Arama

Dinde Korku Meselesi: Menfi Korku ve Müspet Korku

Dinde Korku Meselesi: Menfi Korku ve Müspet Korku
Yayınlanma Tarihi: 25.11.2022 11:22:18 Güncelleme Tarihi: 25.11.2022 13:37
Sesli dinlemek için tıklayınız.

'Babacığım! Rahman'ın azabının sana temas edeceğinden korkarım.' (Meryem, 45).

Pagan dinler, sınırlarını karamsar evren telakkisinin belirlediği Tanrı(lar) inancına dayanır. Bir pagan, Tanrı'yı insanın çoğunlukla meşakkatle ve sıkıntılarla örülmüş hayat tecrübesine göre tasavvur eder. Tanrı ile ilişkisini bu tecrübenin şekillendirdiği umutsuzluk ve yılgınlık üzerine inşa eder. İnsanın doğumu güçtür, gelişmesi güçtür, yaşaması ve hayata tutunması güçtür, toplumsallaşması güçtür vs. Bir âyet-i kerîmede "İnsan güçlük içinde yaratılmıştır" [Beled, 4]denilir. Vakıa güçlük, insanın kaderidir. Bazen ise insan hayatını daha da güçleştirmiştir. İnsan hayvanlar kadar korunaklı gelmez dünyaya. Onlar kadar süratle koşamaz, uçamaz, yürümeyi bile uzun sürede öğrenir. Platon (M.Ö. 427-347) insanın öteki canlılardan farkını tespit sadedinde mitolojilere atıf yapar, insanın Tanrı(lar) tarafından yaratılışını anlatır. "Tanrı bütün varlıklara güçler vermiş, varlıklar bu güç ile korunmuşlardır. İnsana ise aklını vermiştir." Aklın insanı koruyabilmesi, uzun ve meşakkatli bir çalışma sürecini gerektirir. Bu nedenle insan yeryüzünde kıtlık görmüştür, üretmenin güçlüklerini yaşamıştır vs.

İnsan yeryüzündeki meşakkatli hayatı, cennetten kovulmanın cezası olarak kabul etmiş, bu kaderle barışmanın yollarını aramıştır. Öte yandan Pagan dinlerde ise Tanrılara kurban sunmak, özür dilemek, onların hali hazır cezalarından emin olabilmek için büyük fidyeler vermek, dinin ana fikrini temsil ediyordu. Bu dinlerde Tanrılar öfkeli kimselerdi; bazen insanları ve evrendeki varlıkları cezalandırabilirler, bazen aralarında kavga ederek evrenin düzenini bozabilirlerdi. Bütün bu süreç dahilinde barışı sağlamak insanın göreviydi. Bu yönüyle duyu ve doğa kaynaklı telakkinin şekillendirdiği dinlerde korku, belirleyici bir rol oynar. Söz konusu korkular, geçmişte kalmış olsa da ortadan kalkmış değildir. Bu yüzden korkularımız ve kaygılarımız her zaman devam eder, Tanrı ile ilişkimizde doğanın ve alışkanlıklarımızın çizdiği sınırların dışına nadiren çıkabiliriz. Bununla irtibatlı olarak korkan insan, dinde de tabii olarak korkmaya devam eder; dinin zikrettiği kavramları doğasındaki bilgiye göre yorumlar, dinin ideallerini 'doğa zemininde' insanileştirir.

Sonuç olarak denilebilir ki, din insanlara korkuyu öğretmiş, hiç akıllarında yok iken onları Tanrı ile korkutmuş değildir. İnsanlar zaten korkuyor, sürekli endişe ve tereddütle yaşıyorlardı. Korkularını yönetebilmek üzere kurbanlar, adaklar veriyor; kâhinlere başvuruyorlardı. İnsan hayatında dinin gerçekleştirdiği değişimlerden birisi, insan tecrübesinden kaynaklanan bu menfi ve uzaklaştırıcı korku telakkisinin yerine müspet bir korku yerleştirmesidir. Fakat insan doğasındaki korku o kadar sabit ve yerleşiktir ki din ile gerçekleşen değişim ya anlaşılmamıştır ya da doğal korku tarafından zamanla dönüştürülmüştür. Bu itibarla hiç tereddütsüz denilebilir ki dinde de korku vardır, dinde de insana öteki hayatla ilgili uyarılar vardır. Bu uyarılarda insanların karşılaşacağı sıkıntılardan söz edilir. Fakat dinde bu uyarılar, müspet bir üsluba yerleştirilerek nihayetinde insanın olumlu bir tutum geliştirmesinin önü açılır. İnsan çok korkarsa umudunu yitirir; çözüm bulamazsa çareyi ve direnci, zevk ve sefada bulabilir. Din ise çarenin Tanrı olduğunu söyleyerek Tanrı'dan Tanrı'ya firarın yolunu göstermiştir. Bunun için İbrahim Peygamber babasını uyarırken Tanrı'nın kuluna dönük şefkatini hatırlatırcasına "Babacığım" diye söze başlar, sonrasında "Sana Rahman'ın azabı temas eder diye endişe ediyorum" der. Azap ile Rahman isminin bir arada zikredilmesi, dinin doğamızdaki korkunun yerine koyduğu korkunun anlamını bize gösterir.

İki kelime bir âyet-i kerîmede ardışık geldiğinde aralarında bir etkileşim olacağı açıktır. Rahman ile azap kelimesi birlikte zikredildiğinde, birisi ötekini etkiler; onun anlamını değiştirir veya onu başka bir şekilde anlamaya bizi zorlar. İbnü'l-Arabi (ö. 638/1240) bunu, âyet-i kerîmelerde yer alan Lütuf veya Celâl ile Cemâlin ilişkisi tarzında düşünür. Mesela Allah "Benden korkun!" dediğinde, dikkatimiz önce korkuya; sonra "Ben" kelimesine yöneldiğinde, Allah'ın bize korkuda saklı bir lütfu gösterdiğini fark etmeliyiz. Öte yandan Allah'ın kuluna "Ben" dediği bağlamda insanlar artık siz/muhatap mesabesindedir ve bu olabilecek en büyük yakınlıktır. İnsana bu kadar yakın olandan ancak müspet korkuyla çekinmek mümkündür.

Baştaki âyet-i kerimeye dönersek, İbrahim Peygamber'in babasına hatırlattığı azap Rahman'ın azabıdır: Rahman ile azap bir araya geldiğinde korkunun istikameti değişir; insanı umutsuz kılan korkunun yerini onu harekete ve çare aramaya sevk eden müspet bir korku alır. Haddizatında her şeye sebkat eden rahmet, azabı da geçmiştir. Hatta azabın içinden de geçmiştir. 'Allah azaba merhamet etmeseydi, o da var olamazdı' der muhakkik düşünürler. Böylece cehennem de dâhil olmak üzere her şey, Allah'ın rahmetinin neticesi olarak var olur; insan da rahmete mazhar olmuş (merhum) bir azaba maruz kalır.

Bâyezîd-i Bistâmî (ö. 234/848) "Ey insan! Seni Kerîm olan Rabbine karşı kışkırtan nedir?" [İnfitâr, 6] anlamındaki ayet-i kerîmeyi işitince hemen "Keremin Rabbim" diyerek cevap verir. Kerîm olan Rab'den korkmak, herhangi birisinden korkmak gibi olamaz. Bundan dolayı O'ndan korkmak ve O'ndan utanmak, O'na saygısızlık etmekten hayâ anlamına gelerek sevgi ve umuda dönüşür.

Ekrem Demirli

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN