Arama

Mustafa Özcan
Mart 2, 2018
Sömürge halkları ve sömürge aydınları

İbni Haldun mağlup milletlerin galipleri taklit edeceklerini söyler. Sosyolojik vakıa, kural gereği mağlup milletler bu refleksleri kolayca üzerlerinden atamazlar. Bu da sosyolojik hastalıklardan biridir ve tedavisi süre ve süreç gerektiriyor. Bizde Batıcılar hadiste de belirtildiği gibi (sizden öncekilerin çığırlarını karış karış takip edeceksiniz hadisi) Batıcılığı modernizm adına veya çağdaşlık adına mutlak paradigma aldıkları halde İslami kesimlere de rol model üretmeye yelteniyor ve kalkışmışlardır. Zira kafaları başkasına basmıyor. Söz gelimi Aslı Aydıntaşbaş ABD başkentinde duyduklarını geçmişte cinlerin semadan haber çalmaları gibi içeriye fısıldar ve gündem oluştururdu. 2002 ve 2003 sonrasında Türkiye'deki yeni döneme dışarıdan model bulmaya, üretmeye çalışmıştır. Belki de itibarsızlaştırmak veya yıpratmak gayesiyle 'Malezyalılaşmak' diye bir deyim üretmişti. Şerif Mardin Hocanın maksadını aşan 'mahalle baskısı' kavramı gibi. Bu tabirin tedavüle sokulduğu yıllarda pozitif mahalle baskısının kalkması yüzünden ortada zaten mahalle kalmamıştı. Muhafazakârlığın bittiği hatta ondan eser kalmadığı devrede muhafazakârlığı tehlike olarak takdim ediyordu. Hâlbuki gelenek can çekiştiği için ortada sadece negatif bir mahalle baskısı vardı. Bu negatif baskı insanları İbni Haldun'un deyiminde ifadesini bulan özentilerinden avlıyor ve onları mankurtlaştırıyordu. Şerif Mardin bunu idrak etmiş miydi etmemiş miydi ayrı mesele. Mahalle baskısıyla Malezya modeli yıllarca ağızlarda sakız gibi çiğnendi durdu. Zihinlerimizi bir süre bulandırdı, oyaladı.

Buna mukabil Cezayir eski başbakanlarından Abdulmelik Sellal'ın Türkiye gibi olmak ve ona yetişmek istiyoruz mealindeki sözleri bu yakaya hiç uğramadı, yansımadı. Söylendiği ülkeyi ve sınırlarını aşmayı başaramadı.

Bugün Cezayir'de iki kanat ve eğilim çekişiyor. Bunlardan birisi Osmanlıcı yani köklerine bağlı bir akım diğeri de köklerinden koparılmış Frankofon haline getirilmiş aborjin bir rüzgâr. Hatta İsmail Cem gibiler geçmişti Cezayir gibi ülkelere Osmanlı Commonwealth'ı teklif etmişlerdi. Cezayir Frankofonizm rüzgârları ise Osmanlı Commonwealth'ı arasında gidip geliyor.

Geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan Afrin meselesiyle alakalı olarak kameraların karşısında Macron'a ayar verdi; "sen önce emperyalist geçmişine, arka bagajına bak" dedi. Şimdi Cezayir bu iki gergef arasında salınıp duruyor. Anlaşılan Cumhurbaşkanının Cezayir ve Moritanya, Mali ve Senegal'i gibi Afrika ülkelerini kapsayan son ziyareti Cezayir'de ideolojik bir gürültü koparmış. Osmanlı taraftarlarıyla Fransa taraftarları karşı karşıya gelmişler. Arada fikri bir çekişme yaşanmış. Fransa'nın içerideki çömezleri ziyarete gölge düşürmeye çalışmışlar. Elbette Fransa taraftarları geçmişleriyle barışık olmadıklarından dolayı Türkiye'yi pek hazzetmiyorlar ve sömürgeci aydın olarak Fransa'yı yeğliyorlar. Zamanla kimyaları değişmiş ve düşmanlarının veya cellatlarının safına geçmişler. Bunlar hakkında ikinci İbni Haldun nitelemesini haiz Malik Binnebi 'sömürgeye ve sömürgeleştirilmeye açık ve yatkın aydınlar' demektedir. Ruhu şad olsun.

Burada karşımıza iki sosyolojik kural çıkıyor. Bunlardan birisi Malik Binnebi'nin seslendirdiği, vazettiği kural ki, sömürgeye yatkın hale gelmeden sömürge olamazsınız. Demek ki kırılma dışarıda değil içeride başlıyor. Sömürge olduktan sonra ise zoraki olarak sömürgeciyi taklit edersiniz. İbni Haldun'un deyimiyle mağluplar galipleri taklit eder. Cezayir sömürgecilik sonrası geçirdiği 56 yılına rağmen hala kendisine gelememiş ve afiyetini henüz kazanamamıştır.

Mısır sömürgesinde kalan Beni İsrail halkı da ardından kırk yıl Tih çölünde eğleşmesine rağmen kendisine gelememiş, sosyolojik sağlığına kavuşamamıştır. Hezimet burcundan zaferler burcuna geçememiş, Şeyh Ahmet Yasin'in deyimiyle üç kırk yıllık dilim içinde yani 120 yılda ancak sağlığına kavuşabilmiştir.

Bugün Cezayir kamuoyu Osmanlı ile Fransa ya da güncellersek Türkiye ile Fransa; Erdoğan ile Macron arasında bölünmüş veya gerilmiş durumda. Birileri de 'biz Cezayirli olalım; iki tarafa da mesafeli duralım' havası ve yaklaşımı içinde.

Bu hususta en güzel değerlendirmelerden birisini 'Sömürge terbiyesi' yazısıyla Fatih Altaylı kaleme almış bulunuyor. Burada yerinde bir ifade kullanmış, Sömürge aydınları. Beni İsrail gibi sömürge halkları olduğu gibi onları temsilen sömürge aydınları da vardır. Beni İsrail Mısır'dan çıktığı halde Mısırlılardan kazandığı alışkanlıkları ve tortuları bırakması ve terk etmesi yılları almıştır. Buzağıya perestiş (taabbüd) hevesi bunlardan birisidir. Musa ile Harun kardeşler (Aleyhümasselam) bunları yola getirebilmek için akla karayı seçmiş ve tabir caizse saçını başını yolmuştur. Ziyaret sırasında Cezayirli bir gazeteci, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a "Türkler burayı işgal etmedi mi?" diye sormuş cevabını da almıştı: "Eğer öyle olsaydı siz bu soruyu bana Fransızca değil, Türkçe soruyor olurdunuz." Merhum Necip Fazıl da Fransa günlerinde bu çeşitten tarizlere ve suallere muhatap olmuş ve aynı sömürge aydınlarının suratına aynı cevabı şaklatmıştır. Kendilerine gelmeleri için okkalı bir Osmanlı tokadı olmasa bile Osmanlı torunlarına yakışır bir cevap vermiştir. Faysal Kasım twitter hesabından bu cevabı takipçileriyle paylaştı.

Bu sömürge aydınları bu hususta en iyi değerlendirmeyi veya susturucu cevabı gayri Müslim Lübnanlı Ermeni asıllı komedyen Pierre Chamasian'ın ağzından dinlesinler: şöyle demiştir: Fransa Lübnan'da 30 yıl kalmasına rağmen dilini bize dayattı, yadigar bıraktı. Osmanlılar ise 420 yıl aramızda kaldığı halde soruyorum; içimizde Türkçe bilen var mı? Demek ki Osmanlılar sömürgeci değildi.

Bize karşı potansiyel olarak düşmanlık besleyen bir toplumun bir ferdi böyle düşünüyor daha doğrusu gerçeği ifade ediyor.

Bizimle aynı inanç kümesine ait ve tarihi ilişkilere sahip olanların aynı zamanda aynı ve ortak duygulara da sahip olması gerekmez mi? Hâlbuki bu kişiler ise tersinden konuşuyorlar. Sömürgecilerin yanına geçerek kendi geçmişlerinden hesap soruyorlar. Ermeni komedyan Pierre Chamasian'ın şahsında Kenan Pars veya Sami Hazinses gibi sanatçıları hatırladım. Keşke üçüncü taraflar aramıza girmeseler ve bu dostluğu bozmasalardı. Ortak zenginliği doya doya yaşasaydık.

Fransız, İngiliz veya Ruslar gibi aramızı bozanlar utansın. Karşılıklı yanlışlarımız da mutlaka olmuştur.

Ziyaretin ortaya çıkardığı gerçek: Bugün Cezayir Osmanlı geçmişi ile Fransız geçmişi arasında çekişme ve hesaplaşma yaşıyor. Dileriz sağduyu kazanır.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN