Arama

Allah’ın ismine davet: İlk vahiy Son Peygamber

Allah’ın ismine davet: İlk vahiy Son Peygamber
Yayınlanma Tarihi: 10.12.2021 10:15:52 Güncelleme Tarihi: 10.12.2021 10:15
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Hira mağarasında inzivaya çekilmişken uyku ile uyanıklık arasında duyduğu emre 'ben okuyan değilim' diye cevap verdiğinde ilk vahiy son peygambere inmiş oldu. Emir ikinci, ardından üçüncü kez yinelenince cevap değişmemiş, bunun üzerine meleğin zorlamasıyla kelimeler Peygamberin dilinden dökülmüştü: 'Oku Rabbinin ismini-veya ismiyle-, O ki, yaratmıştır.'

Alak suresinden beş ayet-i kerime nazil olduğunda, Hz. Peygamber'i derin bir hayret duygusu kaplamış, endişe ve tereddüt ile sarsılmış, olan bitenin ne olduğunu anlamamış olmanın geriliminden kurtulmak üzere evine doğru koşmuştu. Hz. Peygamber bu ilk hayret ve tereddütten ancak Duha suresinde (ki surenin adı olan kuşluk güneşi ile Hz. Peygamber'in inşiraha çıkması arasında anlam ilişkisi olmalı) 'Seni Rabbin terk etmedi' ayetiyle çıkmış olmalıdır.

Peygamberimiz niçin böyle derin bir hayret ve endişe içinde kalmış olabilir? Galiba bunun en önemli nedeni nebevi tevazu, uluhiyet karşısında haddini ve acziyetini bilme ve beklentisizce kulluğun iktiza ettiği derin ahlak idi. Hz. Peygamber Hira'ya giderken herhangi bir beklenti içinde değildi, kendisine böyle bir mertebe yakıştırıyor, gizli bir amaç taşıyor değildi. Çağdaş bir yazarın dile getirdiği üzere, Hz. Peygamber üzerinde düşünürken aklımıza getirmemiz gereken ilk hususlardan birisi bu mutlak beklentisizlik ve Rabbi karşısında haddini bilme hali olmalıdır. Hz. Peygamber sadece ibadet etmek, rabbini tefekkür etmek üzere Hira'ya çekiliyor, bu esnada herhangi bir beklenti veya hazırlanma aklına gelmiyordu. Hiçbir şey beklemeden Hira'ya giden Peygamber, emir ile karşılaşınca ne olduğunu anlamakta güçlük çekmiş, endişeye kapılarak evine dönmek zorunda kaldı.Onun bu tavrı Hz. Musa'nın elinden attığında yılana dönüşen asasını görünce ürkerek kaçışına benzer. Sihirbazlar ancak o zaman anlamışlardı yapılanın sihir olmadığını çünkü sihirbaz sanatını sergiledikten sonra insanları selamlar, insanların teveccühünü bekler. Hz. Musa veya Hz. Peygamber ise ürkmüş, endişeye kapılmış, Rablerine iltica etmişler, birinde mucize ötekinde vahiy amacına ulaşmış, her ikisi de rablerine iltica etmişlerdi.

Yetim ve Ümmi Olmak: Yalnızlık, Safiyet

İlk ayetler karsısında Hz. Peygamber'in tavrını ve durusunu fark edebilmek için onun iki niteliği üzerinde düşünmek gerekir: Birincisi Hz. Peygamber'in ümmi oluşu idi. Müslümanlar ümmi derken 'okur-yazar' olmamayı anlarlar. Kelimenin bu anlamıyla Peygamber'in ümmi olduğunda tereddüt yoktur, fakat böyle olmasa bile Peygamber vahiy karşısında ümmi olacaktı. Haddi zatında her peygamber Allah'ın karşısında ümmi, iddiasız ve güçsüz olarak bulunabilirdi. İlahi emir karsısındaki acizlik 'nebevi ahlak' olarak Allah ve insan ilişkisinin keyfiyetini belirler: yap emri karşısında doğru cevap 'yapamam, nasip eylemezsen' olabilirdi. Çünkü emrin maksadı insanı Allah'a döndürmekten başka bir şey değildi. Müslüman toplum için bu durum ellerinde gerçekleşen hayır ve hasenatı sahiplenmemek, başkasının başına kakmamak, unutarak kendi fiillerinden ve eylemlerinden özgürleşme erdemini ortaya çıkartmıştır. Meselenin öteki kısmı ise sosyolojik vakıa olarak ümmi olmaktır. Bu ise bedevi toplumların okur-yazar yerleşik bölgeler karsısındaki durumunu anlatır. Ümmi toplumlar pratik yaklaşımları ve hareket kabiliyetlerinin yüksekliğiyle bilinirken felsefe, bilim ve yerleşik dini geleneklerden yoksun yaşarlar. Hz. Peygamber kelimenin iki anlamıyla ümmi idi: ümmi toplumun ümmi ferdi vahye mazhar olmuştu.

Hz. Peygamber'in ikinci özelliği ise yetim olmasıydı: Mekke'deki yerleşik adetlere göre, kabile himayesi içinde yetim kalmanın anlam ve ağırlığı günümüzdeki gibi anlam taşır mı taşımaz mı ayrı bir mesele olarak tartışmaya değerdir. Bu nedenle bazı sufiler yetim olmak ile yegane ve yapayalnız olmak arasındaki ilişkiyi tespit etmiş, Hz. Peygamber'e 'dürr-i yetim (benzersiz inci)' lakabını vermişlerdi. Lakin işin başka bir yönü daha vardır ki, o da Hz. Peygamber'in ilk tereddüdünü anlamaya katkı sağlayabilir. Hz. Peygamber 'şahidi' olmayan, kendisine rehberlik edebilecek birisinden yoksun bir yetim idi. Onu iki peygamber ile karşılaştırırsak durum daha belirgin hale gelebilir: Hz. İsa Meryem'in oğlu olarak dünyaya geldiğinde Hz. Yahya, Hz. Zekeriya peygamberler gibi nebilerin arasında daha doğrusu bir ocağın içinde yetişmişti. Hz. Musa'nın durumu daha farklı idi: Önce Hz. Şuayb onun hayatındaki en önemli kişi olacak, Musa'yı Firavun'un sarayının izlerinden arındıracaktı. Ardından onun yerini Hz. Harun alacak, bu kez İsrailoğulları ile arasında 'vezir' olacaktı. Sonra -belki öncesinde- Hz. Hızır onun rehberi olacaktı. Hz. Peygamber'in ise sadece iki şahidi vardı: Birincisi hanımı Hz. Hatice, öteki ise amcası Varaka b. Nevfel'di. Onlar Peygamber'in sadece yüksek ahlakına bakarak Allah'ın nebisi olabileceğine kanaat getirmiş, Hz. Hatice de kendisine iman etmişti. Bu nedenle Müslümanlar, peygamberliğin delillerini araştırırken, mucizeler kadar Peygamberin yüksek ahlakına atıf yapmayı yöntemin ana unsuru saymışlardı.

Ekrem Demirli

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN