Arama

Eşyanın Hakikati Üzerinde Düşünmek

Eşyanın Hakikati Üzerinde Düşünmek
Yayınlanma Tarihi: 24.2.2023 12:13:33 Güncelleme Tarihi: 24.02.2023 16:55
Sesli dinlemek için tıklayınız.

'Elindeki nedir, ey Musa.' (Taha, 17).

Menkıbelerde dile gelen muhayyile Hz. Musa'yı görece 'tasavvufa en mesafeli peygamber' gibi yad eder. Bunun neticesi ise şeriat ile hakikat ayrımında Hz. Musa'yı şeriat, onun yoldaki 'üstadı' sayılan Hz. Hızır'ı hakikatin temsilcisi kabul etmektir. Musa yolu ikmal etmeden ayrıldığına göre, hikayenin bir bölümünde, 'rıza lokmasını' yiyemeyenlerin örneği gibi telakki edilmesi muhayyilenin bir hükmü olacaktır. Birçok menkıbe bize Hz. Musa'nın direncini, kuralcılığını, hakikate karşı şeriatı tercih edişini, rehberine itirazını aktarır. Lakin daha derin bir okumayla başka bir şey görmeliyiz: Hz. Musa'nın hikayelerindeki göndermeler dini düşüncenin neredeyse bütün temel iddialarına kaynak teşkil eder, buradan üretilen kavramlar ve deyimler tasavvufun ufkunu şekillendirir. Bu kapsamda akla gelebilecek en iyi örnek ise Musa'nın ilk vahiy tecrübesinde ortaya çıkan asa, el meselesi olabilir.

Allah, mukaddes Tuva vadisinde 'elindeki nedir' dediğinde, Hz. Musa 'asadır' demiş, ardından tanımını yapmak yerine onunla yapılabilecek işleri tadat ederek işlevinden hareketle asayı anlatmıştı. Bir şeyi tanımlamak yerine fiilleriyle anlatma tarzını daha sonra Firavun'un 'alemlerin Rabbi nedir?' sorusuna 'güneşi doğurandır' şeklinde verdiği cevaplarda tekrar göreceğiz. Hz. Musa'nın sözleri insanın çevresiyle arasında kurduğu vasıta ve nedensellik ilişkisinin ifadesi gibi düşünülebilir. Allah 'at elindekini' dediğinde ise basit bir vasıtanın kazanabileceği veya taşıyabileceği kudretin tarzını gücü görmüştü. Bir asa söz gelişi ejderha haline gelebilir, elde tutmakla sınırladığımız gücü onu bıraktığımızda ortaya çıkabilir. Bu 'bırakmak' eylemi tasavvufun terk ve bırakma yoluyla özgürleşme anlayışının bir örneği kabul edilebilir. Her neyi elimizde 'tutar' ve sahiplenirsek, onun gücü sınırlanır; bırakmayı başardığımız veya vazgeçebildiğimizde ise bir şey hakiki gücüne ve işlevine doğru seyreder, kendi anlamını bulur.

Eldekini bırakmak ile 'ayakkabılarını çıkart' ifadesi arasında ilişki aşikardır: Ayakkabılarını çıkartılması tecerrüde işaret ederken aynı zamanda ayakların 'asalarından' arınmasıyla -ki burada ayakkabı ile eldeki asa benzer iki şeydir- insanın güç vehminden arınmasına işaret edilebilir. Hal-i naleyn (ayakkabıları çıkartmak) tabiri insanın riyazet ve mücahede yoluyla benliğinden tecerrüdüne, zan ve vehimlerinden arınmasına işaret eder. 'Hal-i naleyn'in iki muadili ise hacda ihram giymek veya sufilerin 'hırka' giymeleri, daha doğrusu kendilerine bir paye ve iktidar veren elbiseleri üzerlerinden atmalarıdır.

Bunun devamında başka bir husus da asanın dönüşmesini daha dikkatle takip etmemizi anlatır. Belki asa burada amaç değil bir işaret, esas asayı tutan eldeki değişimin idrakinin vasıtası idi. Allah, Hz. Musa'yı asa ile ele hazırlamış olmalıdır. Bunun ardından da 'elini böğrüne sok, yed-i beyza olarak çıkacaktır' demiştir. El kudret ile ilgili bir anlam taşır, ayet-i kerimede el Allah'a izafe edilen kelimelerden birisi el ve çoğulu ellerdir. Hadislerde ise parmak, avuç gibi elin başka kısımları ve işlevleri de Allah'a izafe edilir. Bütün bunlar kudretin dereceli tezahürlerine gönderme yapan kavramlardır. Ayet-i kerimede 'Allah'ın eli onların elinin üstündedir' denilir. Hz. Peygamber ise kutsi hadiste Allah'ın kulun tutan eli olmasından söz ederek kul ile Allah arasındaki yakınlığı insanın güçleri ve organları üzerinde beyan eder. Bu hadis, tasavvufun Allah ve insan ilişkisinde fiil ve infial yani etkenlik ve edilgenlik (hem Tanrı için hem de insan için etkenlik ve edilgenlik) ilişkisinde ortaya çıkan ittisal teorisinin ana çerçevesini şekillendirir. Kul farz ibadetlerle Allah'a yaklaşır, sonra nafile ibadetlerle yakınlığı sürdürür. En sonunda Allah onu sever. Hadis-i şerifin bu kısmına kadar söylenenler bütün Müslümanların tevilsiz kabul edebileceği sözlerdir, akabinde söylenenler ise tasavvufun dışındaki gelenekler tarafından mutlaka tevil edilecek, Tanrı ile insan arasındaki ilişki mecaz köprüsünde dondurulacaktır: Ne köprü geçilebilir ne geriye dönülebilir. Dini hayatın bir mecazda dondurulmuş olması zaman içinde sufilerin dini hayat eleştirisinin ana kısmını teşkil eder.

Hadis-i şerifin devamında Allah sevdiği kulun 'tutan eli, gören gözü, işiten kulağı' olurum der. Burada Allah infial yani kulun iradesiyle kula yardımcı olma halinde gözükür. Buna mukabil bir de kulun Allah'ın gözü, Allah'ın eli olması meselesi vardır. Burada ise Allah etken ve müessir olarak tecelli eder. 'Kim Allah'a borç verirse' ayet-i kerimesi infial tecellisine, 'Attığında sen atmadın, Allah attı' ayet-i kerimesi ise etken (fiil) tecellisine işaret eder.

Hadisin iki tarz yorumu yukardaki ayet-i kerimeyi anlamaya katkı sağlayabilir: Birinci yorumda ibadetlerle insanda gerçekleşen bir dönüşüm ve başkalaşmadan söz edilerek Allah'ın öze kullarına yakınlığı dile getirilir. Allah gerçek dindarların 'gören gözü, tutan eli, işiten kulağı' olacaktır. Ayet-i kerime böyle yorumlanırsa Allah, Hz. Musa'yı özel tecelliyle riyazetle ulaşılan makama çekmiş, o makamda onun duyan kulağı, gören gözü ve tutan eli olmuş, bu durum onun elinin 'yed-i beyza' tertemiz bir el olarak ortaya çıkmasında tecelli etmiştir. İbnü'l-Arabi'nin metafizik yorumu ise meseleye başka türlü bakmayı iktiza eder: Ona göre burada kast edilen başkalaşma ve dönüşme değil, gerçekte olanın inkişafı veya insan koşullanmasının ortaya çıkardığı perdelerle örtülenin keşfidir. Perdeler altında saklı hakikat bir nedenle ortaya çıktığında, herhangi bir değişim veya başkalaşma olmaksızın eşyanın hakikati olduğu gibi tecelli eder: Her kim olursa olsun gören bir gözde gören Allah, tutan bir elde tutan Allah'ın elidir.

O zaman yed-i beyza ile bize söylenen şey, bir peygambere mahsus bir mucize olmanın ötesinde, şeylerin kendiliklerinde bulunduğu durumun açığa çıkmasıdır. Her gerçekte yed-i beyzadır (beyaz el), fakat adet perdeleri bunu gizlemiştir. O zaman Musa'da ortaya çıkan -bir kenz-i mahfi gibi- gizli olanın aşikar hale gelmesidir. Bu nedenle Hz. Musa 'Bana kendini göster' diye dua etmiş, Hz. Peygamber ise 'Rabbim bana şeylerin hakikatini göster' diye dua etmiştir.

Ekrem Demirli

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN