Zekeriya Erdim

Hak mı, hukuk mu?

Hayatın hemen her alanında, bizi çokça yoran ya da geren bir "ikilem" yaşıyoruz. İşlerimizde ve işleyişlerimizde; "hakka uymak" ile "hukuka uymak" arasında tercih yapmak zorunda kalıyoruz.

Bu ikisi, her zaman birebir örtüşmeyebiliyor. İnsanlar; hakka uydukları zaman kullar nezdinde "suçlu", hukuka uydukları zaman Allah indinde "günahkâr" olabiliyor.

Çünkü, beslendikleri kaynaklar bakımından farklılıklar arz ediyorlar. Hakka dair "hükümler" ilâhî iradenin yansıması olan değerler manzumesi, hukuka dair "yasalar" beşerî iradenin tercihleri ile şekilleniyorlar.

Hukuka uygun olanın, hakka da uygun olup meşruiyet kazanabilmesi için; bir "Allah adına" yapılıyor olması, bir de "Kitap ve Sünnet" muhtevasına aykırı düşmemesi gerekir. Bu da, hukuki düzenlemelerin vahye göre yapılması anlamına gelir.

O zaman, "laiklik" hikâyesi ne olacak? Eğitimde, öğretimde, yönetimde; "iyi insan, iyi Müslüman, iyi kul, iyi vatandaş" hedeflerinden hangisi esas alınacak?

Aslında, bizim dini değerlerimiz; hepsini içine alıyor. İyi insan, Müslüman, kul olanlar; aynı zamanda, iyi vatandaş da oluyor.

Ancak, "vatandaşlık" tanımının içinde "kulluk" tanımının da olduğu söylenemez. Allah'a ve ahirete imanın olmadığı, suç tanımının içinde günahların da yer almadığı bir düzende; kötülükler, sadece yasalarla engellenemez.

Oysa biz, hepimiz; kötülerden ve kötülüklerden kurtulmanın mücadelesini veriyoruz. Herkesin huzur ve güven içinde yaşadığı bir ülkenin ve toplumun, dünyanın ve insanlık âleminin; derin özlemini çekiyoruz.

Geçtiğimiz günlerde; lisans eğitimini ilahiyat alanında almış, yüksek lisansını psikoloji dalında tamamlamış bir dostla tanıştık. Geçmişten geleceğe uzanan bir güzergâh üzerinde, hal ve gidişimizi konuştuk.

Yüksek lisans tezinin, Diyanet İşleri Başkanlığı'na gelen sorularla ilgili olduğunu söyledi. Din ve psikoloji penceresinden bakan bir uzman dili, üslubu içinde; "çokça soru sorulan yahut fetva talebinde bulunulan dikkat çekici bir konu var" dedi.

Beşeri hukuka göre boşanan ya da boşanma imkânı olan eşler; kararlarının ve eylemlerinin, ilâhî hukuka göre değerlendirilmesini istiyorlarmış. "Şimdi ben, dinen de boşanmış oldum mu yahut olur muyum?" diye soruyorlarmış.

Anlaşılan o ki; yaptıkları işin, "yasal" olması ile yetinmiyorlar. Aynı zamanda "caiz" ya da "helal" olup olmadığını öğrenip; vicdanen de rahat etmek istiyorlar.

Benzeri bir durumu; nikâh akitlerinde de yaşıyoruz. Bir yandan "dini", öte yandan "medeni" hukuka göre işlem yapıyoruz.

Çünkü; Belediye Başkanları "halkın verdiği yetkiye dayanarak", nikâh memurları ise "Belediye Başkanı'nın verdiği yetkiye dayanarak" evlenen tarafları karı-koca ilan ediyorlar. Meşruiyet kaynağına atıfta bulunurken; "Allah'ın emrine, Peygamber'in sünnetine göre" demiyorlar.

İşin garibi; "dini nikâh" işlemini kayda alan ve takipçisi olan bir kurum da bulunmuyor. Arada bir ihtilaf çıktığında; akdi gerçekleştiren makama gelinmiyor.

Şimdi, biz Müslümanlar ne yapalım? Bu ikilemden kurtulmak için; Allah'a mı, devlete mi kafa tutalım?

Osmanlı döneminde, "çoklu hukuk" uygulaması vardı. Hâkim unsur olan Müslümanlar ile azınlık durumunda bulunan Yahudiler ve Hıristiyanlar; kendi dinlerine göre amel ediyor ve yargılanıyorlardı.

Sadece nikâh akitlerinde değil, bütün işlerinde ve işleyişlerinde bu hakka sahiptiler. Devlete isyan etmemek ve vatandaş olmanın gerektirdiği genel sorumlulukları yerine getirmek şartıyla; din ve vicdan hürriyeti içinde, inandıkları gibi yaşayarak varlıklarını devam ettirdiler.

Günümüz Türkiye'sinde; din işlerinde görevli devlet memurlarına nikâh yapma yetkisi verilmesi bile hüsnü kabul görmüyor. Kaldı ki; "Allah adına" yapılmayacaksa, din adamı tarafından icra edilmesi de çözüm olmuyor.

Siyasetimizde, ticaretimizde, sosyal hayatımızda; bu döngünün içindeyiz. Oysa, devlete ve millete asi olmanın değil; Allah'ın hükümlerine göre amel edip, kulluk görevimizi yerine getirmenin peşindeyiz.

Yalansız, dolansız, hilesiz, hurdasız, hakka uygun, hakikate bağlı bir hayat sürmek istiyoruz. Herkes için iyilik ve güzellik, huzur ve güven iklimi talep ediyoruz.

Bu kör düğümü, el ele verip çözelim artık. "Hak" ile "hukuk" arasında bocalamaktan, "gerçek" olan ile "geçerli" olan arasında savrulup durmaktan; yeteri kadar bıktık, usandık.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.