Arama

Prof. Uğur Derman
Kasım 3, 2023
İslâm yazılarının Türk kültüründeki yeri - 1

İslâmiyetin Türk milleti tarafından kabûlünü müteâkıb, Kur'ân-ı Kerîm'in hatāsız okunması gayretiyle bütün müslümanlarca rağbet gören Arab asıllı harfler, Türkler için de makbûl sayılmış ve herhâlde bin yıla yaklaşan bir zaman dilimi içinde bu harfler Türkçe'nin okunup yazılmasında da geçerli olmuştur. Ancak bizim konumuz, gündelik yazışmalar içinde yer alan yazılar değildir.

Hüsn-i hatta böylesine ehemmiyet verilişi, bu san'atın her şeyden önce okuma-yazma vâsıtası oluşundan kaynaklanmaktadır. Her ne kadar Osmanlı kültüründe ağırlık şifâhîden yana ise de, bunun kâğıda geçirilmesi gerektiğinde, yazı estetiğinin üst mertebeye çıkarılmasına gayret sarf edilmiştir. Tabîatiyle herkesin yazısının güzel olması beklenemez. Hattâ hüsn-i hat eğitimi almış olsa bile, eğer yazanın kābiliyeti yoksa veya azsa, yazılanlar göze hoş gelmeyebilir.

Hattın Osmanlı münevverleri arasındaki mevkıini aks ettirmek için şuna da işâret etmeliyiz: Şâirlere dâir hazırlanan müteaddid şuarâ tezkirelerinden sonra, ikinci sırayı hattatlar hakkında tertîblenen Menâkıb-ı Hünerverân, Gülzâr-ı Savâb, Devhatü'l-Küttâb ve Tuhfe-i Hattâtîn gibi ciddî kaynak eserler alır.

Arap asıllı harflerde gizlenen estetiğin İslâm'ın zuhûrundan sonra yavaş yavaş kendini gösterişi netîcesi, "hüsn-i hat" olarak adlandırılan yazma san'atı, mîlâdî sekizinci yüzyıl sonlarından îtibâren sür'atle oluşmuştur. Hemen belirtelim ki, bundan gāye, İslâm'ın kitâbını hatâsız yazmak dışında, Allah kelâmının kul elinde en güzel biçimiyle şekillenmesiydi. Türklerin İslâmiyet'e girişleri sırasında hüsn-i hat zâten mevcûddu. Mushaf yazımına tahsîs edilen, sert ve köşeli görünüme sâhib olan klasik kûfî hattı son şeklini bulmuş; Îran sâhasında ve bunun ötesinde kıyâfet değiştirip meşrık kûfîsi adını almıştı (Resim 1 ve 2).

Diğer tarafdan yazının san'at hâline gelişinde esas temeli oluşduran yuvarlak bünyeli yazı da mevzûn ve mensûb adlarıyla önce ölçülü, sonra da nisbetli vasıflar kazanmıştı. Hattın bu safhasından kalan ve bilhâssa mîmârî eserler üstünde görülen celî (yâni uzaktan okunabilecek kadar ağzı geniş kalemle yazılmış olan) Selçuklu devri örneklerinden zamanımıza kadar gelebilenleri vardır. Ancak, bu çağda Türklerde hat san'atı, tekâmülünün henüz başlarındadır.

Yuvarlak bünyeli yazıdan doğan altı cins hat, aklâm-ı sitte adıyla anılarak -Osmanlı öncesi- son şeklini, Abbâsî devrinde Bağdad'da eser veren Yâkûtü'l-Musta'sımî (ö.1298, Resim 3) eliyle almıştı. Osmanlı Devleti, Yâkût'un ölümünden hemen sonra kuruldu ve zamanla hat husûsunda bu büyük san'atkârın üslûbuna uymak gayreti içinde oldu. Ancak, Osmanlı'nın -bir kültür ağırlığıyla- hüsn-i hattı baştâcı edişi, İstanbul'un fethinden sonra belirgin bir farklılık göstermektedir. Esâsen, Türk ırkının güzel yazıya meyli Uygur Türklerinde de görülür. Fakat bediî noktadan dünyânın en güzeli olan Arab hattında da mükemmeliyete erişmek Osmanlı Türklerine nasîb olmuşdur. Bununla berâber, Fâtih Sultan Mehmed'in sarayında Uygur harfleriyle yazan bahşîler bulunduğu, böylece Herât ve Semerkand'la mânevî bağların canlı tutulmasının hedeflendiği bilinmektedir.

Osmanlı Türkleri'nde hüsn-i hat, devletin en büyük temsilcisi olan pâdişahdan başlayarak ilgi görmüştür. Bu hususta bir misâl vermek gerekirse, Sultan II. Bâyezid (1448-1512) ilk hâtırlanacaklardandır. Daha Amasya'da vâliyken Şeyh Hamdullah (1429-1520) isimli hat üstâdından hüsn-i hat meşk eden Bâyezid, kendisi 1481'de pâdişah oldukdan sonra, İstanbul'a nakleden hocasıyla irtibâtını sürdürmüştür. Bu yakınlık sâyesinde hat san'atında Osmanlı-Türk tavrının nasıl doğduğunu kısaca zikretmeliyim: Şeyh Hamdullah, Saray'da Sultan Bâyezid'le sohbet ederken, Pâdişah yeni bir yazı tarzı bulunup bulunamayacağını sorar. Şeyh de cevâben, hat san'atının Abbasî ve İlhanî devirlerindeki büyük ismi Yâkūtü'l-Mustasımî'nin hattı en güzel şekle getirdiğini, yeni bir tarz aramağa hâcet bırakmadığını söyler. Bunun üzerine Sultan, Saray hazînesinde mevcûd bulunan yedi aded Yâkūt yazısını çıkarttırır; Şeyh Hamdullah'a vererek bunlar üzerinde çalışmalar yapması ve mütâlaada bulunması için ısrâr eyler. Bunun üzerine hattatımız 3-4 ay süren bir ibâdet yalnızlığına çekilerek Yâkūt'un yazılarından yeni bir tarz bulmağa muvaffak olur (Resim 4)..

Hat san'atına devlet kademesinde gösterilen ilgiye şu iki benzer hâdise de örnek verilebilir: Yahya Fahreddin Efendi'nin (ö.1756) Nuruosmaniye Câmii'nin yazılarını yazarken, Sadrâzam Yirmisekizzâde Mehmed Said Paşa'ya celî sülüs yazmak için sofası geniş eve ihtiyâcı olduğunu arzetmesi üzerine bu arzûsu hemen yerine getirilmiştir. Aynı sıkıntıyı Süleymaniye Câmii yazılarını yeniden yazarken yaşayan Abdülfettah Efendi'ye de (1815-1896) geniş sofalı bir konak, hemen Sultan Abdülmecid (1823-1861) tarafından armağan edilmişdir (Resim 5).

(Yazının devamı gelecek hafta…)

Prof. Uğur Derman

Resimaltı yazısı:


R.1: Klasik kûfî hattına bir örnek.


R.2: Meşrık kûfîsiyle bir sahîfe.


R.3: Yâkûtü'l-Musta'sımî hattına bir örnek.


R.4: Şeyh Hamdullah'ın sülüs-nesih kıt'ası.


R.5: Abdülfettah Efendi'nin Süleymâniye Câmii içindeki celî sülüs bir levhası.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN