Platon ve Din: Dinin Tanımı Mümkün müdür?
Geçen hafta Klasik Düşünce Okulu'nda yoğun bir Platon kampı tertip edildi. Takip edenler bilir, KDO bazen mutad programının dışında akademik kamplar düzenliyor; bilimsel toplantılar, paneller ve tartışma platformlarında entelektüellerin felsefî sorunları yoğun bir şekilde tartışabilecekleri zeminler oluşturmaya çalışıyor. Sene başında Konya'daki 'akademisyenler toplantısı'nın ardından önce Platon, bu hafta ise Farabi kampı düzenlenerek filozofların temel kitapları yoğun bir şekilde okundu ve okunacak. Kampta Platon'un din görüşlerini özetleyen bir diyaloğunu (Euthyphron) anlatmam istenince, öteki diyaloglarının bir kısmını da dikkate alarak metni hazırladım. Euthyphron diyaloğu Socrates'in öldürülmesiyle neticelenen süreci anlatan birkaç diyaloğun ilki, daha doğrusu mahkeme başlamadan önce din üzerinde yaptığı tartışmaları içeriyor.
Diyalog, Socrates'in mahkeme sürecinde karşılaştığı Euthyphron ile konuşması ve din üzerine kendisine yönelttiği sorular ile bu sorular üzerinde şekillenen tartışma-tahlil ile devam ediyor. Bu metinden sonra sırayla Socrates'in Savunması, ardından kendisini hapisten kaçırmak üzere gelen talebesi Kriton ile tartışmalarıyla ortaya çıkan Kriton Diyaloğu, nihayetinde Socrates'in ruh ve beden hakkındaki düşüncelerini ayrıntılı öğrenme imkanı veren Phadion diyaloğu geliyor. Euthyphron'u okurken birbirini ikmal eden öteki metinler de okunmuş oldu. Euthyphron'da dile getirilen eleştirileri, özellikle dindarlığın doğası hakkındaki tahlilleri İslam düşüncesinin farklı gelenekleriyle ilişkili bir şekilde tahlil ettik.
Diyalog şöyle bir paradoksa işaretle başlar: Socrates, Atina'da din hakkındaki düşünceleri nedeniyle itham ediliyor, "Socrates Atinalıların tanrılarını inkar eden bir ateisttir" diye mahkemeye çıkartılırken tanıdığı Euthyphron ile karşılaşıyor. Euthyphron ise babasını 'dinsizlik' ile suçlamak üzere mahkemeye gelmiş, böylece dinsizlik ile suçlanan biri babasını dinsizlik ile suçlayan birisiyle "din nedir" sorunu üzerinde tartışmaya başlıyor. Bu diyalogda Socrates dinsizlik ve dindarlığın nasıl temyiz edilebileceğini tartışarak dikkatimizi dinin anlamını tespitteki sorunlara çekiyor.
Euthyphron babasını 'dinsizlik' ile suçlayarak mahkemeye başvuruyor. Atina dinine göre bir insanın babasını suçlaması, onu şikayet etmesi başlı başına bir suç iken Euthyphron babasını 'din' adına nasıl şikayet edebiliyor? Özellikle de suç konusu olan fiil tam olarak işlenmiş de değildir. Babası kölelerinden birisini cezalandırmak üzere bir yere atıyor; hakkındaki hükmü sormak üzere bilgelere gidiyor, döndüğünde ise kölenin susuzluktan öldüğünü görüyor. Euthyphron kölenin ölümünün sorumlusu olarak babasını görüyor, mahkemeye onu şikayet etmek istiyor. Socrates'in şaşırdığı tam olarak budur, öyle ki diyaloğun sonunda görüşlerine katılmasa bile Euthyphron'a değer verdiğini söyleyerek bu fiilden etkilendiğini gösterecektir. O zaman din nedir sorusunu sormak ve dindarlık ve dinsizliğin nasıl ayırt edildiğini tespit etmek gerekir.
"Din nedir?" sorusu diyalog sürecinde metne hakim olacak temel sorudur ve Euthyphron soruya hiçbir zaman cevap veremez. Genellikle ise eyleme dikkatimizi çekerek dini eylem-amel üzerinden açıklamak ister. Mesela kötülük yapmış bir insanı korumak dinsizliktir, buna mukabil kötülük yapan insan baban bile olsa onun yanında durmamak dindarlıktır, der. Bu şekilde davranış ile düşüncenin ayırt edilmediği birtakım konuşmalar yapılsa bile, akabinde mühim bir tanıma varılır, en azından ilk başta öyle zannedilir. Euthyphron "Din tanrıların sevdiği-beğendiği iştir" dediğinde Socrates tartışmanın doğru bir noktaya ilerlediğini belirtir. Çünkü böyle bir tanım söz konusu değilken din ile ahlakı, din ile gelenekleri ayırt etmek mümkün olmayacaktır. Çünkü iyilik, adalet gibi kavramlardan söz ettiğimizde dini bunlarla örtüştürmek her zaman doğru olmayabilir. O zaman dini ayrıştıran bir özellik olmalıdır ki din ile ahlak, din ile gelenek temyiz edilsin. Vakıa din ancak tanrı ile ilişkili olduğunda tanımlanmış olacaktır.
Tanım Atinalıların çoğulcu Tanrı anlayışına göre yapılmış, Tanrı yerine tanrılar denmiştir; bu ise en azından tevhid dinlerinde ciddiye alınmayacak bir tanıma varmak demektir. Socrates buradaki soruna dikkat çekerek "hangi Tanrı'nın beğendiği dindir" diye sorarak Euthyphron'u çelişkiye düşürecektir. Socrates'in 'tanrılara göre' din tanımına bu şekilde bir eleştiri getirmiş olması onun ilk başta çok tanrıcılığı reddettiğini hissettirebilir. Nitekim zamanla bilhassa Müslüman gelenekte Socrates'in 'nebevi' bir şahsiyet olarak düşünülmüş olması böyle yaklaşımlarıyla ilgilidir. Lakin Socrates'in kastı tevhide varmak, tek tanrı inancına gitmek değildir. Dinin tanımındaki soruna dikkatimizi çekerek başka konulara eğilmek ister.
Euthyphron ilk itirazı en azından bir Atinalıyı ikna edecek açıklıkla cevaplar: Dinsizlik diye nitelendirilebilecek fiiller bütün tanrıların ittifak ettikleri konulardır. O zaman burada birbiriyle çelişen fiili söz konusu değildir. Dindar insan böyle fiillerden uzak durarak -mesela bir insanı öldürmek gibi- veya bütün tanrıların memnun olduğu fiilleri yerine getirmekle -adalet gibi- Tanrıları memnun etmeye çalışmalıdır.
Görünüşte böyle bir itiraz, yani farklı tanrıların farklı 'rızalarının' olabileceği fikri bir Müslümanı ilgilendirmeyebilir. En azından yüzeysel bir okuma böyle bir algıya yol açabilir. Nitekim Müslümanlık tevhid ilkesini çok tanrıcılığa karşı buradan hareketle savunma yoluna gider; birden çok tanrı var sayıldığında ortaya çıkabilecek kaosa dikkatimizi çekerek tevhidin bir rahmet olduğu talim edilir. Bu da haklı bir savunmadır hiç kuşkusuz. Fakat doğada ve insan hayatında ortaya çıkan karmaşanın Tanrı'nın iradesiyle ve fiiliyle ilişkisini düşündüğümüzde sorun tam olarak ortadan kalkmaz. Daha doğrusu tek Allah'a inanmış olmak alemdeki farklılık ve çokluğu açıklamada yeni sorunlar ortaya çıkartır, yeni tartışmaları şekillendirir, kadim sorun yeni gözle inşa edilir. Dinin düşünceyi durdurmak yerine yeni formlar ile ona istikamet gösterdiği noktalardan birisi burada ortaya çıkar. Bilhassa kader inancı ortaya çıktığında insan başına gelen fiiller karşısında nasıl hareket edeceğini tam olarak bilemez; Tanrı'nın o esnada ne istediğini, neyi murat ettiğini ayırt edemez. İnsanın ilahi kader ve Tanrı'nın bütün fiillerin yaratıcısı oluşu karşısında bazen teslimiyet bazen arayış bazen ise hayrette kalmasının nedeni budur. Bütün fiillerin Tanrı'nın iradesiyle gerçekleştiğini hesaba kattığımızda bilhassa 'kötülük' sorunu bağlamında ortada ciddi sorunlar bulunacaktır. O zaman Socrates'in dile getirdiği itirazlar, Tanrı ve din ilişkisinde yönelttiği sorular tevhid dininde de geçerliliğini korumuş, Müslüman düşünürler farklı formlarda benzer tahlilleri yaparak izah yolu aramışlardır.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Yahudi toplumundan niçin bir “Schindler” çıkmıyor? (01.09.2025)
- Cebri Züht Hayatı: Yaylada Yaşamın Hatırlattıkları (27.08.2025)
- İsimlendirme Tutkusu (26.08.2025)
- Yayla: Kale Bela Taşı (21.08.2025)
- Emin Hoca (02.08.2025)
- Bahreyn’de Müslümanlar Arası Diyalog: Tek Ümmet ve Ortak Gelecek (20.02.2025)
- Dinin kaynağı nedir? (19.02.2025)
- Dindarlık, Borçluluk Olabilir mi: Sözlükçülüğün Açmazları (03.02.2025)