VAV TV CANLI YAYIN
Ahmet Ağırakça

Hz. Davud’un Ortaya Çıkması, Talut ve Calut Savaşı

03.11.2025

"Biz Nûh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrâhim'e, İsmâil'e, İshak'a, Yakub'a ve evlatlarına, Îsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Hârûn'a ve Süleyman'a da vahyettik; Dâvûd'a da Zebûr'u verdik." (en-Nisa, 4/163).

Vahyin kaynağının bir olduğu gayet açıktır. Bütün peygamberler, Allah'ın risâletle görevlendirdiği kimseler olup tümü insanlığı Allah'ın dinine davet etmişlerdir. Bu davet toplum içinde ve herkesin kabul edeceği ilahi bir sistem kurmaya dayalı bir çağrıydı. Bu ilahi çağrı aynı kaynaktan bütün insanlığa yapılmıştır.

Hz. Musa'nın vefatından sonra yıllar geçmiş, Eşmail olduğu düşünülen bir peygamberin zamanında İsrail oğulları, bunca isyandan sonra gitmek istedikleri Kudüs ve çevresinde bulunan Amalîk kabilelerinin Filistiler kolu Hükümdarı Calut (Golyat) adlı güçlü ve zorba yöneticinin baskınlarına karşı peygamberlerinden bu kralla başa çıkacak bir komutan istemişlerdi. Allah'u Teala da onlara Talut'u komutan olarak seçmiş bulunuyordu. Fakir, sıradan bir kişi, fakat güçlü ve dirayetli bir savaşçı idi.

İsrailoğulları ise, bu isteklerinde samimi olup olmadıklarıyla imtihan ediliyor. Zengin olmayan, şöhreti ve aşireti olmayan bu insana tabi olup, itaat edecekler mi? Yoksa her zamanki âsîliklerini mi göstereceklerdi? Kur'ân-ı Kerim olayı bizlere şöyle anlatıyor:

"Mûsâ'dan sonra(ki dönemlerin birinde) İsrâiloğulları'nın ileri gelenlerinden (kaypak sözlü yöneticilerden) birilerini(n ne yaptığını) görmedin mi? Hani onlar kendi peygamberlerine "Bize bir hükümdar belirle de (onun kumandası altında) Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. O da "Ya savaş size farz kılınır da savaşmayacak olursanız (o zaman ne olacak)?" demişti. Onlar "Biz hem yurdumuzdan çıkarılmış hem de çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda ne diye savaşmayalım ki?" demişlerdi. Fakat sonunda onlara savaş farz kılınınca aralarından çok azı hariç savaşmaya yanaşmadılar. Allah (savaşmaktan kaçan) o zalimleri çok iyi bilendir." (el-Bakara, 2/246).

Onlara savaş farz kılınıp da gerçeklerle yüz yüze gelerek savaşın zorluklarını gördükleri ve savaşa girişecek olurlarsa ölmelerinin ihtimal dâhilinde olduklarını anladıklarında aralarından çok azı müstesna, diğerleri kaçarak ve savaşmaktan vazgeçerek yüz çevirdiler. Tekrar niyetleri değişti, Hz. Musa'ya dedikleri: "Git sen ve Rabbin savaşınız, biz burada oturup duracağız" dedikleri sözleri genlerinde yeniden nüksetti. Azim ve kararlılıkları birden gevşedi. İşte Allah, rahat ve huzura meyleden, nimetlere düşkün, savaşmaktan ve İslâm'ın yücelmesi için mücadele etmekten kaçan zalimleri çok iyi bilendir.

"Peygamberleri onlara "Bakın! Allah (cihad ile ilgili istek ve temennilerinizi kabul ederek aranızdan) size Tâlût'u bir hükümdar olarak (seçip) göndermiştir" dedi. Onlar da "Nasıl olur da (İsrâiloğulları'nın peygamberlerinin geldiği koldan değil de başka bir koldan gelmiş olan bir kimse olan Tâlût) başımıza hükümdar olabilir? Hâlbuki biz hükümdarlığa ondan daha çok hak sahibiyiz. Üstelik (Tâlût fakir bir kimse olup) kendisine bolca bir mal da verilmemiştir," dediler. (Peygamberleri) "Allah onu size (hükümdar ve kumandan olarak) seçmiştir. Ona ilimce de vücutça da bir üstünlük vermiştir (Tâlût sizin en âliminizdir, vücut yapısı ise düşmana korku ve heybet veren bir yapıdadır)" dedi. Allah, mülkünü (yönetim yetkisini) dilediği kimseye verir (buna hiçbir kulun itiraz etme yetkisi yoktur). Allah Vâsi'dir (lütfu, rahmeti ve ilmi sonsuzdur), Alîm'dir (her şeyi en iyi bilendir)." (el-Bakara, 2/247).

Burada anlatılan kıssada başta Medine Yahudilerine sonra da bütün İsrailoğulları'na hitap edilmiştir. Onlar Mûsâ (as) sonrası bir dönemde kendilerine gelen ve Kur'ân'da adı belirtilmeyen o dönemim peygamberlerinden kendilerine kumanda edecek bir yönetici belirlemesini istemişlerdi. O gün kendilerine kumandanlık etmesi için görevlendirilen Talut, Allah tarafından belirlenen yöneticileriydi. O dönemde Talut'a itaat etmeleri gerektiği gibi Hz. Peygamber'in de o gün Medine'deki Yahudilere gönderilen bir Peygamber ve bir yönetici olduğu hatırlatılarak onlardan Rasûlullah Muhammed'e (sav) itaat edip iman etmeleri ve Allah'ın indirdiği son vahye bağlanmaları istenmişti. Yoksa burada anlatılan ve ibret alınması istenen olay sadece eski bir hadiseyi nakletmek için inmiş değildir. Yahudilerin iman etmeleri için tarihlerinden bir sahne ve bir olay hatırlatılmış ve son Rasûl'e iman etmelerinin gereği hatırlatılmıştı. Ancak Yahudiler ne yazık ki hiçbir zaman bu ilahi vahye kulak asmadılar. Bunun ardından Kur'ân-ı Kerim olayı şöyle anlatmaya devam etmektedir:

"Peygamberleri onlara dedi ki: "Onun hükümdarlığının ayeti (işareti) size o Tâbût'un (kutsal emanetlerin içinde bulunduğu sandukanın) gelmesi olacaktır. Meleklerin taşıyıp getirecekleri o sandukanın içinde Rabbinizden bir sükûnet ve Mûsâ ile Hârûn'un aile halkının miras olarak bıraktıklarından arta kalanlar vardır. Eğer gerçekten iman etmiş iseniz mutlaka bunda sizin için kesin bir delil vardır." (el-Bakara, 2/248).

Tevhid inancının insanlara tebliğ edilmesi için yapılması gereken cihad ile ilgili ayet ve hükümler, bu sandığın içinde saklı olan Tevrat'tan levhalarda yazılıydı. Bu sandık Hz. Mûsâ'nın savaşlarda askerlere manevi bir güç kazandırmak için ordunun önünde taşıttığı bir tabut/sanduka olup içinde okunduğu zaman insanlara Rabbinden bir sükûnet veren ayetler, Hz. Mûsâ ile Hz. Hârûn'un aile halkının terekesinden/mirasından geride kalan Mûsâ'nın asası, Tevrat'tan sahifeler, Mûsâ'nın elbiseleri ve Hârûn'un sarığı vardır. Melekler onu yüklenip getireceklerdir. Eğer gerçekten iman etmişseniz elbette bunda sizin için bir ibret vardır. Bu ayetlerle yine Medine Yahudilerine o günkü Tevrat'ta nasıl insanlara huzur veren ayetler olduysa bugün gelen Kur'ân ayetlerinin de Mûsâ'ya (as) gelen ayetlerin devamı olduğu ifade edilmiş, onlardan Kur'ân'a iman ederek kurtuluşa ermeleri ve âhiret hayatlarını mamur etmeleri istenmişti. Kur'ân'ın bu emir ve istekleri kıyamete kadar devam edecek olup çağımızdaki Yahudilere ve bütün insanlığa bir uyarı ve bir kurtuluş çağrısıdır."

"Tâlût askerlerle yola çıktığında onlara "Allah sizi (suyu son derece güzel ve tatlı olan) bir nehirle imtihan edecektir. Ondan içen benden (yana olan samimi bir cihad arkadaşım) değildir (ve asla benimle olamaz). Onu tatmayansa bendendir. Ancak eliyle bir avuç (su) ile yetinenler bendendir" dedi. Fakat (nehre varır varmaz) aralarından pek azı dışında (geriye kalanların tümü suya saldırıp) ondan içtiler. Nihayet o (Tâlût) ve beraberindeki müminler nehri geçince "Bugün biz Câlût'a ve ordusuna güç yetiremeyiz" dediler (ve geri döndüler). Allah'a kavuşacaklarını bilenler ise "Nice az bir topluluk kendilerinden sayıca çok daha fazla olan bir topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir" dediler." (el-Bakara, 2/249).

Allah (cc), İsrailoğulları'nı, onlar isyan ettikçe itaate zorlayarak imtihan ediyor. Esasen, insanın her anı bir imtihandır. Her karşılaştığı olay onun için bir imtihan aracıdır.

İşte, İsrailoğulları topluluğu... Çölün o kavurucu sıcağında damakları kurumuşken şarıl şarıl akan ırmakla karşılaşıyorlar. Komutanları onlara bir avuçtan fazla içmemelerini emrediyor. Bu emir de Allah'tan gelmiştir. Ama İsrailoğulları, bu emri mantıksız buluyor, susuzluklarını kana kana içerek gideriyorlar. Olayın hikmetini düşünmüyorlardı. Sonunda suyu içenler hantallaşıp yere çakılıyor, üzerlerine ağır bir rehavet çöküyordu. Suyu geçemedikleri gibi, Calut'a karşı savaşamayacak duruma düştüler. Musibet üstüne musibet, battıkça batıyorlardı.

Câlût o dönemde Filistin'de yaşayan Filistîlerin de bağlı oluduğu Amâlik adındaki Arab asıllı kabilelerin kumandanı ve hükümdarıdır. -Bunu daha önce de kısmen belirtmiştik.- Ordu nehre varır varmaz içlerinden pek azı olan o sağlam inançlı müminlerin dışında kalanlar dayanamayıp ve kumandanlarına itaat etmeyip o nehir suyundan içtiler. Yasak miktarın dışında kana kana içenler bu kadar çok su içmelerine rağmen daha çok susadılar. Suya yaklaşmayan ve sadece bir avuç su ile yetinenler ise daha rahat ve daha güçlü kaldılar. Bu cihad sonunda Allah'a kavuşacaklarını uman, bu yolda şehid olmayı bekleyen ve buna kesin iman edip sonucu bilenler ve peygamberleri ile kumandanlarına -dolayısıyla Allah'a- itaat edenler ise "Nice az sayıda olan mümin bir topluluk, kendilerinden çok daha fazla bir sayıdaki şirk ordusu ve küfür topluluğunu Allah'ın izni ve iradesiyle her zaman yenmiştir. Allah cihad ve savaş sıkıntılarına karşı sabredenlerle beraberdir" dediler.

"(Tâlût'a itaat edenler) Câlût ve askerleriyle (savaş meydanında) karşı karşıya geldiklerinde "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımıza sebat (güç ve kuvvet) ver ve (vahyin getirdiği doğruları kabullenmeyen) kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et" dediler," (el-Bakara, 2/250).

Alemlerin yaratıcısı Allah iken ve mülk de onun iken, onu koruyacak olanı da elbet onun seçmesi de aynı şekilde O'nun hakkıdır. O, dilediğini mülkünde hükümdar kılar. İşte bu anlayış, imanın ve teslimiyetinin gereğidir. Yüce Allah elbette ki bir işi uygulayıp yaratacağı zaman insanlara sormaz. O, insanların ve özellikle de mü'minlerin yararına olayı yaratır. Tâlût'a itaat eden ve cihad için meydana atılan müminler Amâlik kabilelerinin kumandanı ve hükümdarı olup İsrâiloğulları'nı bölgeye girmelerini istemeyen Câlût/Golyat ve askerlerine karşı savaş meydanına çıktıklarında Rablerine sığınarak ve ona dua ederek "Rabbimiz, üzerimize yağmur gibi sabır yağdır. Düşmanlarımıza karşı son ana kadar İslâm'ı zafere ulaştırmak, savaşabilmek ve direnebilmek için ayaklarımıza kuvvet ve sebat ver, kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et" dediler. Bu ayetler her dönemin mümin kullarına hitap etmekte olup her zaman müminlerin bunlara sarılması gerekmektedir.

"Derken Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Dâvûd, Câlût'u öldürdü. Allah da ona hem hükümdarlığı hem hikmeti (peygamberliği) verdi ve ona dilediği bazı şeyleri öğretti. Eğer Allah insanların bir kısmını (kâfirleri) diğer bir kısmı (müminler) ile savmasaydı yeryüzü kesinlikle fesada uğrar, bozulurdu. Fakat Allah bütün âlemlere karşı büyük lütuf (ve rahmet) sahibidir," (el-Bakara,2/251).

Hz. Dâvûd, Tâlût'un ölümünden sonra İsrailoğulları'nın hükümdarı oldu. Ayrıca kendisine peygamberlik de gelince dünya ve risalet tarihinde ilk hükümdar peygamber olmuştu (İbn Kesîr, Tefsir, III, 447). Allah samimi davranan müminlerin dualarını kabul buyurdu. Bu sebat ve sabırla direndikleri için Allah'ın izniyle düşmanlarını büyük bir bozguna uğrattılar. Orduda bulunan Dâvûd (as) düşmanın kumandanı olan Câlût'u/Golyat'ı öldürdüğü Kur'ânî nasla sabittir. Allah da ona hem Tâlût'un yerine hükümdarlığı hem de hikmeti ve peygamberliği verdi. Ona dilediği gibi zırh yapımını, kuşlarla konuşmayı ve bundan başka birçok bilgiyi daha öğretti ve ona Zebûr'u indirdi. Eğer Allah insanların bir kısmını (kâfirleri) diğer bir kısmı (müminler) ile savmasaydı, onları cihad meydanlarında bertaraf etmeseydi, bu İslâm düşmanlarının fitne ve saldırılarıyla yeryüzü mutlak sûrette zulüm ve küfürle fesada uğrar; bozguncuların saldırısına maruz kalırdı. Fakat Allah evrendeki tüm canlılara karşı büyük lütuf, rahmet ve merhamet sahibidir. Müminler aracılığıyla İslâm düşmanı kâfirlerin yaydıkları zulüm ve kötülükleri ortadan kaldırması, toplumda hiçbir kötülük ve bozgunculuğun olmaması için bir zemin hazırlaması Allah'ın büyük bir lütfu ve insanlara bahşettiği nimetidir.

Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.