bu müretteb dîvân-ı pâkinden
Matla'-ı hâl mâ-sadak sana fâl

Riyâzî'nin Divan'ı ve Sâkî-nâme'sindeki sanat ve söyleyiş gücünü şairin beğendiği, Divan'ı tefe'ül amaçlı kullandığı anlaşılır.

Vecdî Divanı

On yedinci yüzyıl şairlerinden Vecdî'nin Divan'ından tefe'ül edildiğini on sekizinci asır şairlerinden Âgâh haber verir.

Garaz bir gün şikâyet-nâme-i 'aşk-ı mecâz itdüm
Yem-i fikre düşüp endîşe-i dûr ü dırâz itdüm
Tefe'ül eyleyüp Dîvân-ı Vecdîden niyâz itdüm
Açup bu matla'-ı rengîni Âgâh imtiyâz itdüm
Gönül sûzân iden cism-i nizârun tâze dâgundur
Seni pervâne-i 'aşk eyleyen kendi çerâgundur

Âgâh'ın kurgusuna göre mecazi aşktan müşteki olan şair, endişesini gidermek niyetiyle fal açmış, âdeta "Kendin ettin kendin buldun/İnsanın kendine ettiğini cümle alem bir araya gelse yapamaz" atasözlerini de tedai ettiren bir beyitle karşılaşmıştı.

Çalışmada elbette zikredilen misallerin dışında daha fazla örneğe rastlamak da mümkün. Osmanlı şiirinde öncelikle Kur'ân-ı Kerim (Mushaf kelimesi ile birlikte) harfler, âyetler, sure isimleri tefe'ül için zikredilmiş. Kur'ân'dan yapılan tefe'ülde, en fazla Fetih suresi ve âyetlerine rastlanıyor. Bu durum, hem kelime anlamından hareketle çıkılan seferden fetihle dönülmesi hem de gönüldeki sıkıntı ve gam bulutlarının yerine huzur ve saadet güneşinin açılması temennisiyle bağlantılı. B

eyitlerde hem Hâfız, Örfî, Enverî gibi İranlı şairlerin hem de Riyâzî, Hayâlî, Vecdî gibi Osmanlı şairlerinin divanları; Gülistân, Mesnevî gibi dinî muhtevalı eserler tefe'ül için başvurulan kaynaklar olarak tespit edilmiş. Bazen genel ifadelerle tefe'üle işaret edilmiş, bazen de hangi beyit ya da beyitlerin şairlerin falında çıktığı açıkça dile getirilmiş. Dikkati çeken husus, tefe'ülle ilgili beyitlerin tamamına yakının güzel ve hayırlı fallara işaret ettiğidir. Bu bağlamda, şairler olumsuz sonuçları çok fazla dile getirmemişlerdi.

Fal-name

Fâl-nâme'nin bilinen tek nüshası Millet Yazma Eser Kütüphanesi Manzum Eserler'e 743 no ile kayıtlıdır. Eser, 13 varaktır ve nesihle yazılmıştır.

24 Divan şairi adına tertip edilmiş 24 fal niyeti, eserin konusunu oluşturur. Divân şairleri, mahlaslarının ilk harfi dikkate alınarak Osmanlı Türkçesi alfabesine göre sıralanmış. Eserde, her varağın a ve b sayfalarında; iki Divan şairinin adı ve aşağıda belirtilen konulara ait aaxa şeklinde kafiyelenen altışar bent yer almış. Fâl-nâme'de, şairlerin adı sayfa başında belirtilmiş ve bentler numaralandırılarak, kırmızı cetveller ile ayrılmış. Bentler, fâilâtün fâilâtün fâilün aruz kalıbıyla yazılmış.

Fâl-nâme'de fala nasıl bakılacağına dair bir açıklama yok. Her sayfada 6 dörtlüğün yer alması falın zar atılarak bakıldığına, eserde geçen şair adları da falın ayrıca bir ön aşamasının olduğuna işaret eder. Eserde nasıl fala bakıldığı ile ilgili bilgi yok fakat iki yöntem akla gelir.

Birinci yöntemde herhangi bir konuda fal baktırmaya niyetli kişi öncelikle şair adlarından bir kura çeker, daha sonra kurada gelen şaire göre konusu belirlenmiş olur. Zar atılarak gelen sayıya göre fal dörtlüğü okunur. Bu yöntemle hem şairler hem de bentler ön plandadır.

İkinci yöntemde belirli bir konuda fal baktırmaya niyetli kişi niyetini fal bakacak kimseye söyler. Konuyla ilgili şair ve fal bentleri bulunur, zar atılarak gelen sayıya göre fal dörtlüğü okunur. Burada şairlerin işlevi sadece falı daha etkili hâle getirmektir.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN