Arama

10 maddede Anka’nın hikâyesi

Simurg, apaçık meydanda olmasaydı hiç gölgesi olur muydu? Simurg gizli olsaydı hiç âleme gölgesi vurur muydu? Türk ve dünya kültüründe önemli yeri olan, kimseye muhtaç olmadan kendi başına yaşayan, küllerinden doğan bir kuştur Simurg… Peki, Simurg’a nasıl bakmalıyız? Sümerlilerin Zû kuşu, Hintlilerin Garuda, Arapların Anka veya Eski Mısırlıların Phoenix kuşu olarak mı?

10 maddede Anka’nın hikâyesi
Yayınlanma Tarihi: 2.3.2019 15:20:42 Güncelleme Tarihi: 02.03.2019 15:20

1-OTUZ KUŞUN TEMSİLİ

"Cîfe-i dünyâ değil kerkes gibi matlûbumuz

Bir bölük ankālarız Kāf-ı kanâat bekleriz"

(Fuzûlî)

Arap mitolojisinde Anka, Fars mitolojisinde Simurg adı verilen efsanevi bir kuşun varlığına inanıldı. İslamiyet'ten sonra bu iki mevhum kuşun ortak noktaları birleştirildi, Müslüman milletler arasında ortak bir inanç meydana geldi. Farsçadaki kelime anlamı "otuz kuş" demek olan Anka kuşu için yine yaygın olarak; Devlet kuşu, Tuğrul, Hüma, Anka-yi mugrip, Sirenk, Zümrüt ve Zümrüdü Anka gibi isimleri kullanıldı.

2- KİMSEYE MUHTAÇ DEĞİL

Dehân-ı yârdır hep güft u gûy-ı ehl-i dil Gâlib

'Aceb 'ankâ-yı ma'nâ nâm u şân ister mi ister yâ

Anka'nın en yaygın özelliği, kimseye muhtaç olmadan kendi başına yaşadığı için kanaati temsil etmesidir. Bundan kinaye olarak kanaat sahiplerine "ankāmeşrep", "ankā-tabiat" denir. Kaf Dağı gibi efsanevî bir yerde yaşadığı için bu kelimeyle birlikte çeşitli şekillerde kullanıldı. "Kāf-ı kanâat beklemek" tabirinde görüldüğü üzere kanaat sahibi ve alçak gönüllü, her şeye ve herkese eğilmeyen, kimseye minnet etmeyen, uzlete çekilmiş kişileri ifade eder.

3-ALLAH'A YAKINLAŞMANIN TEMSİLİ

"Bî-vücûd olmak gibi yoktur cihânın râhatı

Gör ki sîmurgun ne dâmı var ne de sayyâdı var"

(Râgıb Paşa)

Tasavvuf düşüncesi sembolik ifadeye çok müsaittir. Anka ve Simurg, Divan Şiirinde en çok kullanılan, en ilginç ve en işlek mitolojik unsurlardan ve simgelerden biridir. Edebiyatta Anka ve Simurg, çoğunlukla tasavvufi olarak, olgunluğu ve Allah'a yaklaşmayı temsil eder.

4 – ŞAHNAME'DE ANKA

Sîmurg, Şehname'de sadece ilahî güçlerle donanmış bir yaratık olarak değil, aynı zamanda bütün evrenin sırlarından haberdar olan, zorlukları aşabilen, geleceği gören yeteneklere sahip bir yaratık olarak kabul edilir. Çok iri yapısı, son derece güçlü olması, Elburz dağında yuvasının bulunması, bilge ve akıllı olması, aynı zamanda evrenin gizliliklerini bilmesi, her hastalığa çare bulması ve her sorunu çözebilecek bilgilere sahip olması Sîmurg'un özelliklerindendir.

Şehname'de Simurg, Zal ve Rüstem destanlarında şöyle geçer: İran'ın meşhur pehlivanı Sam'ın bir oğlu oldu. Ancak bu çocuğun saçları ve vücudunun tüyleri bembeyazdı. Sam, bu Ehrimen yavrusu çocuğun ortadan kaldırılmasını emretti. İnsanlardan uzak, güneşe yakın Elburz dağına götürüp çocuğu bıraktılar. Sîmurg gördü ve yuvasına götürdü; onu besleyip korudu. Çocuk büyüyüp delikanlı olduktan sonra, onun yaşadığı etrafta duyuldu; Sam da rüyasında gördü. Sam oğlunu aramak için o dağa gitti. Simurg, Sam'ın çocuğunu almak için geldiğini görünce, durumu çocuğa anlattı ve onu babasıyla gitmeğe ikna etti. Ona kanadından bir tüy verdi; sıkıntıda kaldığı zaman, o tüyden bir parça koparıp ateşe atarak kendisini yardıma çağırabileceğini söyledi. Simurg çocuğu babasına teslim etti. Simurg çocuğa Destan-ı Zend adını vermişti; Sam da oğluna Zâl-ı Zer adını verdi.

Sîmurg, bir de Rüstem'in doğumu sırasında meydana çıkar. Zâl'ın eşi Rûdâbe, hamilelik süresi dolup zamanı geçtiği halde doğuramamaktadır. Hem eşinin hem çocuğunun ölüm tehlikesi olduğunu öğrenen Zâl, Sîmurg'u çağırmayı düşünür ve onun kendisine verdiği kanat tüyünden bir parça kopararak ateşe atar. "Hemen hava kararır, o, yeryüzüne hâkim olan kuş, döktüğü yağmur mercan, mercan değil hatta can rahatlığı olan bir bulut gibi aşağıya" iner. Sîmurg, Zâl'ı teselli ettikten sonra, bilgili, becerikli bir kişi bulmasını ve keskin bir hançer getirilmesini ister. Getirilen bilgili kişi, Sîmurg'un tarifleriyle, sezaryen gibi bir ameliyat ile çocuğu anasının karnından alır. Sîmurg yaranın çabuk iyileşmesi için ilaç tarif eder; kendi tüyünden de vererek yaraya sürülmesini söyler. Böylece Zâl'ın oğlu Rüstem'in doğumunu Sîmurg yaptırmıştır.

5- RİVAYET ODUR Kİ

Öyle yaksın beni kim âteş-i reng-â-rengim

Murg-i 'ankâ çıka hâkister-i hâşâkimden

Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesiymiş.

Kuşlar, Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.

Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri...Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş.

"Aşk denizi"nden geçmişler önce. "Ayrılık vadisi"nden uçmuşlar. "Hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne sapmışlar. Kuşların kimi "Aşk denizi"ne dalmış, kimi "Ayrılık vadisi"nde kopmuş sürüden. Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle.Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp. Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş, oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış. Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış. Baykuş yıkıntılarını özlemiş. Balıkçıl kuşu bataklığını…Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yok oluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş. Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: "Si"; "otuz" demektir, murg" ise "kuş". Simurg'un yuvasını bulunca öğrenmişler ki; "Simurg - otuz kuş" demekmiş. Onların hepsi Simurg"muş. Her biri de Simurg'muş. 30 kuş, anlar ki, aradıkları sultan kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.

6-KÜLLERİNDEN DOĞMA

Bâl-i 'aczin ferş-i râh eyler talebde Cebre'îl

Murg-i dil 'ankâ-yı kâf-ı lâ-mekân olsun da gör

Simurg, ölümünün yaklaştığını hissetmeye başladığı an kendisine kuru dallardan bir yuva inşa etmeye başlar ve bunu ne olduğu bilinmeyen bir zamkla sıvar. Daha sonra yuvanın içinde güneş ışınlarının kuru dalları yakarak yuva içinde ölmeyi bekler. Yanarak ölür ve sonrasında küllerinden doğar.

Anka kuşu düşsel dünyada yaratılmış ancak gerçekte somut bir varlık olmamasına karşın insanın manevi dünyasında büyük ve uhrevi anlamlar ifade eden bir varlıktır. Kendini küllerinden var eden Anka kuşunun dünyada sadece bir tane olduğuna inanılır.

7-İSLAMİYET'TEN SONRA ANKA

Ma'nî-i himmetveş ehl-i sûrete olmuş ba'îd

Tahtgâh-ı Kâf-ı istiğnâda 'ankâdır gönül

Bu efsanevi kuşun özellikleri İslamiyet'ten sonraki dönemlerde, meydana getirilen ortak İslam sanat ve edebiyatında birleşti. Özellikle tasavvuf düşüncesinin ifadesi için söylenen sembolik eserlerde sembol olarak kullanıldı. Bu sembolik eserlerin başında ise Mantıku't-tayr gelir. İbn Sina, Gazalî ve Şehabeddin Suhreverdî tarafından da yazıldı. Simurg'un İslamî ve tasavvufi bir önem kazanması Mantıku't-tayr ile yaygınlaştı.

Feridüddin Attar, Mantıku't-tayr'da Sîmurg'u şöyle tarif etti:

"Sîmurg'un yüzü güneşe benzer. Ancak bir nikap ile örtülüdür. Yüzünü açarsa bütün gölgeler silinir. Onun yüzüne bakılamaz, ancak gölgesine bakılabilir. Ancak onun yansıması, gönül aynasında görülebilir. Sîmurg âleme gölgesini saldıkça bu kuşlar meydana gelir. Âlemdeki kuşların suretleri hep onun gölgesidir. Sîmurg var olmasa, apaçık meydanda olmasa hiç gölgesi olur muydu?"

8 -TÜRK EDEBİYATINDA ANKA

Pervâzı evc-i füshat-i çarhın verâsıdır

Gâlib hümâ-yı tab'ıma 'ankâ mıdır desem

Simurg, sahip olduğu hemen bütün özellikleriyle ve etrafında gelişen çeşitli efsane, inanış ve telakkilerle Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında yer alır. Bu üç edebiyat ve kültür çevresinde efsanevî özellikleriyle ve değişik adlarıyla çeşitli teşbih, mecaz ve mazmunlar halinde geniş bir kullanıma sahip oldu.

Bilhassa divan edebiyatının manzum ve mensur metinlerinde müspet özellikleriyle zikredildiğinde renkli tüyleriyle bir cennet kuşu kabul edilerek Zümrüdü Anka diye adlandırıldı. Kaf Dağı'nda yaşaması, yükseklerden uçması ve kolay avlanamayışı gibi özellikleri sebebiyle ulaşılması çok zor durumları ifade etmek için de kullanılır. Sevgili, adı herkesçe çok iyi bilindiği halde kendisini görenin olmaması veya gözle görülemeyişi sebebiyle Ankaya benzetilir. Onun âşığa iltifat etmesi ve yakınlık göstermesi ise âşığın başına devlet kuşu konması olarak kabul edilmiştir.

Şairler övünmek istedikleri vakit kendilerini, sanattaki üstün ve ulaşılması güç kudretlerini şiir ve hikmetin Kafdağı gibi erişilmesi imkânsız zirvelerinde yaşayan Ankaya, velinimetlerini ise Zâl'e benzetirler.

9- İBNÜ'L ARABİ'YE GÖRE ANKA

Belâ bu kim dahi sûret miyim ma'nâ mıyım bilmem

Sezâvâr-ı meges yâ lokma-ı 'ankâ mıyım bilmem

"Anka, Allah'ın, içinde âlemin bedenini (ecsâd-ı âlem) açtığı hebâdan (toz) ibarettir" diyen İbnü'l-Arabî, ankayı bir toz yığını ve zerrecikler olarak düşünür. Bu toz yığınına ve zerreciklere şekil verilerek âlemin maddî ve cismanî varlığı ortaya çıkar yani Zümrüdü Anka aslında Aristo felsefesinde cismanî varlıkların şekilsiz maddesi olan heyûlâdan ibarettir. Hebânın hariçte, sûretten ayrı, gerçek ve bir aynî varlığı yoktur. Bu hebâ veya heyûlâya anka denilmesi, adının işitilir ve düşünülebilir olması fakat hariçte varlığının bulunmamasındandır. Sûret olmaksızın hebâ hiçbir şey ifade etmediğinden ona sebha (kumlu ve çorak yer) adı da verilir. Hebânın (heyûlâ) formunun dışında bir varlığı olmaması yani anka gibi adı var kendi yok bir şey olması itibariyle bir hiçtir (âdem). Ancak o varlıkların sûretini kabul edip onların şekillenmelerini temin etmesi itibariyle yine de bir şeydir, mutlak yokluk değildir."

10- TÜRK KÜLTÜRÜNDE ANKA

"Sessiz ve soğuk uykusuna ulaştık biz simurgların…"

Füruğ Ferruhzad

İslamiyet öncesi Türklerde Simurg ile aynı özelliklere sahip kuşlar bulundu. En iyi örneklerden biri Müslüman Kırgızların Er Töştük masalında anlatılan Karakuş efsanesidir. Ögel'in Er Töştük masalında geçen Karakuş adlı mitolojik kuşunun olduunu biliiyor. üslman Kırgızların efsanesinde anlatılana göre; Er Töştük sefer dönüşü yurda giderken Kafdağı'na gelmiş ve burada gökyüzüne kadar uzanan bir çınar ağacında Karakuş'un yuvasını görmüştür. İki yavru kuş, yuvalarına gelen ve onları yiyecek olan ejderi görüp ağlamaya başlamıştır. Ejderin Karakuş'un düşmanı olduğunu ve her yıl yavrularını yediğini öğrenen Er Töştük, ejderi parçalayıp yavrulara yedirmiştir. Karakuş'ta bunun karşılığında Er Töştük'e yardım etmiştir. Masalda bu olay uzunca anlatılmaktadır fakat burada önemli olan bu masaldaki unsurların Eski Türklerin destanları ile aynı unsurlara sahip olmasıdır. Bu da gösteriyor ki Karakuş'un Türklerde çok önceden beri var olduğu gerçeğini ortaya koydu.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN