Arama

Mağara ve uyur-uyanık varlık olarak insan

Mağara ve uyur-uyanık varlık olarak insan
Yayınlanma Tarihi: 3.3.2023 15:24:50 Güncelleme Tarihi: 12.06.2023 09:19
Sesli dinlemek için tıklayınız.

'Sen onları uyanık sanırsın onlar ise uyuyorlar.' (Kehf, 18)

Osman Şahin'in sesinden Kehf Suresini dinlemek için tıklayınız.

Ayet-i kerime mağaradakiler için böyle diyor. 'Sen onları uyanık sanırsın lakin onlar uyuyorlar' diyerek görüntü ile hakikat arasındaki farka dikkatimizi çekiyor. Ardından 'biz onları sağa ve sola döndürürüz' diyerek daha farklı bir konuya işaret ediyor. Biz uyuyan insanın çeşitli tarzlarda hareket ettiğine şahitlik ederiz, iradesiz bir şekilde sağa sola dönmek gibi birtakım fiilleri uyuyana izafe ederiz. Halbuki Allah mağarada uyuyanların iradesiz fiillerini kendisine izafe ederek 'biz döndürürüz' diyor.

Mağara yaşadığımız dünyanın ta kendisidir. Ashab-ı Kehf'in mağarası ise ya mağara içindeki mağara veya mağaranın dışı olarak telakki edilebilir. Her birimiz mağaranın bir ucunda yerleşmişken güneş/zaman mağaranın önünden akıp gider, edilgen bir halde sağa sola döndürülürüz. Hadis-i şerifte bütün insanlar için geçerli olmak üzere 'insanlar uykudadır' denilir. Fakat fiilen uyumadığımızı da biliyoruz. Uykuda olmak veya rüyada bulunmak, duyulur dünyanın gerçekliğinden kuşkulananların sürekli bize hatırlattığı bir insanlık durumudur. Birçok düşünür gerçeklikle ilişkimizi ele alırken uyuyor olabilir miyiz veya bir rüyada yaşıyor olabilir miyiz diye sorular sormuştur. Öyle ya! Gerçek sandığımız şey, benliklerimiz, öteki insanlar ve dışımızdaki dünya bir rüyada gördüğümüz şeyler olabilir mi? Uyandığımızda bütün bu bunlar silinip gidecek mi? Böyle olması muhtemeldir, en azından bunu ihtimal dışı sayarsak düşünmenin bir anlamı kalmaz. Gazali veya Descartes gibi düşünürler bu soruya cevap aradılar, en azından böyle bir soru ile dış gerçekliği ve bunun en önemli unsurunu teşkil eden bireysel varlığımızın hakikiliğini tespit etmek istediler. Vakıa insanın gerçeklikten bu kadar kuşkuya kapılabilmesi ve 'acaba var mıyım yok muyum' diye tereddüt edebilmesi nadir bir durumdur. Daha doğrusu herhangi bir psişik sorun yok iken bir tahlil ve düşünmenin zemini olmak üzere böyle soru sorabilmek, insanı felsefe yapmaya yaklaştıran hikmet sevgisi olarak görülebilir. Bununla birlikte günlük hayatın farklılaşan duygu halleri içerisinde benzer sorular sorulabilir: Sıkıntılı anı anlatmak için 'kâbus gibi' tabirini kullanırız veya 'kâbustan uyanmak' deriz. Öte yandan iyi anlar için de 'rüya gibi' deriz. Bazen gafletimizi anlatmak üzere 'uyumuşuz' deriz. Günlük hayatta bir benzetme olarak kullandığımız bu tabirler düşünür için gerçek sorular, gerçek kuşkuları anlatır. Bu nedenle de felsefe kitaplarında görebileceğiniz en güzel cümlelerden birisi 'hepimiz bir rüya görüyor olabilir miyiz?' şeklinde tereddüdü genelleştiren bir cümledir.

Tecrübe ise uyumadığımızı gösteriyor dedik. Fakat uyanmak tam bir bilinç hali de değildir. Bu durumda bilinçle ilişki kurduğumuzda uyur-uyanık gibi bir hal insanı anlatmaya daha elverişli görünüyor: uyur-uyanığız, ne tam uyuyor ne tam uyanığız. Düşünürler insanın akılla ve düşünmekle ilişkisini benzer şekillerde anlatırlar. Her ne kadar her insanın akıllı ve düşünce sahibi olduğunu söylesek bile, gerçekte düşünmek yerine taklit ve ezber/koşullanma üzere yaşarız. Bu süreçte başkasının dilini kullanır, onun düşüncelerini benimser, onun sözleri ve kelimeleri üzerinden kendimizi anlatırız. Halbuki düşünmek insanın gaflet halini bilinçle hareket etmesinin sebebidir. O zaman bir insanın 'düşünüyorum' diye kabul etmesi, rüya içinde rüya görenin durumuna benziyor.

Uyku ve uyanıklık Pir Sultan tarafından yaratılış anlamında kullanıldığında ise filozofların dile getirdiğinden başka bir anlama kavuşmuş olurlar. 'Uyur idik uyardılar' demek, vahdet-i vücûd kavramları dâhilinde, Ama mertebesinde ayan-ı sabite olarak bulunan hakikatin ilahi tecelli ile dışta izhar edilme süreci demek olmalıdır. Bu anlamıyla uyumak ayn-ı sabite halinde veya Tanrı'nın bilgisinde bulunmaya işaret ederken uyanmak zuhura yönelmek demektir. Bununla birlikte ayn-ı sabitenin 'sabit' hali ile dıştaki değişkenlik ilişkisini hatırlayınca uyumanın esas, uyanmanın ise geçici ve değişken olduğunu görürüz. İnsan halden hale geçmek üzere uyanır, insan sürekli 'uyanma' hali yaşar, her uyanma ise bir uyuma haliyle öncelenmiştir. Bu durumda insan varlıkta 'uyur-uyanık' bir halde seyreder, kendisini uykunun tutmadığı ve yorulmayan Hakk'ın karşısında uyur-uyanık bir halde 'yoksul-kemali' temsil eder.

Peki, uyur uyanık halimizde fiillerimizde tasarruf sahibi olan kimdir veya bizi çekip çeviren ve yönlendiren kimdir? Sorunun cevabı olmak üzere ayet-i kerimede onları bu hallerinde sağa sola hareket ettiren Allah'tır, denilir. Gerçekte insanın bütün hallerinde onda tasarruf sahibi olan Allah'tır. Vahdet-i vücud teorisi ortaya çıkmadan erken dönem tasavvuf anlayışı Eşari paradigmadan bu düşünceyi çıkartmış, en azından Eşarilik içinde bunu temellendirmişti. Buna 'mutlak fail olarak Tanrı' inancı diyebiliriz ve bunun karşılığı 'la-faile illa Hu (Allah'tan başka fail yoktur)' olmalıdır. Dindar olmak ise insanın iradeli ve iradesiz gözüken eylemlerinde gerçek tasarruf sahibini öğrenmek, bunun için hatta bu ölçüde uyanabilmek demektir. Bu durum uzanmışken gözlerini açmak demektir. Fakat her ne olursa olsun mutlak bir uyanma hali mümkün olmayacaktır. Hz. Peygamber 'insanlar uykudadır' dedikten sonra 'ancak ölünce uyanırlar' demişti. Peki, ölünce ne olacak? Onu bilmiyoruz, bir kısmımız söylenenlere iman ediyor, bir kısmı ise inanmıyor. Fakat herkesin ittifak edebileceği bir hususu ise ayet-i kerime söylüyor: Ölünce bir an için yaşadığımıza bakabilme imkânı bulsaydık ne derdik? Galiba şunu derdik: bir an gibi geldi geçti. Ne kadar uzun yaşarsak yaşayalım, süreyi uzatan veya kısaltan şey yaşama halimiz olacaktır.

Ekrem Demirli

Ekrem Demirli'nin VAV TV'de yayınlanan programı Düşünce ve Hayat'ı aşağıdaki bağlantıdan izleyebilirsiniz.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN