Son dönem Osmanlı’nın bilgini ve öğretmeni: Hoca Tahsin Efendi

Hoca Tahsin, başta felsefe ve astronomi olmak üzere psikoloji, pedagoji, jeoloji, coğrafya gibi bilimlerde teorik ve tecrübi bilgi birikimine sahipti. Osmanlı Devleti’nde batılı anlamda ilk üniversite olarak kurulacak Darülfünun’da görev almak için bursla Paris’e gönderilen iki kişiden birisiydi. Bu bilim alanlarının talim ve tedrisinde büyük gayretleri oldu. Darülfunun’un ilk müdürüydü.

Yayınlanma Tarihi: 02.05.2019 14:37 Güncelleme Tarihi: 02.05.2019 14:37

HOCA TAHSİN EFENDİ VEYA HOCA HASAN TAHSİN

Kendine has kişiliğiyle ve ibretlik ömrüyle Tahsin Efendi'nin asıl ismi Hasan Tahsin'di. 1811'de Yanya vilâyetinin Çamlık bölgesinde Filat kazasına bağlı Ninat köyünde doğdu. İlk dinî ve edebî bilgileri, çeşitli yerlerdeki nâibliklerinden sonra İşkodra'da Berat müftüsü olan babası müderris Osman Efendi'den aldı. Vidinli Tevfik Hoca'nın öğrencisi oldu.

OSMANLI'NIN PARİS'TE AÇTIĞI İLK MEKTEP

Kırklı yaşlarından sonra ilmiyeye dâhil olmasına rağmen bu süre içerisinde ne işle uğraştığına dair bilgiler bulunmuyor. Hoca Tahsin'i tarih sahnesine çıkaran, Osmanlı'nın Paris'te açtığı Mekteb-i Osmanî (1857) projesidir.

1856 yılının sonlarında Mühendishâne, Harbiye gibi resmî mekteplerle Bâbıâli ve diğer yerlerden tahsil için Avrupa'ya gönderilmiş bulunan Türk öğrencilerinin Arapça ve Farsça ile dinî bilgilerini geliştirmelerine yardımcı olmak, aynı zamanda gayrimüslim tebaadan orada tahsilde bulunanlara da Türkçeyi öğretmek yolunda devletçe bir karar alınırken Hoca Tahsin bu iş için ilk başta hatırlanan isimlerden biri olmuştu.

Bunun üzerine Hoca Tahsin ile o sırada Dârülmuallimîn'in parlak bir öğrencisi olan Selim Sâbit'in bu göreve yollanmalarına karar verildi. Bunların Avrupa'ya gönderilmesindeki esas maksat, açılacak Dârülfünun'da riyâziye ve tabiî ilimleri okutacak birer hoca olarak yetişmelerine imkân hazırlamaktı. Nitekim bu düşünce Meclis-i Maârif'in karar yazısında açıkça görülmektedir.

PARİS'E GİDECEKLERİNİ GAZETELER YAZDI

Hükümetin Avrupa'daki Türk talebesi için düşündüğü bahis konusu düzenlemenin basında bildirilmesinin hemen ardından Hasan Tahsin ile Selim Sâbit'in hocalıkla Paris'te görevlendirilmiş oldukları haberi devrin bazı gazetelerinde yer alır (Journal de Constantinople, Cerîde-i Havâdis).

Bunlar 20 Mart 1857'de Paris'e varmışlardı. Nitekim çeşitli eğitim müesseselerinden Paris'e gönderilmiş bulunan Türk ve gayrimüslim öğrencileri bünyesinde disiplin altında bir araya getirmek üzere, onların gidişlerinden az bir müddet sonra orada açılan Mekteb-i Osmânî'nin öğretim kadrosunda Türk hoca olarak bu ikisinin yer aldığı görülecekti. Bunu yanı sıra Muradyan Mektebinde de dil hocası olarak görev aldılar.

BATI'DAN DOLAYI AĞIR ELEŞTİRİLDİ

Çoğu Tanzimat aydını gibi Batı'ya hayranlığını, "Paris'e git bey efendi akl ü fikrin var ise, / Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris'e" dizesiyle dile getiren Hoca, 4-5 sene kadar Paris'te kalmış, entelektüel çevrelerle iletişim kurmuş ve giyim kuşamında rahat tavırlar içine girmiştir.

Avrupa'nın felsefi ve sosyolojik dünyasına ilgi duyması onun daha sonra sert bir şekilde eleştirilmesine hatta tekfir edilmesine sebep olmuştu.

Hoca Tahsin'in Paris'te Société Asiatique mensupları ile tanıştığı söylenebilir. Nitekim Fransız şarkiyatçısı Bianchi orada görüştüğü Hoca Tahsin'den ulema sınıfının seçkin bir siması diye bahseder ve onun kendisini, İstanbul kütüphanelerindeki bütün eserleri toplu olarak gösteren bir umumi kataloğun varlığından haberdar ettiğini söyler.

PARİS'E İKİNCİ YOLCULUK

1862 yılı Eylülü başlarında Abdülhak Hâmid ve onun ağabeyi Abdülhâlik Nasûhî Bey ile birlikte Hoca Tahsin'in yeniden Paris'e gittiği görülür. Roma'yı ziyaretlerinde kendisinin Saint Pierre Kilisesi'nde namaz kıldığını söyleyen Nasûhî Bey, daha sonraki bir zamanda Hoca Tahsin'in de o vakit kilisede kürsüye çıkıp yüksek sesle ezan okuduğunu nakleder. Abdülhak Hâmid'in anlattığına göre Hoca Tahsin Paris'te bulunduğu bu ikinci dönemde bir ara sarığını çıkarmış, başına bir hasır şapka geçirmişti. Onun bu gibi hareketleri adının bazılarınca "Mösyö Tahsin" veya "Gâvur Tahsin" diye çıkmasına yol açacaktır.

SİYASİ TAVIRDAN UZAK DURDU

İstanbul'a döndükten sonra Yeni Osmanlı düşünce hareketiyle iletişim kurmuş; modern ilim ve felsefeyi telif eden dersleri büyük ilgi çekmişti. Fakat onlarla siyasî faaliyet içine girmekten uzak durmuştur.

1870'te ikinci defa açılan Darülfünun'un ilk müdürü olmasına karşın karmaşık düşünce ve ruh haliyle Cemaleddin Efgani'nin verdiği bir nutuk dolayısıyla bu görevi uzun sürmemiş, dine hakaret etmekle dinsizlikle suçlanmış ve azledilmiştir.

Hoca Tahsin, "Cehalet mültezem, kesb-i kemâldir cünhamız bildim / İlâhi, cürm-i tahsil-i ilmden tövbeler olsun" diyerek Cağaloğlu'daki hanesine dinlenmeye çekilmiş, kendi zihinsel dünyasının muhayyilesiyle baş başa kalmıştı.

ÖĞRENCİLERİ ONU HİÇ BIRAKMADI

Yaşadıkları Hoca'yı derinden üzmüş, gittikçe bozulan sağlığının yanı sıra hasta yatağında ithamlara cevap vermek durumunda kalmıştı. Vefalı öğrencileri hocalarına karşı yapılan haksızlıklara sitem ederek, "Hoca'nın itikadı tam ve kâmil idi. Hoca Tahsin ârif billâh bir âdem idi. Amelde kusuru var ise de… Heyhât! Kimin yok?" diyerek hocalarını savunmuşlardı. Bereketzâde İsmail Hakkı da onu gerçek bir felsefe dostu olarak yâd etmişti.

BİRÇOK ALANDA ESER VERDİ

Hoca Tahsin Efendi, başta astronomi olmak üzere psikoloji, pedagoji, jeoloji, coğrafya, felsefe gibi pek çok bilimde hem teorik hem de tecrübi bilgi birikimine sahipti ve bunlarım talimle tedrisinde büyük gayretleri olmuştu. Dönemin dergilerindeki yazıları yanında pek çok tercüme ve telif kitabı olan Tahsin Efendi'nin Osmanlı'nın son dönemi düşünce, bilim ve felsefe hayatı içinde özgün bir yeri vardı. Esrâr-ı Ab u Hayat, Psikoloji Yahut İlm-i Ahval-i Ruh, Esâs-ı İlm i Heyet, Tarih-i Tekvin Yahut Hilkat, Mürebbi-i Etfal, Ulul-, Fenn-i Felâhet, Kimyây-ı Ziraat, Nevâmis-i Tabîiyye ilk olarak akla gelen eserleridir. Bu kitaplarda da görüleceği üzere onun felsefeden psikolojiye, çocuk terbiyesinden ziraat tekniklerine uzanan genişlikte ilgisi ve çalışmaları vardı.

VEREM HASTALIĞINA YAKALANDI

Tutulduğu veremin gittikçe ilerlemesiyle ölümünün yaklaştığını hisseden Hoca Tahsin, Mecmûa-i Ulûm'un yayımının durmasından bir sene sonra çıkmaya başlayan Hazîne-i Evrâk mecmuasına gönderdiği yazı ve manzumelere bu psikoloji içinde "Bir Marîz" diye imza koymaktaydı. Münif Paşa, günden güne durumu ağırlaşan Hoca Tahsin'i Erenköy'deki köşküne aldırmıştı. Eşiğinde hissettiği ölümü için ayrı birer zaman tahminiyle üç ayrı manzum tarih dahi söyleyen Hoca Tahsin bu arada Allah'a sığınışını ifade eden, felsefî düşüncelerle yüklü ve hüzünle dolu uzun bir manzume kaleme aldı.

ÖLMEDEN BİR GÜN ÖNCE YAPILAN RÖPORTAJ

Ölümünden bir gün evvel kendisiyle yapılan bir röportajda ömrünün felsefî düşüncelerle örülü bir muhasebesini yaparak en yüce din diye vasıflandırdığı İslâmiyet'e bağlılığını, Allah'a imanını ve Hz. Muhammed'e sadakatini ifade eden açıklamalarda bulundu.

3 Temmuz 1881'de Erenköy'de vefat eden Hoca Tahsin Sahrayıcedid Mezarlığı'nda toprağa verildi.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.