Arama

Düşün-dürten sanat

Sanat felsefe değildir elbette; felsefi olması da gerekmez hiçbir şekilde. Temelde, estetik bir faaliyet olmakla birlikte sanat entelektüel, dolayısıyla eleştirel bir işleve de sahiptir ya da sahip olabilir. Aynı zamanda bir entelektüel olan sanatkârdan topluma karşı düşün-dürtme görevini yerine getirmesi beklenir.

Düşün-dürten sanat
Yayınlanma Tarihi: 11.3.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 11.03.2018 11:15

Sokrates (ö. M.Ö. 399) Atina toplumunun içinde dolaşırken kendi tabiriyle bir at sineği gibi davranıyordu. At sineği üstüne konduğu hayvanı dürter ve onu uyuşukluğundan uyandırıp harekete geçirir. Bunun gibi Sokrates de ironik bir tarzda sorduğu sorularıyla, akıl yürütmeleri ve vardığı sonuçlarla Atinalıları düşün-dürtüyor ve bu surette onları aymazlıklarından uyandırmaya çalışıyordu. Bir filozoftu o, ama toplumunun içinde bilgiçlik taslamadan dolaşırdı. "Bir bildiğim varsa, diyordu, o da hiçbir şey bilmediğimdir." Böylece çokbilmiş Atinalıların üstünde durdukları halıyı altlarından çekip alıyordu. Hakikat'e vurdumduymaz bir şekilde ve Mevcut Durum'a gömülü olarak yaşayıp giden bir güruhtu ekseriyeti itibariyle Atina toplumu. Sokrates'in peygambervari bir işlevi vardı denebilirse: Atinalıları massoldukları Durum'a dair uyarmak ve onları "başka türlü olan"a uyandırmak. Kendini toplumunun irşadına adayan bu filozof tıpkı bir at sineği gibi düşün-dürtüp duruyordu Durum'dan memnuniyette eğleşenleri. Atina'nın hegemonları üç noktadan hareketle itham ediyorlardı onu: Atinalıların tanrılarına küfretmek, gençleri baştan çıkarmak ve şehirde müesses nizamı bozmak… Sonuçta yetmişinde tevkif edilip baldıran zehri içmeye mahkûm edilmiştir Sokrates. Kaçma imkânı varken kaçmamış, inanç ve idealleri uğruna ölüme yürümüştür. Sanat felsefe değildir elbette; felsefi olması da gerekmez hiçbir şekilde. Temelde, estetik bir faaliyet olmakla birlikte sanat entelektüel, dolayısıyla eleştirel bir işleve de sahiptir ya da sahip olabilir. Sanatın –felsefeninkine benzememekle birlikte– eleştirel bir işlevi de vardır, evet. Bu bakımdan, aynı zamanda bir entelektüel olan sanatkârdan topluma karşı düşün-dürtme görevini yerine getirmesi beklenir. Bu, onun, içinden çıktığı topluma karşı borcu sayılsa gerektir. O, bu borcunu Mevcut Durum'u tasvir-ve-tenkit ederek öder. Sanatkâr toplumun duyargalarını harekete geçiren kişidir tam da. Bu kişi, olan neyse onun böyle olmak zorunda olmadığını, başka türlü de olabileceğini ihsas ettirir topluma, böylece onun gark olduğu Durum'u sanatkârane bir tarzda görüşe getirip tartışmaya açar. Sanatkâr imgelemimizde fırtınalar estirir icabında, şoke eder ve sarsar bizi ve sanat eseri yoluyla Durum'a dair eleştirel bir farkındalık yaratır bizde.

DUYUMSATARAK KAVRATMAK

Biz çağdaş sanatkârdan Mevcut Durum'a karşı eleştirel bir tavır sergilemesini, bizi hâlihazırda olan-bitene karşı uyanık tutmasını bekliyoruz. Buna da hakkımız olsa gerek, sanat bireysel yaratımın havai bir dışavurumu değildir sonuçta. Sorumluluk, sadece ahlak için değil, sanat için de geçerlidir belli bir anlam-da. Dolayısıyla ideal olan sanatkârın sorunlar yumağı toplumda bir at sineği gibi davranmasıdır. Sanatkâr eseriyle konformist toplumu düşün-dürt-meli ve onu içine dalıp oyalandığı şeyde rahat bırakmamalıdır.

Andy Warhol'un (ö. 1987) Brillo Kutusu adlı sergisi (1964) mesela. Pop-art adı verilen sanat hareketinin bir temsilcisi olan Warhol bu sergi aracılığıyla tüketim toplumunun hakikatsizliğine ve aynı zamanda sanatın mahiyetine dair izleyicide bir farkındalık yaratmış, üstelik bunu bir felsefe metninden çok daha iyi başarmıştı. Tıpkı 1917'de sergilenen Marcel Duchamp'ın (ö. 1968) Pisuar'ında ("Çeşme") olduğu gibi izleyiciyi Mevcut Durum hakkında düşün-dürt-müştür sanatkâr! Tüketim toplumunun hakikatsizliğini; ne yalnızca duyumsatmıştır Warhol, ne de yalnızca kavratmıştır, ama tabiri caizse duyumsatarak-kavratmıştır izleyiciye.

Öte yandan, çağdaş ortamda sanatın mahiyeti 1960'lardan bu yana dönüşüme uğradı, bu dönüşüm hâlâ da sürüyor. Sanatın statüsünde haylidir bir değişme gözlemleniyor. Sanatkârları, eleştirmenleri, sanatseverleriyle, müzeleri, galerileri, sergileri ve bienalleriyle, kısacası topyekûn endüstrisiyle bugün çoktan bir sanat sektörü oluşmuş durumda, muazzam miktarlarda paralar dönüyor bu sektörde. Doğrusu, çağdaş ortamda sanat Mevcut Durum'un müsebbibi kapitalist sistemle iç içe geçmiş bulunuyor! Bu durumda sanatın eleştirelliği ne türden bir sahiciliğe sahip olabilir? Bu eleştirellik enikonu sistem-içi kalmayacak ve son tahlilde de sistemin restorasyonuna hizmet etmeyecek midir? Sistemin, çoğu durumda, sanat eserleri üzerinden kendi ev-yapımı eleştirisini üretip pazarlaması söz konusu değil midir? Ortada sahte at sinekleri dolaşıyor olmasın sakın? Kuşku metodumuzu bir adım daha ileri götürelim şunu açıklıkla ifade edelim: Sanat, sistem-içi kaldığı ve evcilleştiği ölçüde, toplumun eleştirel potansiyelinin manipüle edilip berhava edilmesine hizmet edecektir olsa olsa! Bu durumda sanatkâr –görünüşte ayrıksı ve muhalif bir imaj çizse de– gerçekte Mevcut Durum'un muhafızı ve müdafii olmaktan öteye geçemeyecektir!

Demek ki eleştiriler evcil olabilir; keza, her muhalefet sadra şifa olmayabilir. Neyin ne olduğunu anlamak için, ilk olarak bir sanat eserinin yüksek bir estetik düzeye sahip olup olmadığına, ikinci olarak da o eser sahibinin ilişkilerine (toplumdan maada kime/kimlere medyun olduğuna) dikkat etmek gerek: Sanat eserinin politik-o-ekonomik bağlamıyla, sanatkârın aidiyetinin nereye olduğu bizi düşün-dürt-meli her halükarda. Hâlihazırda sanatı sanat endüstrisinden ayrı düşünemiyorsak, sanatkârların masuniyetinden söz edilemeyecektir! Bugün onların da üstüne konacak at sinekleri gerekli, hem çok gerekli! Durum'dan memnuniyete gark olmamış at sinekleri…

Star-Açık Görüş
Doç. Dr. Özkan Gözel

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN