Arama

  • Anasayfa
  • Gündem
  • Diyanet yıllarca FETÖ’nün söylemlerini seyretmekle yetinmiş

Diyanet yıllarca FETÖ’nün söylemlerini seyretmekle yetinmiş

Pek çok din dışı mevzuyu “kürsü”lerden yani Diyanet’e bağlı camilerden dile getirmişken Diyanet kurum olarak uzun yıllar FETÖ’nün gözleri önündeki “söylem inşası”nı seyretmiş. Oysa, 12 Eylül rejimine rağmen başörtüsü kararını verebilme iradesi gösteren teşkilatın 27 Mayıs sonrasındaki dini yapıların modern ve seküler yönlerinin kuvvetlenmesi, kült ve batıni etkilerin normalleşmesi karşısında benzer dirayeti sergilemesi gerekir.

Diyanet yıllarca FETÖ’nün söylemlerini seyretmekle yetinmiş
Yayınlanma Tarihi: 7.8.2017 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 07.08.2017 12:37

Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı'nın statüsü, işleyişi, hiyerarşisi, tesir ettiği çevre, bütçesi fakat en çok meşruiyeti uzun yıllar tartışma konusu oldu, sorgulandı, eleştirildi. Ülkemizde laiklik meselesi üzerine konuşulduğunda akla gelen kurumların başında Diyanet gelir. Diyanet bir kurumdur, devletin idari taksimatı içinde herhangi bir bürokratik organdan birisidir.

Haliyle kurumun durumu zor... Hem idari yapıda sıradan bir organ olacaksınız hatta teşkilat kanunu uzun yıllar bulunmadığı için "kanunsuz" teşkilat muamelesi göreceksiniz hem de paradigma ve kültür savaşları içinde ülkenin merkezinde yer alan "din meselesi"nde belirleyici etkide bulunacaksınız...

Bir yandan "Devletin dini kontrol ettiği" ithamlarının odağına yerleşip tarikat ve cemaatlerin düşmanlığını kazanacak, "olağan şüpheli" gibi görüleceksiniz öte taraftan seküler kesimlerin en başta Alevilerin, Sünni din anlayışını dikte ettirdiği kanaatleri etrafında yüklü bütçesini sürekli gündeme getireceksiniz...

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Türkiye'de üstlendiği "hayati" fonksiyon son yıllarda iki önemli olayla tekrar güncellendi. Rüyet-i Hilal tartışmalarının boyutu, imsak vaktinin sınırlarına kadar geldi. Sadece "sıradan Türkler" değil aydınlar da belli bir zaman sonra farklı zamanlar veren yapılara itibar etmek yerine tekrar "Diyanet saati"ne rücu etti.

17-25 Aralık sürecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın FETÖ'yü "haşhaşi" olarak tanımlaması, Gülen'in vaazlarındaki "sapkın" söylemler hassaten 15 Temmuz ile gözlerin Diyanet'e çevrilmesine neden oldu; Diyanet'in bu sapkın görüşlere, mesiyanik yaklaşımlara neler diyeceği beklendi. Doğal olarak Diyanet'in söylemindeki ortalama, Türkiye'deki din algısının da vasatı olarak yerleşti. Burada kurumun Türk modernleşmesi boyunca çokça zikredilen, İmparatorluk'un son döneminde İslamcıların savunduğu, Kemalistlerin de müracaat ettiği hurafe, bidat, gerçek İslam kavramları etrafındaki yeni din anlayışının Diyanet'in de temel referans kaynağı olduğunu belirtmek gerekir.

Elbette devletin bir organı olarak "Kur'an İslam'ı" ile "geleneksel İslam" tezleri arasında kendince iyi-kötü denge tutturmayı başaran bir Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan bahsediyoruz...

FETÖ'NÜN YÜKSELİŞİ

Diyanet'in FETÖ raporunu bu genel arka plan etrafında okumak çok daha sahici sonuçlar doğurabilir. Fakat en başta söylemek gerek, rapor zayıf... Zayıf olmasının ötesinde bir görevi ifa etmek üzere bürokrasiye has zevahiri kurtaracak tarzda ele alınmış görüntüsü veriyor. Kimse işlevsel olması istenen bir rapordan akademik kuruluk, kapsam beklemiyor fakat Diyanet'in FETÖ raporu tam manasıyla "malzemecilik"ten ibaret görünüyor. Gülen'in vaaz ve metinlerine dayanarak onun sözlerinden bol bol alıntıların yer aldığı raporun dini yapılar, din anlayışları ve İslam tarihi bağlamından son derece kopuk olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla öncesi ve sonrası olmadan, geleneği dikkate almadan, malzemelerin bağlantıları izah edilmeden, alıntılarla başlayıp alıntılarla bitiyor.

Raporun teknik pek çok hususiyeti üzerinde durulabilir, ironik dilin şakulünün zaman zaman kaymasından, girişte FETÖ'nün cemaat ya da örgüt olarak tanımlanamama sorununa, haliyle raporun muhatabının kim olduğuna, bununla bağlantılı olarak FETÖ'nün itikaden mi yoksa siyasi ve dini istismara bağlı olarak mı ele alındığına kadar belirgin yaklaşım problemleri var. Raporu Diyanet'in genel olarak İslam düşüncesi, tarikat ve cemaatlerle ilgili kanaati, heterodoks yapılara karşı Sünni ulemanın ve siyasi yapının tavırlarını göz önüne alarak değerlendirmek yerinde olacak.

Raporda yer almıyor ama Mehmet Görmez'in konuşmasındaki "haşhaşi ve Kadızade" vurgusu temellendirme açısından mühim olsa bile çok eksik. 27 Mayıs sonrasında Diyanet Başkan Yardımcılığı yapan Sadettin Evrin'in Nurculuk Gerçeği ya da Necla Armaner'in İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar Nurculuk kitaplarındaki vurguların, bir geleneğe yaslanarak anlatılması Diyanet raporunda göze çarpmıyor. Diyanet'in 27 Mayıs sonrasında güçlenen yeni tarikat ve cemaat anlayışını fark etmesine rağmen sonraki yıllarda bunu gündemine sahici olarak almaması esas sorgulanması gereken konu.

O zaman tam da yerinde belirtmek gerekiyor ki, Diyanet'in FETÖ raporunu hazırlayanların isimleri jenerikte yok, sadece Din İşleri Yüksek Kurulu imzası var. Kurumsal devamlılık olarak görmek gerekir meseleyi biraz da... Bu nedenle cari Diyanet yönetimi dışında kurumun resmi görevleri arasında bulunan ve raporda da dile getirilen "Toplumu din konusunda aydınlatmak" vazifesinin aslında yerine getirilmediği de görünüyor... Bunu nereden mi anlıyoruz? Metinde de sık sık atıf yapıldığı gibi Gülen, cemaatin arasında Peygamber Efendimiz'in bulunduğunu söylemesinden rüyalarında kendisiyle haberleştiğini belirtmesine kadar pek çok mevzuyu "kürsü"lerden yani Diyanet'e bağlı camilerden dile getirmiş. Anlaşılıyor ki Diyanet kurum olarak uzun yıllar FETÖ'nün gözleri önündeki "söylem inşası"nı seyretmiş.

Geçmiş dönemlerde olduğu gibi 17-25 Aralık sonraki süreçte bile rapordaki alıntılardan hiçbirinin "hutbe konusu" yapılmaması meselenin yüksek dozlu hassasiyetle geçiştirildiğini gösteriyor.

Bu açıdan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "haşhaşi" tabirini kullanarak yapı içinde açtığı yarık, sorgulama ve şok etkisini Diyanet'in hiçbir yayınında, hutbesinde görülmedi.

En zengininden en fakirine kadar Gülen'e tabi olan her birey kendisini "seçilmiş", "seçkin", "yüksek ve ayrı" bir grup olarak görürken haşhaşi tabiri bir anda bu imajı sıfırladı.

FETÖ VE GELENEKSEL YAPILAR

Türkiye'de dini yapıların çeşitlenmesi ve dönüşmesi büyük oranda 2. Dünya Savaşı sonrasına, daha net olarak 27 Mayıs ertesine rastlar. Dini serbestliklerle birlikte cemaat anlayışı bir anda modern tutumlarla, Amerikan hayat tarzıyla, kapitalist ilişki biçimleriyle uyumlu hale geldi. Klasik tarikat anlayışı biraz da müdahalelerle sekteye uğradı, "silsilesi olmayan" yapılar ortaya çıktı, dini cemaat anlayışı zuhur etti, tarikatlar bile sonradan kendilerini yeni cemaat anlayışına evriltti.

FETÖ'nün şekillenmesi de yine 1960'ların sonrasındaki bu epistemik cemaat gelişimine bağlıdır. Yeni dini yapılar dünyadan, medeniyetten ve maddiyattan elini çekmek isteyenlerin, hâl ehlinin toparlandığı yer olmaktan çıkıp, sistemin dışladığı merkeze "dini kimliği"yle girebilmek için çalışan, çabalayan, üreten, para kazanan, kendini yetiştiren, dünyaya daha çok sarılan kariyeristlerin mekanı oldu. Bu açıdan FETÖ tam da bu anlayışı zirve noktasına götürecek örgütlenmeyi başardı; FETÖ içinden çıktığı Nurcu geleneğin düşünce yapısını kitlelere taşımayı başardı.

Gülen'in sıradan vaizlikten İzmir'de nüvelenmesine geçiş aşaması dikkatle ele alınması gereken yardımlara bağlıdır. Bir yandan Mısır havzasından yapılan çevirilere öncülük eden Yaşar Tunagür öte taraftan Gülen'in yükselmesinde önemli pay sahibidir. Bu dönemde külte varacak, mesiyanik etkileri yoğun dini gruplar önemli örgütlenmeler sağladı. FETÖ tam da bu genel din anlayışının zirvesidir.

Haliyle dini grupların pek çoğunda olduğu gibi klasik tasavvuf geleneğinin, tarikat anlayışının, silsilesinin, felsefesinin çok uzağında, modern dönemde belirginleşen dine dönüş hareketlerinin zaviyesinde, pozitivist ve rasyonalist düşüncenin karşısında, metafizik ve mistik eğilimleri grup motivasyonunu sağlayıcı batıni değerlerle sağlayan örgütlenmedir, FETÖ. Bu anlamda cemaat ve tarikat anlayışının da ötesinde kendi varoluşsal kimliklerini belirginleştirmek için "yapılması gereken" ne varsa, hangi yöntem uygunsa onu denemekten çekinmeyen FETÖ bu haliyle tasavvufi amaçların hiçbirini yerine getirmez. Nakşiliğin, "şeriatla zahiri, tarikatla batını temizlemek; hakikatla kurb-ı ilahiye'ye, marifetle Allah'a ulaşma" hedefinden ziyade dünya egemenliğini ele geçirerek ahireti kazanma örgüt mantığını işletir. İslam tarihinde olduğu gibi simgelere, sayılara, harflere dayalı mistisizmi batıni metodla birleştiren dünyadaki başka kültler, tarikatlar, örgütler, kapalı devre gruplar FETÖ'de adeta mezcedilmiştir. Diyanet'in raporunun bu arka plana eğilmesi son derece mühimdi.

YA DİĞER SAPKIN EĞİLİMLER?

Halkın hurafe ve bidatlarına, türbe ziyaretlerine, sirke ve çaput simgelerine yönelttiği hassasiyeti ondan çok daha tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bu yeni bidat hareketlerine gösterebilmeliydi Diyanet. Bu imkan kaçmış değil. FETÖ'nün yerine göz diken başka dini grupların yine tasavvuf felsefesinden ve tarikat adabından uzak yine mesiyanik etkileri yüksek, batıni simgeselliğe yatkın yönlerine eğilme imkanı hala var.

Diyanet raporunu alıntı malzeme bolluğundan çıkarıp daha kapsamlı ve derinlikli ortaya koymak mümkündü... FETÖ'nün ve tabii gönül ister ki 27 Mayıs sonrası dini grupların; 1. İslam düşüncesindeki 2. İslam tarihindeki 3. Tasavvuf ve tarikat tarihindeki 4. Geleneksel İslam anlayışı ve yeni epistemik cemaat algısındaki yeri ele alınabilse... Bu dört ana başlık yanında din-siyaset ilişkilerini de ilgilendirecek yeni soru ve sorunların da eklenmesiyle sadece FETÖ'yü değil yeni türeyecek "sapkın" eğilimleri de erken anlayabilme kabiliyetine ulaşabiliriz. Raporda ifade edildiği gibi tamamen "sapkın" diyerek kestirip atmanın ötesine geçip benzer yöntemleri, itikadi kanaatleri paylaşan başka yapıların bundan sonra keşfedip keşfedilmeyeceğini tartışmak gerek.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Türkiye'de din-devlet ilişkilerine muhatap olma, halkı dini konularda bilinçlendirme, fetvalar verme misyonlarının ötesinde dini alanı genişletme, İslam düşüncesinin yenilenmesini sağlama, zararlı faaliyetlerinin önünü alma gibi işlevleri de görüldü. 12 Eylül rejimine rağmen başörtüsü kararını verebilme iradesi gösteren teşkilatın 27 Mayıs sonrasındaki dini yapıların modern ve seküler yönlerinin kuvvetlenmesi, kült ve batıni etkilerin normalleşmesi karşısında benzer dirayeti sergilemesi gerekir. Camilerde vaaz ve hutbelerde bu rapordaki pek çok başlık halka anlatılmalı; başta FETÖ olmak üzere başka mesiyanik ve batini yaklaşımlara karşı uyarılarda bulunulmalı.

Diyanet bu haliyle 27 Mayıs sonrasındaki genel zihniyeti tahkim edip, klasik İslam tasavvuf ve tarikat kanalını tıkayarak etkisizleştirirken yeni epistemik cemaat mantığına bir şekilde koltuk çıkıyor görüntüsünde. Bu görüntü bizim bin yıllık omurgamızı felç etmeye yeter de artar bile!

Ercan Yıldırım- Star/ Açık Görüş

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN