Arama

Ferdiyet ve Ahlak

Ferdiyet ve Ahlak
Yayınlanma Tarihi: 28.7.2023 12:30:00 Güncelleme Tarihi: 28.07.2023 13:12
Sesli dinlemek için tıklayınız.

'Safa ve Merve Allah'ın şiarlarıdır, hacceden veya umre edenin onları tavaf etmesi günah değildir.' (Bakara, 158).

Kur'an-ı Kerim'in dereceli bir şekilde insanı vehimden hakikate taşımasının iyi örneklerinden birisi Safa ile Merve arasındaki tavaftan söz eden ayet-i kerime olabilir. Ayet-i kerimede önce 'onları tavaf etmek günah değildir' denilerek insanların dini veya ahlaki sebeplere dayalı gelenek ve algıları yıkılır. Akabinde ise '(onları) tavaf etmek' yani geleneksel kabulün zıddını yapmak 'daha hayırlıdır' denilir. Bu anlamıyla ayet-i kerime, evlat edinmekle ortaya çıktığına inanılan ahlaki ve dini değerleri bir tefessüh sayarak insanı gelenek ve toplumsal dayatmalardan özgürleştiren ayetlere benzer.

Ayet-i kerime önce Safa ile Merve'nin mahiyetini tespitle başlıyor: 'Kuşkusuz ki Safa ile Merve Allah'ın şiarlarıdır.' Bu hüküm kesinlik bildiren edatla belirtildiğine göre, burada değişmez en azından insanların kabulleriyle ezeli yasaya dikkatimiz çekilir. 'Allah'ın şiarları' O'nun belirlediği işaretler ve ayetler olduğu kadar aynı zamanda bunlar insan ruhunun Allah'a yolculuğu sürecinde takip edebileceği yol işaretleridir. Haccı öteki ibadetlerden ayrıştıran en önemli özellik, zaman ve mekanla hac arasındaki yoğun ve kapsamlı ilişkidir. Zaman daha doğrusu metafizikçilerin yorumuyla 'vakit' -ki vakit terimi ortaya çıktığında artık insan ibnü'l-vakttir- öteki ibadetlerde de şart ve rükün olarak bulunur, fakat hac vakit ile birlikte mekanın imar edildiği, görünen dünyanın yeni bir gözle tabir ve tefsir edildiği ibadetin adıdır. Hac ve umre sürecinde mekan artık herhangi bir mekan olarak görülmez, buradaki unsurlar, kadim ile zamanlı varlığın (hadis) birbirine yaklaşabilecekleri en yakın ilişki içinde oldukları işaretler haline gelir. Bu bakımdan hacda mekan bir meta-mekan veya meta-fizik haline gelerek an içinde anın akabinde 'mekan içinde mekan' şeklinde ortaya çıkar. 'Bedenin ruhanileşmesi' gibi şehir burada ruhanileşir, başka bir şeye döner. Safa ile Merve de 'şiar' oldukları veçhile herhangi bir mekan olmanın sınırlarını aşarak bu ilişkinin temessül ettiği 'meta-mekan' olarak konumlanırlar.

Ayet-i kerimede dikkatimizi çeken husus bunları tavaf etmenin günah olmayışı hakkındaki ifadedir. Demek ki insanların bir bölümü böyle bir düşünceye veya geleneksel inanca sahipti. Tefsirlerdeki açıklamalar bize kısmen ışık tutuyor fakat meseleyi tam olarak anlaşılır kılmıyor. Çözümsüz kalan kısım iki tepe arasında koşmanın haccın ikmaliyle ilişkisidir. Haccın ana fikrini takip ettiğinizde, Safa ile Merve'nin ibadet içindeki yerini anlamak zor görünüyor. Sahi! İnsan niçin iki tepe arasında koşuyor ki? Bu soruyu 'teslimiyet' ile çözümlemek mümkündür: Şari böyle buyurmuştur, insana düşen emri yerine getirmektir denilebilir. Tefsirlerdeki hakim kanaat bu yönde tecelli etmiş görünüyor. Meselenin bu kısmına daha sonra değineceğiz, fakat tefsirlerde verilen başka bir açıklamaya bakmak gerekir: Safa ile Merve tavaf ediliyorken burada işlenen büyük günahın cezası olarak günahkarların taşa döndürüldüğü dolayısıyla buranın uğursuz addedildiği anlaşılıyor. Ayet-i kerimede bunları tavaf etmenin -ki bu tavaf sa'y yani koşmak olarak isimlendirilir- günah olmadığı söylenirken dikkatimiz geleneksel kabule döndürülüyor. Demek ki herhangi bir şiar, insanlar tarafından belirlenmediği gibi onların telakkisiyle de anlamını yitirmez ve ortadan kalkmaz.

İkinci kısımda ise dönüşümü ikmal etmek üzere 'kim tavaf ederse, bu onun adına daha hayırlıdır' denilir. Ayet-i kerimenin ilk kısmındaki ifade ('günah değildir') tercihi insana bırakmış gibidir; fakat sahabeden gelen rivayet ifadenin tercih ve muhayyerlik bildirmediğini görüyoruz. O zaman ayet-i kerimenin anlamını fakihlerin yorumu istikametinde düşünerek ifadenin hüküm bildirdiğini hatırda tutmak gerekir.

Peki bütün bunlar ne anlama geliyor? Burada dikkatimizi çeken ilk şey din ile gelenek arasındaki çelişkidir. Bu çelişkinin bir örneği Kabe'deki putlar ile Kabe'nin ilişkisinde ortaya çıkmıştır. Hristiyan kral Ebrehe Kabe'nin put haneye dönüştüğünü düşünerek, Mekke'yi işgale karar verdiğinde Allah tarafından cezalandırılmıştı. Vakıa burada görüntü ile gerçeklik arasında veya itibari olan ile metafiziksel olan arasında bir çelişki vardır. İnsan tecrübesi bakımından meseleye bakınca Ebrehe haklı olmalıdır, yaptığı davranış da dine ve ahlaka daha yakın olmalıdır. Safa ve Merve söz konusu olduğunda ise Araplar ilahi bir cezanın ortaya çıktığı bölgenin kirlendiğini ve uğursuz hale geldiğini düşünmüş olmalıdır. Halbuki ne Kabe putlar ile kirlenir, ne Safa ile Merve işlenen bir günahla hakikatini yitirir. Bunlar sadece insanların kendi telakkilerine göre uydurdukları bir takım zan ve tahminlerden ibarettir. Din insanların zanlarını bir çok durumda dikkate alsa bile hüküm koyan Tanrı'dır. Binaenaleyh Ebrehe'nin 'Kabe kirlendi' şeklindeki 'itibari' yorumu anlamsız olduğu kadar bazı Arapların Safa ile Merve hakkındaki yaklaşımları da boş ve anlamsızdır. Arızi olan şey asıl olanın yerini almadığı gibi onu değiştirme gücüne de sahip değildir. Hz. Peygamber bir hadis-i şerifinde 'Mümin necis olmaz' buyurmuştur. Temizliğin imandan ve şirkin ise necaset olduğunu beyan eden İslam'ın eşya hakkındaki hükmünü anlayabilmek için bu hadis-i şerifin bu meyanda akılda tutulması gerekir.

Öyleyse ayet-i kerime bireysel ve toplumsal algının aşılmasına şahitlik etmemizi talep ederek bizi görünür ve yüzeysel olandan daha hakiki olana doğru yolculuğa yönlendirmektedir.

Peki Safa ile Merve arasında tavafın haccın ikmaliyle ilişkisi nedir? Başından sonuna kadar 'bireysellik' ve yalnızlaşma üzerine kurulan bir ibadette Safa ile Merve konu dışı gibi görünüyor, bunu hatırda tutmak gerekiyor. Lakin biraz zorlama bir yöntemle bir yorum bulabiliriz: Haccın bütün unsurları ferdiyete doğru terakkiyi gösteren yolculuğun unsurlarıdır: İhram, tavaf, vakfe, kurban, taşlama vs. Bu süreçte ortaya çıkan 'öteki insan' sadece kurban edilmek üzere İsmail'in varlığı idi. Safa ile Merve'de ise -rivayeti esas alırsak- Hacer ile İsmail'i yani bir insanın öteki insan için -anne oğul ilişkisinin burada esaslı bir yeri olmamalıdır- koşuşturmasını görüyoruz. O zaman ahlakın en azından 'öteki insan için koşuşturmak' ahlakının tecelli ettiği yegane yer Safa ile Merve arasındadır. Hacer İsmail için -ki daha sonra Hz. İbrahim onu kurban etmeye niyetlenecektir- koşuşturmakla 'öteki insan'ın bu ibadetteki yerine dikkatimizi çeker. Öteki insan kendisi için koşuşturduğumuz, can havliyle çalıştığımız birisidir. Böyle yapmış olmakla da nefsin safa halinden (arınmışlık), akabinde ise merve yani mürüvvetinden (ahlakla bezenmek) halinden söz eder, en nihayetinde ise zemzem yani ab-ı hayata ermesinden söz edebiliriz.

Ekrem Demirli

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN