Arama

Fatma Bayram
Kasım 28, 2023
Ahlakımız gücünü nereden alır?

Her insan bedenen ve ruhen yükselmeyi ister. Fiziksel güzelliğimiz ve vücudumuzun sağlamlığını ne kadar arzu edersek ahlakımızın da vicdanımıza huzur verecek düzeyde olmasını o kadar arzu ederiz. Gerçi günümüzde beden güzelliği ve vücut sağlığı karakter ve vicdan selametinin önüne geçmeye başlamış olsa da (adına ahlak demeseler bile) sağlam karaktere hâlâ değer verilmektedir. Hiç kimse açıkça karakter sağlamlığının gereksiz olduğunu söylemez. Bütün mesele bunun ölçütünü nereden alacağımız, yani ahlak anlayışımızın kaynağının ne olacağı sorusudur.

Bu konudaki farklı yaklaşımları kısaca şöyle özetleyebiliriz: Öncelikle ahlakın kaynağını akla dayandıranları ele alalım. Akıl, insanın beşer olan yönünü ve dış dünyayı kavramasına yarayan bir güçtür. Herhangi bir güç, kendini aşan bir alanda son sözü söyleyemez. Bu nedenle akıl da varlığımızın kendinden aşağı olan yönlerini, yani ancak hayatın maddi boyutunu kavrayabilir. Ona dair bilgi üretir, düzen kurar. Vicdan ve kalp gibi sezgisel yeteneklerimiz, adı üstünde sezgiseldir, kesinlik ifade etmez ve bağlayıcı olmaz. İnsanın beşeri (hayvani) dürtüleri çok güçlüdür ve davranışlarını etkilemede akıl ermez yollar bulabilir. Bu dürtüler kontrol altına alınmadan ahlaki erdemlere ulaşmak imkânsızdır. İnsanın deneme yanılma yoluyla hayatını ziyan etmeden, dürtüselliğin zararlarından korunabilmesi ve haz arayışını ahlak çerçevesiyle sınırlayabilmesi için davranışlarının dünyaya ve ahirete yönelik sonuçları hakkında ilahi bir bilgiyle aydınlanması şarttır. Çünkü akıl sadece burada olanı – o da sınırlı bir şekilde- bilebilir.

Ahlakın gücünü vicdandan aldığı düşüncesine gelince onlara da akıl ve vicdanın kişilere göre değişkenlik gösterdiğini yani göreceli olduğunu hatırlatmak gerekir. Öte yandan insan nefsi, sürekli olarak kendisine kötülük ve edepsizlik telkin eden şeytanın baskısı altındadır. Hevâ dediğimiz kötü arzu ve eğilimlerde vicdanın saflığını bozarak, ahlak ve fazilet yolunu engellemeye çalışır:

"Şeytan dedi ki: "(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın." (Araf 7/16-17)

"Bayağı arzularını tanrılaştıran kişiyi gördün mü? Şimdi sen, bu adamı da doğru yola getirmekle yükümlü olabilir misin?" (Furkan 25/43)

"Nefsinin arzusunu ilâh edinen, Allah'ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?" (Câsiye 45/23)

İnanca dayalı ahlaksa, öncelikle akıl ve kalbin birlikteliğine dayanan bilinç düzeyinde bir ahlaktır. İnanç ahlakı, iyilik ve kötülüğün ikisine de potansiyel olarak yatkın olan doğamızın, iyiliği seçmesi ve gerçekleştirmesi için ilahi bir amaçla desteklenmesi demektir. İnanç ahlakında, geldikleri kaynağın aynı olması nedeniyle akıl ile din birbirini destekleyerek insanın ulaşabileceği ahlaki seviyeyi en üst noktaya çıkarmaya çalışır. Tarih boyunca insanları hayran bırakan faziletlerin toplumlara hâkim olduğu dönemler hep inancın kuvvetli olduğu zamanlara denk gelmiştir. Kalplerde iman gevşemeye başladığında ise üstün ahlak etkisini kaybetmiş her türlü kötülük ve çirkinlik normalleşmiş ve toplumda hakim olmuştur.

Din ile ahlak arasındaki bu kuvvetli bağ gösterir ki sağlam ve doğru inanca dayanmayan ahlak son derece cılızdır ve çoğunluk üzerinde etkili değildir. Kutsal bir makamdan gelen ve sonuç olarak yine o makama dönecek olan ahlaki değer ve yaptırımlar insanlık üzerinde her zaman daha etkili olmuştur. Dinimiz, felsefi sistemlerin ahlak konusunda üzerinde durduğu aklın rehberliği, özgürlük ve sorumluluk dengesi, vicdan ve görev duygusu gibi esasların her birini değerli görerek bunları hak ettiği şekilde konumlandırır. Bununla birlikte"Ameller ancak niyetlere göre değer kazanır..." (Buhari, Bed'u'l-vahy,1) diyerek ahlakın merkezine Allah ile kul arasındaki samimi ilişkiyi yerleştirir. Buna göre insanlara yardımcı olmayı ve ikram etmeyi yürekten istediği halde imkânı olmadığı için bunu yapamayan kişi görünüşte cömert sayılmayacağı halde Allah katında cömertler arasına yazılır. İnanan bir insan için ahlakın en derin kaynağı işte Allah ile arasındaki bu özel ilişkidir.

Bütün bu gerçeklere ek olarak, ahlakın kaynağının din olması gerektiğini en açık şekilde gösteren şey insanın yapısıdır. Genel olarak toplumlar üç insan tipinden oluşur:

  1. Herhangi bir eğitim ve teşvike ihtiyaç duymaksızın özleri gereği iyi olanlar: Bunlar iyiliği iyilik olduğu için yapar, kötülükten kötü olduğu için uzak dururlar. Dünyaya veya ahirete dair hiçbir karşılık beklemezler. Kant'ın görev ahlakı tanımına uyan bu kişiler toplumda küçük bir azınlığı oluşturdukları için bunlara bakarak "insanın iyi birisi olmak için dine ve inanca ihtiyacı yoktur," denemez. Toplumda bir istisna teşkil eden bu yüce ahlaklı insanlar hepimizin doğal olarak içimizde taşıdığı iyilik potansiyelini göstermeleri açısından toplum için nimettirler.
  2. Çok çeşitli nedenlerle, hiçbir eğitim ve teşvikten etkilenmeyecek şekilde yaratılışları bozulmuş, ancak kanun zoruyla kötülükten uzak durabilen en alttakiler: Bunlar da topluma hâkim olacak çoğunlukta değillerdir. Ahlak sınırları içinde yaşamaları için toplumda kanun ve kuralların tutarlı ve düzenli bir şekilde uygulanması gerekir. Kanunların delinebileceği ümidi, bu kesimin sınırlara uymalarını zorlaştırarak topluma verecekleri zararı artırır.
  3. Özü gereği iyilik ve kötülüğe çeşitli düzeylerde yatkın olan, eğitim ve teşvikle iyilik sınırları içinde kalmaya, hatta birinci düzeye yükselmeye eğilimli olanlar: Bunlar toplumun çoğunluğunu oluşturur. Bu büyük çoğunluğun birinci veya ikinci guruptan hangisine meyilli olduğu o toplumun genel ahlakını belirler. Bu gurubun yüksek ahlak düzeyine ulaşması ve bunu sürdürmesi için kalplerinin Allah, ahiret inancı ve peygamber örnekliğiyle sürekli beslenmesi gerekir. Herhangi bir inanca dayanmayıp sadece akli çıkarımlar üzerine kurulan ahlak sistemleri hiçbir zaman bu çoğunluğun benimseyip tabi olduğu düzenler olmamıştır.

İslam Dini'nin evrensel yapısı yukarıda sayılan hiçbir insan tipini dışarıda bırakmaz. Ona göre her insan kendi gücüne uygun ahlaki bir seviyeye ulaşabilir. En iyileri sadece Allah için iyilik yapıp kötülükten uzak durmaya, orta seviyeyi dünyevi çıkarlar peşinde koşmaktan kurtararak cennet ümidi ve cehennem korkusuyla kendini kontrol altında tutmaya ve en alttakileri de hukuki yaptırımlarla doğru yolda tutmaya çalışan İslam ahlakının bu dinamik yapısı, onu sadece kitlelere veya sadece seçkinlere hitap eden bir ahlak olmaktan çıkarmaktadır.

Fatma Bayram

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN