Arama

Sohbet havasındaki gönül kelamları dedim-dedi

Millet olarak sevinçlerin paylaşılmasında, üzüntülerin azaltılmasında, düğünlerde, törenlerde, kıraathanelerde, köy odalarında halk, gezici aşıkları ve şairleri dinleyip eğlenerek vakitlerini dolu dolu geçirirlerdi. Günümüz insanlarının çoğu bu aşıklara ve ortama şahit olmadı ama onlardan günümüze kalan türkülere ve şiirlere yüreklerinden yer açmasını bildiler.

Sohbet havasındaki gönül kelamları dedim-dedi
Yayınlanma Tarihi: 26.8.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 27.08.2018 17:25

Dedim, dilber gitme bir dem gonuşak (konuşalım) / Dedi, sözün yoktur bahanedir bu
Dedim, bir buse ver bu kemter kuluna / Dedi, acep deli divanedir bu
Dedim, seni seven can budur / Dedi, senin aşkın akan bir sudur
Dedim, civan ömrüm çürüpdür / Dedi, abes sözdür efsanedir bu

Âşık edebiyatında ağıt, bayatı, destan, deyişme, divani, dua, fahriye, gazel, güzelleme, hicviye, ilahi, kaside, koçaklama, koşma, mani, mersiye, muhammes, murabba, münacat, müstezat, naat, nazire, nefes, rubai, satranç, semaî, şahtiye, tahmis, taşlama, tecnis, örneklerin yanı sıra bir de "Dedim-dedi" türü vardır.

İLK ÖRNEĞİ İLK SÖZLÜĞÜMÜZDE

Bu tarz şiirlerle ilgili olarak Türkiye'de ilk çalışmayı yapan Hayrettin İvgin'di. Dedim-Dedi türü şiir "Halk şiirinde saygın olarak kullanılan bir biçim olup koşma ve semailerdeki âşık ve sevgilinin (dedim-dedi ifadesine bağlı) karşılıklı söyleşmelerdir. İlk örnekleri Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lügat'it-Türk'de görülüyor. Bu şiir parçası, 7 heceli olup âşık-maşuk deyişmesi şeklindeydi.

Mürâca'a şiirin Türk edebiyatındaki ilk örneği Kaşgarlı Mahmud'un Divânü Lügati't- Türk'ünde, her dörtlüğün ilk mısraında aydım (dedim), aydı (dedi) şeklinde bulunuyor.
Aydum anğar sevük
Bıznı taba ne elük
Keçtinğ yazı kerik
Kırlar edhiz bedhük

Dedim: Bizim tarafa yüksek, büyük, geniş kırları geçerek nasıl geldin?

Aydı seninğ udhu
Eıngek telim ıdhu
Yumşar katığ ödhü
Könğlüm sanğa yükrük

SEVENİN AŞKINA KARŞILIK SEVİLEN BÖBÜRLENİR

"Dedim-dedi"lerin canlı koşma şeklinde olduğunu ve gelenek haline geldiğini ayrıca şiire canlılık ve devinim getiren bir yol olduğu söylenir. Bu tür âşık şiirinde genellikle seven ile sevilen arasında geçen atışma/deyişmenin âşık tarafından dile getirilmesi olarak tanımlanır.

Sevenin övgülerine, güzellemelerine karşılık sevilenin seveni küçümsediği, böbürlenerek güzelliği ile övündüğü durumlarının ifadesidir. Sevilenin böyle böbürlenmesini sevenin sitemle karşılık vermesine neden olur. Dedim-dedi'li şiirlerde iki sevgili dışında soyut ve somut varlıklar da kişiselleştirilerek işlenir.

HALK TARAFINDAN SEVİLEN BİR TÜR

Âşık yaratıcılığında "Dedim-dedi" bedii formu geniş kitlelere yayılmıştı. Bu formdan halk türküleri de istifade etti. Edebiyatımızda Dedim-dedi'li şiir şeklinin kendine en fazla yer bulabildiği alan Âşık edebiyatı alanı oldu. Bu alanda ilk örnekleri Nesimî, Pir Sultan, Tamaşvarlı Gazi Âşık Hasan, Ercişli Emrah, Ruhsatî gibi şairler ortaya koymuşlardı. Dedim-dedi" örneklerini geçmişten bugüne yaşatan usta âşıkların başında, Âşık Ömer, Erzurumlu Emrah, Âşık Ruhsatî, Huzuri, Zulâlî ve Âşık Elesger gelir.

BÖLGELER ARASI ETKİLEŞİMLER SÖZ KONUSU

Sözlü kültürün yaygın olduğu dönemlerde bu etkilenmelerin olmaması mümkün değil. Âşıklık geleneğinin kollarını oluşturan bölgelerin başında gelen Kars ve Erzurum yöresi âşıklarının zaman zaman Azerbaycan'da yaşayan âşıkları ya etkilediklerini ya da onlardan etkilendiklerini tespit edildi.

Âşık Ömer

Dedim dilber yanakların kızarmış
Dedi çiçek taktım gül yarasıdır
Dedim dane dane olmuş benlerin
Dedi zülfüm değdi tel yarasıdır

Konya'nın Hadım ilçesinin Gezleve köyünde 1651 yılında doğduğu rivayet edilir. Düzenli bir medrese tahsili görmediği anlaşılmakla birlikte devrin kültür muhitleri içinde bulunmak suretiyle kendi kendini yetiştirmiş ve aynı devrin diğer âşıklarına göre daha seçkin bir yer kazanmış. Şiirlerinin büyük bir kısmını "divan, gazel ve müstezat" şekillerinde ve aruz vezniyle yazdığı ve şiirlerine bol sayıda yabancı kelime kattığı için, hem şehir aydınları tarafından okunmuş hem de saz şairlerinin gözlerini kamaştırmıştı.

Erzurumlu Emrah

Dedim dilber dîdelerin (gözlerin) kan olmuş
Dedi çok ağladım sel yarasıdır
Dedim peri niçin sarardın soldun
Dedi hep çektiğim dil yarasıdır

19.yüzyılın en baştaki halk şairlerinden olan Emrah'ın 18. Yüzyıl sonlarına doğru Erzurum'da doğduğu iyi bir öğretim gördüğü ve 1854 yılında Niksar'da öldüğü kendisine ait pek az bilgilerimiz arasında. Tokatlı Nurî ve Gedâî gibi iki ünlü çırağı sayesinde adıyla anılan bir âşık kolu teşekkül etmişti. Her iki çırağı da pek çok çırağı yetiştirmiş ve bölgeyi adeta bir Emrah sevgisiyle kaplamıştır. Emrah'ın adaşı Ercişli Emrah'la karıştırılması son yıllarda yapılan çalışmalarda büyük ölçüde giderilmiş ve daha genç olanı da gereksiz töhmetlerden kurtarılmıştı.

Kaygusuz Abdal

Dedim ey dilber lebinden
Bir buse versen n'ola
Alnına sapan kayası
Ensene tokmak der

Alevi-Bektaşi edebiyatında "yedi ulu" ozandan biri olan Kaygusuz Abdal aruz ve hece ölçüsüyle şiirler yazmış, halk şiiri geleneği içinde halkın diliyle yazdığı nefesler de görülür.

Kul Nesimi

Uykudan uyanmış şahin bakışlım
Dedim sarhoş musun söyledi yok yok
Ak elleri elvan elvan kınalım
Dedim bayram mıdır söyledi yok yok

17. Yüzyılda yaşamış. Saz elde, keçe külâh başta, köy köy dolaşmış bir derviştir. Asıl adı Ali'dir. Soyu 14. Yüzyılın ünlü şairlerinden ve Yunus Emre izleyicilerinden Bacım Sultan'a bağlı Sait Emre'ye dayanır.

Ercişli Emrah

Dedim inci nedir dedi dişimdir
Dedim kalem nedir dedi kaşımdır
Dedim on beş nedir dedi yaşımdır
Dedim daha var mı söyledi yoh yoh

Van'ın Erciş ilçesinde doğmuş. Van yöresinde ve Çukurova'da dolaştı. XVII. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. Emrah ile Selvihan Hikâyesi Türk halk hikâyeleri içinde en sevilenlerin başında yer alır. Pek çok şiirle süslenen ve sağlam bir yapısı olan yaygın bir halk hikâyesidir.

Âşık İslâmî

Dedim pahalılık dedi modadır
Dedim artış varmış dedi havadır
Dedim nefes almak, "O bedavadır"
Dedim ucuz bir şey dedi ki yok yok

Hayatı hakkında pek malumatımız yok. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaşamış ve İslami mahlası kullanarak şiirler yazmış. Âşık İslâmî, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde çekilmez hal alan ve halkı perişan eden pahalılık ile on bir yıldır çözümlenmeyip yılan hikâyesine dönen iskân işlerini Erzurumlu Emrah'ın "Dedim dedi" sözleriyle dile getirmiş.

Gevheri

Ben niyaz eyledim intînap itti
Ne lütf ile güldü ne hitap itti
Ben gittim sen kaldın ne cevap itti
Güftârın işidüp gördün ne didi

Asıl adı Mustafa. 17. Yüzyıl ortalarında doğduğu, 1720'lere doğru öldüğü tahmin ediliyor. Şaz Şairleri geleneği onu Kırımlı sayar. Gevheri de Âşık Ömer ve Karacaoğlan gibi halk edebiyatının şöhretli bir şairidir. Saz şairleri onu en büyük üç dört ustadan biri diye saymışlar.

Âşık Elesger

Gedip erzi-halın yara söyledim,
İncinmesin mennen canana dedi
Zülm eliynen meni yâda veriler
Viran qalsın bele zamana dedi

(Gidip arz-ı halini sevgiliye söyledim/ Benle sevgiliye incinmesin dedi
Zulümle beni yabancıya veriyorlar/Ayrılık kalsın böyle zamana dedi)

1821 yılında Göyçe'de doğmuş. Göyçe'nin üstad âşıklarından Âşık Ali'nin yanında beş yıl çıraklık yaparak saz ve söz sanatının bütün inceliklerini öğrenir. Klasik şark ve Azerbaycan şairlerinden Firdevsi, Nizami, Sadi, Hafız, Nesimi, Fuzuli, Nebati'nin anı sıra kadim halk destanları; Keremin, Âşık Garip'in Gurbani'nin, Abbas Tufarğanlı'nın, Sara Aşığın, Karacaoğlan'ın sevgi türkülerini mükemmel öğrenir. 1926 yılında vefat eder. Âşık Elesger Azerbaycan âşık edebiyatının en önemli temsilcilerinden birisidir. Âşık edebiyatında destanlar önemli bir yer tutar. Azerbaycan âşık edebiyatının üstat âşıklarından Aşık Elesger'in "Âşık Elesger ile Sehnabanı Destanı adlı eseri vardır.

Âşık Huzurî

Dedim Huzûri'ye eyle bir nazar
Dedi bir bakışım yüz bin can ezer
Dedim ki rakîpler bıyıksız gezer
Dedi sözün tutan er kalmamıştır

Tasavvufi şiirleriyle kendi bölgesinde ün yapmış olan Mustafa Keşfî efendinin oğlu. Huzuri mahlasını ona babası verir. Yirmi beş yaşlarında sazı ile gittiği Acara, Ahıska, Ahılkelek, Ardahan ve Kars'ta sazı ve şiirleriyle kahvelerde halka çalar söyler. Şavşat'ta nüfus, Yusufeli'nde tapu memurluğu, Erzurum'un Şenkaya ilçesinde imamlık yapar. 1951 yılında akciğer kanserinden vefat eder.

Seyrânî

Dedim hayran oldu dîdem ayneye
Dedi ben var iken gökte ay neye
Aldı cemâline baktı ayneye
Aynesiz yüzlere ayne yaparlar

Genç yaşta üne kavuşarak kabına sığmaz olmuştur. O devirde halk şairlerinin saray tarafından gördüğü ilgiden dolayı İstanbul'a gitmişti. İstanbul'da başı tehlikeye girip de sığınacak bir yeri kalmayınca Halep'e kaçmış. Bağdat ve Mısır'ı da dolaşın Seyrânî daha sonra Adana yolu ile Develi'ye döner.

Âşık Ruhsâtî

Dedim geçenlerde kaş etmedin mi
Dedim sırlarımı faş etmedin mi
Dedim Ruhsati'yem işitmedin mi
Dedi kurban olsun can cana vah vah

Taşlama ve güzellemeleriyle tanındı. Değirmencilik, sıvacılık, duvarcılık gibi işlerde çalıştı. Âşık Minhâcî'nin babası, Meslekî'nin ustasıdır.

Âşık Zülâlî

Dedim ay kız bir ok vurdun bu cana
Dedi âşık benden aman diliyor
Dedim layık mısın vezire han'a
Dedi vezir değil sultan diliyor

12 yaşlarında başında geçen bir hadiseyle "Bâde içmiş-Halk Âşığı" olmuş, şiir söylemeye başlamıştı. Bursa'da Hamidiye Ziraat Mektebinde okur. Kars, Ardahan, Posof, Şavşat, Ahıska, Batum, Şeki, Manisa, Afyon ve Eskişehir'de yaşamış.

Âşık Şemşir

Güzel seni görünce, güç-takatim
Ben dedim: - kalmadı, sen dedin: - kaldı.
Yine yan bakışın zavallı canım
Sen dedin: - almadı, ben dedim: - aldı

Halk şiirinin gerayli, koşma ve mani gibi şekillerinde söylemişti. Âşıklık sanatını babası Gurban ve Âşık Elesger'den öğrenmişti. Âşık Şemşir'in şiirleri o kadar mükemmeldir ki yazma eserlere yakındır. Onun şiirlerini büyük edebiyat klasikleri numuneleri ile yan yana konacak seviyededir. Bundan dolayı da Samed Vurgun gibi dünya şöhretli bir halk şairi de Dede Şemşir'in şiirlerini beğenmiş, yüksek kıymetlendirerek Kelbecer'e-İstisuya (Sıcaksuya) giderek onunla yakından görüşmek istemiş.

Âşık Talibî

Dedim kaşın kara dedi sürmeden
Dedim dudakların dedi hurmadan
Dedim o saçların dedi sormadan
Dedim örsem ne var dedi olur mu?

Gençlik yıllarında dayısının kızı Keklik Emine'ye vurulur bu vesile ile şiir yazmaya başlamıştı. Âşıklıkta kimseden bir ders almadan kendini yetiştiren Talibi şiirlerini topladığı kitapçıklarını satarak geçimini sağlamaya çalıştı. Ankara Destanı, Zelele Seylap Destanı, Felek Yarası, Samsun Destanı, Kore Harbi Şehitleri Destanı, Kıbrıs Destanı, İnkılap Seferi, Kıbrıs Destanı kitapları arasındadır.

Âşık Yaşar Reyhanî

Dedim bülbül ne ötersin
Öteme benim vadim dedi
Dedim çölde ne yatarsın
Eşim var aradım dedi

Küçük yaşlarda köyüne gelen âşıklardan etkilendi. Hem âşıklardan dinleyerek hem de eline geçen kitapları okuyarak birçok halk hikâyesini öğrendi. Konya Âşıklar Bayramına aralıksız katılan 7 âşıktan biridir. Eski âşıkların dışında, yetiştiği Huzuri Baba, Nihani, Cevlani, Efkari, Murat Çobanoğlu'nun babası Gülistan Çobanoğlu gibi âşıklardan gelenek ve usul öğrendi.

Âşık Sefil Kadimî

Dedim güzel halin nedir
Dedi mana veremezsin
Al yanakta gülün nedir
Dedi toysun deremezsin

Âşık Hüroğlu ile dostluk kurmuş, bu sayede de Sefil Selimî ile tanışmış onun çırağı olmuştur. Bu vesile ile Âşık Kadimî usta çırak ilişkisiyle yetişmiş bir âşıktır.

Âşık Cemal Divanî

Dedim sana tesir etmez mi sözüm
Demedi bu hale alışık özüm
Dedim bilir misin neden yaş gözüm
Demedi bildiğin sır ben olaydım

Âşıklık geleneğinin yoğun olduğu bir yörede büyüdü. 1974 yılında Mevlüt İhsanî'nin yanında yetişti mahlası da ustası tarafından verildi. Ruhani, Reyhanî, Hüseyin Sümmanoğlu, Nusret Toruni gibi âşıklarla dostluk kurdu. Âşıklar şölenlerinde atışma, lebdeğmez atışma, doğaçlamada çeşitli ödüller aldı. Divani diğer âşıklardan farlı olarak dedim-demedi derken kıvrak bir zekâ ile maşuka dediriyor.

Yüksel Kılıç (Ozan Bindebir)

Dedim: Senelerce seni aradım,
Dedi. "Başkasından aldım muradım"
Dedim: Aklında yok demek ki adım,
Dedi: "Var, desem de yalan değildir"

On yedi yaşında bağlamayla tanıştı. 1988 yılında Ankara'da Orman Genel Müdürlüğü'nde işçi olarak işe başladı ve Şubat 2014'de emekli oldu. Ocak 2013'te "Kendimi Okudum, Kendimi Yazdım-Ozan Bindebir'in Hayatı, Sanatı ve Şiirleri" adı altında bir şiir kitabı çıktı.

KLASİK TÜRK EDEBİYATINDA MÜRACA' A ŞİİRLER

Gel bakalım
Ne yaptın, deseler
Sevdalandım kaldım, derim
Daha, deseler
Hep beklediğimin ardından
Bakakaldım, derim
Bıraksak gider misin dünyadan, deseler
Dersimi aldım da geldim, derim

Arapça bir kelime olan mürâca'a, edebi bir terim olarak sözlüklerde; sözü döndürerek söylemek ve sorulu cevaplı, karşılıklı konuşma biçiminde yazılmış şiir olarak tarif edilir. Klasik Türk şiirinde karşılıklı söyleşme tarzında yazılan şiirlere mürâca'a şiir denildi. Ayrıca aynı manaya gelecek şekilde muhavereli şiir, müşâ'are ve münazara terimleri de kullanılmıştı. Müraca'a şiirlere klasik Türk şiirinin bütün nazım şekillerinde rastlanmakla birlikte, bu biçim ekseriyetle gazel, tuyuğ ve rubailerde karşımıza çıkıyor.

Genellikle âşık ile maşukun karşılıklı konuşmalarından oluşan bu şiirlerde aşık sorar maşuk da cevap verir. Bu diyaloglarda sevgili fiziki güzellikleri cihetiyle mübalağalı bir şekilde methedilir. Ardından âşık, vuslat arzusunu dile getirirse de naz ve istiğna sahibi sevgili tarafından küçümsenip, hor ve hakir görülür.

Anadolu sahasında halk şiiri örneklerinin elimize ulaşmadığı XIV ve XV. asırlarda bu geleneğin klasik Türk şiirinde sürdürüldüğü ve oldukça yaygın bir şekilde kullanıldığı görülür. Klasik Türk edebiyatının kuruluş asrı olan XIV. asrın önde gelen şairlerinden Kadı Burhaneddin, Ahmedi ve Nesimi bu türün ilk örneklerini vermişlerdi. Klasik Türk şiirinde sahibi belli olan ilk "Dedim-Dedi"li örnek Kadı Burhaneddin'e aittir.

15'inci asır şairlerinden de mürâca'a şiire oldukça fazla rağbet ettikleri görülür. Şeyhi, Ahmed Paşa, Necati, Mıhri, Mesihi, Gammi, Cem Sultan, ve Karamanlı Ayni'de bu türün en kıymetli örneklerini bulmak mümkün.

Mürâca'a şiir 16'ncı yüzyılda da yerini buldu. Fuzuli, İbn-i Kemal, Âli, Muhibbi ( Kanuni Sultan Süleyman) Rumelili Za'ifi, Selami çeşitli nazım şekilleriyle bütün halinde mürâca'a yazarken; Baki, Zati, Hayali, Yahya Bey, Cinani, Fevri, Seliki ve Nev'i beyit olarak mürâca'a yazdılar.

17'nci asırdan itibaren mürâca'a şiire rağbet giderek azaldı. Bu tarzda dönemin şiir üstatları Nef'i, Neşati, Naili, hiç iltifat etmezlerken, Şeyhülislam Yahya, Nâbî, Sâbit, Haleti, ve Riyazi şiirlerinde çok az da olsa beyitler halinde yer verdiler.

18'inci asırda ise Yerlileşme akımının temsilcisi Nedim, bazı kaside ve gazellerinde müraca'a beyitlere yer vermekle birlikte, şairin bu tarzı kullanımı söyleyiş açısından dikkat çekici değildir. Şeyh Galib ise diğer Sebk-i Hindi şairleri gibi müraca'a söyleyişe fazla iltifat etmedi. Enderunlu Vasıf, Koca Ragıb Paşa ve Haşmet için de durum pek farklı değildir. Birçok cihetten Şeyh Galib'in tesiri altında olan Esrar Dede az da olsa şiirlerinde müraca'a beyitlere yer verdi.

19'uncu yüzyılda Âdile Sultan dönemin en güzel mürâca'a türünde şiirlerini verdi.

Yeni Türk şiirinde de dedim-dedi tarzına uygun olan şairler olmuştur. Ercüment Ekrem Talu, Recep Çalkaner, Necmettin Kara, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Osman Türkay bunlardan bazılarıdır.

(Âşık Edebiyatında "Dedim-Dedi" Örnekleri, Seher Atmaca; Klasik Türk Edebiyatında Müraca' a Şiirler, Lütfi Alıcı)

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN