Mustafa Özcan

Bir dindarlık modeli olarak Minyeli Abdullah!

Minyeli Abdullah, kahramanı Mısır'da yaşayan gerçekte olayları Türkiye'de geçen bir romanın adıdır. Başka bir ifadeyle, olaylar Mısır'da geçiyor ama Türkiye anlatılıyor. Bu açıdan ilginç bir kurgudur. Kızım sana söylüyorum gelinim sen dinle havasında bir romandır. Minyeli Abdullah ile birlikte başlayan roman çığırı daha sonra İslami camiayı kasıp kavurmuştur. Lakin Minyeli Abdullah romanı içerdiği yüksek romantizmi nedeniyle hiç aşılamamıştır. Tadı damakta kalmıştır. Bir solukta okunacak romandır. Lakin bugün yazılsaydı aynı etkiyi gösterir miydi? Göstermiyorsa neden? Bugünün toplumu daha karmaşık bir toplum yapısına haizdir ve bu nedenle de ne kadar fıtri ve öze hitap ederse etsin bir kitabın bu kadar etkili olması biraz zor görünüyor! Mesele zamanın ruhuyla alakalıdır. İyi bir kurgu ve iyi bir dil ve anlatım ile birlikte zaman ruhu yakalanırsa neden tarih tekerrür etmesin? İnsanlık güzelliğe, iyiliğe muhtaç ve aç. Bunları giderecek ve tatmin edecek eserlere her zaman ihtiyaç vardır. Hekimoğlu İsmail derin bir filozof değildi ve düşüncelerini kurgulayarak bu eseri kaleme almadı. Belki kalbinden geçenleri kurguladı ve yazıya döktü. Duyuşlarını kaleme aldı.

Kitabın tutmasında ve kitlelere mal olmasında onun bir dindarlık modeli ve manifestosu önermesi etkili olmuştur. Bu model dünyayı cennete çevirecek bir modeldir. Herkesin herkes için yaşamasıdır. 'Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için' dedikleri gibi. Başkaları için yaşayan, başkaları için ağlayan bir adamı resmetmiştir. Romanın etkili olmasında bu anlayış ve duyuşlar etkili olmuştur. Bugün kalp veya gönül ile beden arasındaki mesafe açılmıştır. İnce duygular yerini kaba duygulara bırakmıştır. Ortam bunu getirmektedir. Dindarlık da idealizm yerine realizme kapılmıştır. Bu da eski duyuşları imkansız hale getirmiştir. Dediğimiz gibi bugün ile romanın yazıldığı tarih arasına zamanın ruhu girmiştir. Aynı ruh bugün de geçerli olsa aynı roman aynı etkiyi göstermeye devam edecektir. Zamanın ruhu aşınmıştır.

Roman bir dindarlık modeli öneriyor. Bu da okura cazip geliyor. Bu dindarlık modeli nedir? Eskilerin diğerkamlık dedikleri veya i'sar olarak ifade ettikleri husustur. Bu hayatın izleri ve derinliği sahabe hayatında da gözlenmektedir. Sözgelimi roman tarzında olmasa da Ahmed Şahin'in Tarihin Şeref Levhaları gibi kitapları esasında fiction (hayali) tarzında yazılan Minyeli Abdullah'ın nonfiction (gerçek) düzeye formatlanmasıdır. Gerçekçi bir anlatıma kavuşturulması ve büründürülmesidir. Tarihin Şeref Levhaları ve benzeri eserler, Minyeli Abdullah'da anlatılan kurgunun paralelinde sahabe destanından bize huzmeler ve demetler sunmaktadır. Sahabe neslinin canlarını ve mallarını (en nefsü ve'n nefis) feda ederek, ortaya koyarak İslam'ı nasıl ayağa kaldırdıklarını konu etmektedir. Fütuhatla ve onun üzerinden dünya ile tanıştık ve bazı hassasiyetlerimizi ve özelliklerimizi kaybettik. Geride hasreti kaldı. Fütuhat döneminin Minyeli Abdullah'ı, Şam Valisi Ebu Ubeyde bin Cerrah'tır. Hazreti Ömer Kudüs'e giderken ona şöyle hitap edecektir: "Dünya hepimizi değiştirdi (aldattı) ama Ey Ebû Ubeyde görüyorum ki, seni değiştiremedi." Ümmetin emini olan Ebu Ubeydi Bin Cerrah sahabenin zahitleri arasındadır. Hazreti Ömer, Kudüs'e giderken onun evine uğramış belki de misafir olmuştur. Gördükleri karşısında bu cümleyi sarf etmiştir. Vali olmasına rağmen evinde doğru dürüst ne yiyecek ne de içecek vardır. Buna şahit olan Hazreti Ömer içten bir ifade ile 'Senden gayri dünya hepimizi değiştirdi' demiştir. Hazreti Aişe'nin haber verdiği gibi sahabenin ilk kuşağındandır. Muaviye ve Amr İbni'l As karakteri nasıl dünyaya meylediyorsa, bakıyorsa onun karakteri de ahirete bakıyordu. Bu nedenle Hazreti Ömer kendisine yapılan saldırıdan sonra şöyle diyecektir: "Ebu Ubeyde yaşasaydı bu emaneti ona tevdi etmek isterdim." Demek ki her dönemin de kendisine göre kaht-ı ricali olabiliyor.

Zamanla İslami hayatın branşlara ayrıldığı dönemde sufilik, züht hayatıyla birlikte İslam'ın bu manevi cephesini ve ahirete dönük iklimini ve yüzünü temsil etmiştir. Fedakarlık kültürünü öne çıkarmıştır. Başkaları için yaşamak ve ağlamak onların harcı olmuştur. Hristiyanlık anlayışında Cizvitler nasıl ki Hristiyanlığın hem serdengeçtileri hem de züht hayatının temsilcileri olmuşlarsa sufiler de halkın dayanağı olmuşlar ve halka hizmet götürmüşlerdir. Daima esere değil isar hayatını yaşamışlardır. İslam'da dünya hayatına dair iki model vardır. Her iki model de aynı kelimeden türemiştir. Bunlardan birisi isar ki ilk devre sahabelerin hasletidir. Nefsinden fedakarlık etmek ve başkalarını kendine tercih etmektir. İkincisi ise 'esere' kelimesiyle ifade edilir ki kendi nefsini başkalarına ve hukuklarına tercih etmektir. Nitekim hadisler bu iki modeli ortaya koyar. Buhari ve Müslim'in Abdullah İbni Mesud tarikiyle tahriç ettikleri bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Benden sonra esere (kendini tercih) ve kabullenemediğiniz işler olacaktır. Bunun üzerine sahabeler 'Ya Resulallah, o döneme erişirsek bize ne tavsiye edersiniz?' diye sormaları üzerine onlara şu cevabı verecektir: "Üzerinize olan hakları ödersiniz kendi haklarınızı veya alacaklarınızı ise Allah'a havale eder ve ondan istersiniz." Siyaseten Emevilik ve ardılları esere anlayışı ve modeline girer. Onlar başkalarının haklarını kendi zimmetlerine geçirmişlerdir. Ömer Bin Abdulaziz başa geldiğinde ise durumu tersine çevirmiş ümmeti yeniden isar dönemine ulaştırmıştır.

Fedakarlık, gerçekte dinin özüdür. Ama tarihin bazı devrelerinde zıt bir anlayış hayata ve siyasete egemen olmuştur. Hekimoğlu İsmail, Minyeli Abdullah kitabında isar yani fedakarlk kültürü ile birlikte müspet davranış modelini de satırlarına geçirmiş, aksettirmiştir. Müspet harekete bir misal vermek istenirse Maruf Kerhi'nin bir davranışında bununun ipuçlarını görebilmekteyiz. Bağdat'ta bir kayık üzerinde yarenleriyle birlikte Dicle Nehri'nde gezinti halindedir. Yanlarında ise başka bir kayık vardır. İşret meclisi ve çilingir sofrası kurmuşlardır. Şuh halleri ve kahkaha sesleri Maruf Kerhi'nin kayığında yankılanmaktadır. Müritler, Maruf Kerhi'den onlara bir şey demesini ve terslemesini isterler. Hazret de onların taleplerinin aksine 'Allah onları cennet-i naimine koysun' diye dilekte bulunur. Beddua yerine dua eder. Beddua beklerken dua gören yarenler manen alabora olurlar. Neden böyle yaptığını esasında onların cehennemlik bir amel işlediklerini hatırlatırlar. Maruf Kerhi onlara şunu söyler: "Onların cennete gitmesi size zarar vermez. Allah dilediği genişlikte cennet yaratabilir. Sizin payınızdan bir şey eksilmez.

Cehennemlik amel işledikleri halde berhudar olmalarını veya cennet ile taltif edilmelerini istemek ise usule aykırı değil. Zira onların cennete gidebilmeleri için birçok basamak atlamaları gerekir. İçinde bulunduklar hali değiştirmeleri gerekir. Kısaca bu kısa dua içinde uzun süreçler gizlidir ve vardır. Sadece siz acele ediyorsunuz." Maruf Kerhi'nin davranışı işte kurtarıcı mahiyette müspet harekettir.

Minyeli Abdullah, sahabe döneminde Ebu Ubeyde bin Cerrah ve sonra büyük sufiler döneminde Maruf Kerhi'dir. Onların modeli anlatılıyor.

Minyeli Abdullah romanıyla ilk tanışmam, 1975 yılı olmalı Sakarya'dan köyüme Mudurnu Elmacık Dere köyüne ziyarete gitmemle başladı. Tam da o dönemlerde mutat olarak her yıl 17 Temmuz'da kutlanan Abant Bayramı'na gitmiştim. İsmet İnönü'nün eski konağının bulunduğu girintiye uğradığımda orada birtakım nurcuların ders yaptıklarını gördüm. Tanıştık. İzmit ile Gölcük arasında ikamet eden nur talebeleri idiler. Benim meraklı bir genç ya da çocuk olduğumu gördüklerinden bana birtakım kitaplar hediye ettiler bunlar arasında Hekimoğlu İsmail'in Minyeli Abdullah kitabı da vardı. Yine Maznun adlı kitabı hediye ettikleri arasında bulunuyordu. Minyeli Abdullah kitabı akıcılığı nedeniyle beni cezbetti ve bir solukta okudum.

Kimileri o dönemlerde Hekimoğlu İsmail'in (Ömer Okçu) bu kitapla ilgili münasebetini hafife alıyor ve kitabın anonim yani ortak tarzda yazıldığını söylüyorlardı. Bir romanın anonim olarak yazıldığını ilk olarak orada duymuştum. Demek istiyorlar di ki bu roman Risale-i Nur'un malıdır ve ondan süzülmüştür. Öyle bile olsa kalemin hakkı, sahibine verilir. Halbuki Kur'an bize şöyle hitap ediyor: "İnsanların kadri kıymetlerini tenzil etmeyin ( latebhesu'nnase eşyaehum)."

Bilvesile buradan Hekimoğlu İsmail'e de rahmet diliyorum.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.