‘On bir yıldızı bana secde ederken gördüm:’ Rüya ve Hayal

Yayınlanma Tarihi: 05.11.2021 09:20 Güncelleme Tarihi: 05.11.2021 10:23

H. Bergson 'kadim felsefenin kelimeleri dünyaya bol gelen elbiseler gibidir' derken çağdaş dünya ile kadim dünya arasındaki ilişkiyi 'abartı' üzerinden nefis bir şekilde özetlemişti. İnsanın dünya ve kendisi hakkındaki telakkisini 'gerçekçi' zemine yerleştirmek arayışı düşüncenin seyrini ortaya çıkartmıştır. Bu yaklaşıma göre insanın evreni açıklamak üzere başvurduğu her düşünce, geliştirdiği her kavram, kendisi hakkındaki bitmek tükenmez bilmeyen hayalin izlerini taşır. Bu iddiaları aklımızda tutarak tekrar 'hikayelerin en güzeline' dönelim:

Allah'tan başkasına secde edilmez! Bir varlık, kendisi gibi yaratılmış başka bir varlığı herhangi bir anlamda kıblegah edinmeyecek, ötekine secde etmeyecek, başka bir varlığı kendisinin varlık ilkesi görmeyecek. Her zaman geçerli ilahi hüküm bunu iktiza ederken haddi zatında din ile özgürlük arasındaki ilk ve ciddi irtibat bu merhalede tesis edilir: Kullara kulluk etmemek. Allah'ın kullarına din üzerinden gelen en büyük ihsanıdır (Bu nedenle bir mümin 'Allah'a teslimiyet/İslam nimeti için el-hamdü lillah' der). Yusuf'un rüyasında yıldızların kendisine secde ettiğini görmesi bu olguyu değiştirmeyecektir. O zaman rüyanın bir tevili olmalı, rüya aynı ilke üzerinden tabir edilmelidir. Tefsirlerde bu nedenle birtakım zorlamalı yorumların ortaya çıktığına tanık oluruz, aslında konu gayet açıktır.

Buradaki secde ilk secdenin ve insanın halife kılınmasının bir hatırlatılmasıydı, bu nedenle de her bir insan tekini ilgilendiriyordu.

Allah, Adem'e meleklerin secde ettiğini söylemişti; ilk secdeyi nasıl anlayacak isek, ikinci secdeyi ve sonraki bütün 'secde' rüyalarını ona göre yorumlayacaktık. Metafizikçi sufiler, meleklerin secdesinin Hz. Adem'e değil, ilahi emre olduğunu söylemişlerdi. O zaman bütün melekler, Allah'a secde etmişken aynı zamanda bu secde ile birlikte varlıkta en büyük ahenk ortaya çıkmıştı. Adem'in imam, meleklerin -belki bir kısmının- cemaat, meleklerle birlikte cemadat, nebatat ve hayvanatın içinde bulunduğu kosmosun da cemaat olarak iştirak ettiği bir varlık anını düşünmek gerekir. Bir Müslüman namaz kılarken böyle bir evren telakkisiyle hareket ederek bütün varlığın kendisine secde üzere olduğu Allah'a secde eder, günde müteaddit defalar bu büyük ahengin parçası haline gelerek evrene 'imam' olarak rehberlik eder. Dinde insanın en yüceltildiği ve 'halife' makamına yerleştirildiği an, namaz vaktidir. Bunun sonucunda öteki varlıklar ile insanın ilişkisi ise gaye üzerinden kurularak bütün öteki varlıklar için, insanın cemaati olsun diye yaratılmış kabul edilir. O zaman Yusuf olması gereken bir şeyi veya olmasını dilediği bir şeyi değil, bir an perdenin gözünden kalkmasıyla birlikte, halihazırda olan bir durumu görmüştür. Biz dikkatimizi gökyüzüne versek, orayı merak etsek bile, bütün gökyüzü bu yorumda insana amade kabul edilir.

Yusuf'un gördüğü bir rüya değil, bir hakikat idi. Halihazırda alemin insana bakışını görmüştü Yusuf. Bunu ise bir tek, aynı hakikati uyanık iken gören Hz. Yakub anlamıştı.

KATRE VE UMMAN

Bu rüyanın serbest bir anlatımı daha da olabilir. Acaba rüyayı herhangi bir insanın derinindeki iktidar duygusunun ifadesi kabul edebilir miyiz? Yusuf'un gördüğü, olmak istediği şey veya içindeki arzular olabilir mi? Konu ayet-i kerime ile ilgili olduğu için burada Yusuf'tan sarf-ı nazar ederek meseleye bakmak daha yerinde olacaktır. Herhalde akl-ı selim sahibi hiçbir insan, kendinde böyle bir hale tanıklık etmiş değildir, böyle bir arzunun birinde bulunduğuna şahitlik etsek ciddiye almayız. O nedenle böyle bir şey ancak rüya olabilir; uyanıkken böyle bir arzuyu dile getirmek bir davranış bozukluğu addedilebilir. Yeryüzünde güç bela var olma mücadelesi veren birinin güneş ve ayın da içinde bulunduğu yıldızların kendisine secde edebileceğini iddia etmesi veya bunu ummasına kim inanabilir? Başkasını bilemem ama insanın kendisi hakkında böyle bir arzusu olabileceğine inanmakta güçlük çekmem. Kanaatime göre Yusuf'un gördüğü rüya, az çok her insanın kendisi hakkında arzulayabileceği bir hayalin dışa vurumu olabilir. İçimizdeki iktidar arzusu ve üstünlük inancı buraya belki daha da ileriye kadar gidebilir.

İnsanın kendisine tanımadaki en büyük yanılgısı halihazır durumuna odaklanarak kendini anlamaya çalışmasıdır.

Gün ve içinde bulunulan şartlar kendimizi dinme imkanı vermez bize, o nedenle de kendimizi zamanın ve mekanın şartları altında kaybederiz. Bilhassa bu yaşantı esnasındaki korkularımız, yeteneklerimizin ortaya çıkması vb. durumlar kendimiz hakkındaki bütün arzularımızı hayal dünyasına itekler, sadece hayallerde ve iç konuşmalarımızda kendimiz olabiliriz. Bu itibarla yaşamanın güçlüğü ve ortaya çıkardığı korkular, hayal kurma kabiliyetimizi de yok eder.

Bununla birlikte insan tedrici bir şekilde, perakende hayatını aşarak sınırlarını keşfetmeye başladığında içindeki sonsuz arzuları idrak edebilir, bilfiil gerçekleşme imkanı olsun olmasın kendisi hakkındaki beklentilerinden dehşete kapılır. Din ile insanın ilişkisini, özellikle dinin insana mutlaka istikamet göstermedeki ısrarını böyle bir zeminde anlayabilir, belki kendimizden ürkebilirdik.

Ruzbihan Bakli, insanın var oluşla keşfettiği bu büyük arzusunu uluhiyet tahtına oturmayı bir istihkak olarak görmekle anlatır: İnsan içindeki büyük varlık arzusu ile tahta -Arş- doğru ilerlemiş, tahtı kendisine layık görmüş, ona oturmak üzere hamle ettiğinde ilahi tecelliden ürkmüş, yok olma korkusuyla geri dönmüştür. Aynı anda tahta oturmak arzusu ile yok edilmek korkusu arasındaki gerilim insanın kaderi olmuş, hayat, en derinlerimize yerleşen bu iki duygunun karmaşık ilişkilerinin mücadelesiyle şekillenecektir: arzularken korkacağız, korkarken arzularımız başka mecralarda kendisine yol bulmak isteyecektir.

İbnü'l-Arabi insanın içindeki sonsuzluğuna bakınca 'insan bilinmeyendir' diyecek, sonra da onu okyanusa benzetecektir. Onun 'ekber' diye tebcil ettiği Bayezid ise 'yedi okyanusu yutsam daha var mı diye dilim dışarda kalır' diyecektir. Onlardan gelen sufiler için ise insan katre olduğuna ikna edilmiş -korkular ve çaresizlikler- bir ummandır. Tasavvuf hayat şartlarının katre olduğunu kendisine dayattığı insanın umman olduğunu idrake yolculuğudur. O zaman Yusuf ile aramızda rüya görmede veya bizim için hayal kurmada bir fark yoktur. O yıldızların secdesini görmüş, biz ise hayalini kurmuşuzdur. Fark görülen rüyalarda veya kurulan hayallerde değil, rüya için yaptıklarımızda veya yaşadığımız hayatlarda ortaya çıkar.

Ekrem Demirli

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.