Gerçek hayattan alıntı filmler izleyiciyi daha çok içine çeker. Çünkü izleyici; normal bir aksiyon filminde yaşananların gerçek olmadığını bildiği için çok fazla etkilenmeyebilir ama film gerçek bir olaydan alındıysa, ne kadar inanması güçte olsa filme kendini kaptırır. Yaşanmış hayatlardan esinlenerek çekilen filmlerin üstümüzde bıraktığı etki ise su götürmez bir gerçek. Senaryosuna kapılıp film bittiğinde ise gerçek olduğuna inanamadığımız, yaşanmış hikâyelerden oluşan 20 filmi sizler için derledik. LAWRENCE OF ARABIA - ARABİSTANLI LAWRENCE(1962) Lawrence of Arabia 1962 yapımı Oscarlı film T. E. Lawrence'ın hayatını konu almaktadır. Filmin yönetmenliğini David Lean, yapımcılığını Sam Spiegel yapmıştır. Başrolünde Peter O'Toole vardır. Omar Sharif ve Alec Guinness filmde rol almıştır. 'Arabistanlı Lawrence', 1991 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından 'kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli' filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir. Filmin Türkiye'de gösterimi 1962'de yasaklanmıştır. Türkiye'de ilk kez 1990 yılında özel televizyon kanalı olan Star TV Türkçe dublajlı olarak yayınlamıştır. İngiliz Lawrence hem bir bilim adamı ve hem de İngiliz devleti için çalışan bir ajandır. Bu çift kimlik ona ajanlık hayatında büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Bu özelliğini çok iyi bilen İngiliz İstihbarat Müdürlüğü Lawrence'ı uzman olduğu Arapların yanına gönderir. Bedeviler, Lawrence'ın ve İngilizlerin Osmanlı'ya karşı savaşma teklifini hemen kabul edecek ve aldığı desteğe sımsıkı sarılacaktır. Amacı Osmanlı'dan hoşnut olmayan aşiretleri de kendi safına çekerek Osmanlı askerlerine saldırmaktır. Amacına ulaşsa da Lawrence, savaştan sonra Araplara verdiği tek bir Arap devleti sözünü tutmadığını ve bunun yerine onlarca Arap devletinin kurulduğunu görecek, Ait olduğu İngilizlerin, Arapları nasıl kandırdığını ve kendi amacı için kullandıktan sonra nasıl onları bölüp kaderine terk ettiğini görecektir. RAGING BULL – KIZGIN BOĞA (1980) 1980 yapımı olan Kızgın Boğa yönetmenliğini Martin Scorsese'nin yaptığı boksör Jake LaMotta'nın hayatını anlatan Raging Bull: My Story'den uyarlanmış biyografik bir filmdir. En İyi Film Akademi Ödülü dâhil sekiz dalda Oscar'a aday olmuş bunlarda ikisini kazanmıştır. LaMotta'yı canlandıran Robert De Niro'ya Oscar ödülü getiren Raging Bull filmi ünlü boksörün eşine duyduğu kıskançlığı, ona karşı acımasızlığını ve ringdeki tutkusunu gözler önüne seriyor… AMADEUS (1984) Miloš Forman tarafından yönetilen, Peter Shaffer'in sahneye koyduğu, Amadeus oyununa dayanan ve on sekizinci yüzyılda Viyana'da yaşayan besteciler Wolfgang Amadeus Mozart ile Antonio Salieri'nin başından geçenleri anlatan yapım olan Amadeus 8 dalda Oscar ödülü kazanmayı başarmıştır. Bir dâhinin (Mozart'ın) deliliğine izleyiciyi şahit tutan Milos Forman, sıra dışı olanın deli doluluğuna vurgu yapar. Öte yandan bu deli dolu hâli küçümseyen, dâhiye ve Tanrı'ya düşman kesilen bir adamın (Salieri) takıntısıyla deliliğe varışını gözler önüne serer. Filmin Salieri'den dinlemeye başladığımız hikâyesi, yine onun dilinde başladığı yerde biter: akıl hastanesinde. Forman, on sekizinci yüzyılda Batı'da akıl yitiminin nasıl tahkir edildiğini, 'deli görülen' insanların (el ve ayaklarından zincire vurulmak, üzerinde bir giysi olmaksızın yaşamak gibi) nasıl insanlık dışı muamelelere maruz bırakıldıklarını da filmin başlangıç ve bitiş sahnelerinde betimler. Şüphesiz bu Forman'ın yolumuzu akıl hastanesinden ilk defa geçirişi değildir. 1974 yapımı Guguk Kuşu (One Flew over the Cuckoo's Nest) filminde de Forman, fazlasıyla akıllı sayılabilecek bir adamın/mahkûmun, akıl hastanesinde delilerle zaruri olarak geçirdiği bir zaman dilimini anlatır; hastaların, otorite tarafından nasıl pasifleştirildiğini ve iyileşmeleri yönünde değil de uysallaşmaları, sorgusuz sualsiz itaat etmeleri yönünde nasıl çaba sarf edildiğini gösterir. 1999 yapımı Aydaki Adam (Man on the Moon) ve 2006 yapımı Goya'nın Hayaletleri (Goya's Ghosts) filmlerinde de sırasıyla ironi ve anomali üzerinden deliliği anlatır Forman. Bu bağlamda delilik türevlerinin Forman için bir çıkış noktası olduğu ve bunu çeşitli şekillerde kurgulamaktan keyif aldığı söylenebilir. Belki Erasmus'un Deliliğe Övgü eserinde değindiği gibi Forman da 'Bütün insan ömrü, deliliğin yarattığı bir hayalden ibarettir.' ifadesi üzerinden filmografisine biçim vermeyi yeğler. FULL METAL JACKET - (1987) Stanley Kubrick'in hem yönetmenliğini, hem yapımcılığını hem de senaristliğini üstlendiği 1987 yapımı film, Vietnam Savaşı öncesi Amerikan ordusunun eğitimleri ve Vietnam Savaşı sırasında Amerikan ordusundaki askerlerin başından geçen olaylar anlatılmaktadır. Vietnam Savaşı'nı konu alan bu filmin özgün adı olan 'Full Metal Jacket', Amerikan piyade erlerinin kullandıkları bir tür mermiden gelmektedir. Full metal jacket bullet ('Tam metal kaplama mermi') adı verilen bu mermilerin kurşun çekirdekleri, namlunun yiv-setlerine tam oturup daha istikrarlı ve enerji kaybı olmaksızın yol alabilmesi için bakır gibi yumuşak ve kayıcı bir metalle kaplanmaktadır. Bu kaplama namlunun nazik içyapısını da korumaktadır. MY LEFT FOOT – SOL AYAĞIM (1989) Jim Sheridan tarafından yönetilen 1989 yapımı bir film olan Sol Ayağım; Doğuştan beyin felçli doğduğu için sadece sol ayağını kullanabilen İrlandalı yazar Christy Brown'un aynı adı taşıyan kitabından uyarlanmış gerçek bir yaşam öyküsüdür. Filmde Christy Brown'u canlandıran Daniel Day-Lewis 1989 yılında, bu filmdeki performansıyla en iyi erkek oyuncu dalında Oscar kazanmıştır. Film; Okumayı, yazmayı, resim yapmayı ve nihayet sol ayağının parmağı ile daktilo yazmayı öğrenmek için çocukluğunda verdiği mücadeleyi anlatıyor. Hayat herkese aynı şartları sunmuyor. Kimi için en küçük sevinçler bir ömre bedel olurken kimileri için de sadece sevgi dolu bakışlar bir ömre bedel yer kaplıyor anlamsız olan dünyamızda. MALCOLM X (1992) Amerikan sinemasının en yetenekli yönetmenlerinden Spike Lee'nin filminde ünlü zenci lider Malcolm X'in yaşam öyküsü anlatılıyor. Babası Ku Klux Klan tarafından katledilen genç Malcolm X (Denzel Washington) sokaklarda insanları soyan bir serseri oluyor. Hapiste Elijah Muhammed'in yazılarıyla İslam'ı tanıyan Malcolm, özgürlüğüne kavuştuktan sonra Mekke'ye giderek burada Sünni bir Müslüman oluyor. Beyazlık karşıtı düşüncelerinden vazgeçen ve ismini El-Hajj Malik Al-Shabazzolarak değiştiren Malcolm, insanlara fikirleriyle doğru yolu göstermeye çalışıyor. A BEAUTIFUL MIND – AKIL OYUNLARI (2001) Nobel ödüllü Amerikalı matematikçi John Nash' in hayat hikâyesini anlatan, yönetmenliğini Ron Howard'ın yaptığı 2001 yapımı biyografik dram filmidir. Bu çalışma, aynı adlı kitaptan senaryolaştırılmıştır. Esasen, John Nash adında bir şizofren matematikçinin hayat hikâyesidir. Nash, öğrenciliği sırasında oyun kuramı üzerine büyük başarılar elde etmiş parlak bir matematikçidir. Nash, öğrencilik yıllarından itibaren hayaller görmeye başlar. Mezuniyetinden sonra, zamanla paranoid şizofreni olur; fakat hasta olduğunun farkına varamaz. Bir konferans sırasında aniden bir psikiyatristin karşısına çıkması ile olaylar zinciri değişir. Hastaneye yatar ve bu nedenle akademik çalışmalarından uzaklaşır. Hastalığı kendi çocuğuna zarar vermesine neden olacak noktaya gelince eşi yeniden hastaneye gitmesi gerektiğini düşünür. Uzun süre hasta olduğunu kabul edemese de sürekli gördüğü kız çocuğunun hiç büyümediğini fark eder. Bu durum onun hastalığını kabul etmesini sağlar. Nash, yaşadığı hayali gerçekleri görmezden gelerek onlarla yaşamaya çalışacaktır. Gördüğü tedaviler etkili olmasa da eşi ve eski iş arkadaşlarının desteğiyle her şeye yeniden başlar. Kendi akıl hastalığını yine kendi aklı ile dizginleyerek akademik çalışmalarına yeniden hız verir. Tekrar üniversitede ders vermeye başlar. Sonunda gösterdiği sıra dışı mücadeleyle şizofreni ile birlikte yaşamına devam eder. Ve tarih bu müthiş dehaya, akıl hastalığını yine aklıyla yenerek hayatının geri kalanını bilime adamasından ve hastalığının başlamasından evvel yaptığı buluşlardan dolayı Nobel Ekonomi Ödülünü armağan eder. ALİ (2001) Ali, Amerikalı boksör Muhammed Ali'nin hayatının anlatıldığı 2001 yılı ABD yapımı dram filmidir. Muhammed Ali'yi Will Smith'in başarılı bir şekilde oynadığı filmin yönetmenliğini Michael Mann yapıyor. Askerlik zamanı geldiğinde Vietnam Savaşı'na gitmeyip benim onlarla bir sorunum yok diyen ve bu yüzden Şampiyonluk unvanına el konulan ve boks' tan uzaklaştırılan Ali'nin yaşamından kesitler anlatılıyor. Film birçok dalda ödül kazanmış olup, MTV Film Ödüllerinde Will Smith En İyi Erkek Oyuncu olarak ödül kazanmıştır. CITY OF GOD – TANRI KENT (2002) Brezilya - Fransa ortak yapımı dramatik bir suç filmi Tanrı Kent, Portekizce özgün adı Cidade de Deus olan film İngilizce konuşulan ülkelerde de Türkiye'de olduğu gibi özgün adının tam çevirisi olan City of God adıyla gösterilmiştir. Yönetmenliğini Fernando Meirelles ve Kátia Lund'un birlikte yaptıkları filmin senaryosunu Paulo Lins'in 1997 tarihli aynı adlı romanından Bráulio Mantovani uyarlayıp yazmıştır. Romanın yazarı da uzun yıllar konunun geçtiği gettoda yaşamış ve romanın gerçek olaylara dayandırılmasında önemli bir rol üstlenmiştir. 'Cidade de Deus', kent içindeki çirkin ve suç odağı gecekonduları sistematik bir şekilde kent dışına taşıma projesinin bir parçası olarak 1960'larda kente uzak bölgelerde Brezilya hükümeti eliyle kurulmuş gecekondu önleme yerleşkelerinden birinin, belki de en ünlüsünün adıdır. Bu suç oranı yüksek tehlikeli mahalle Rio de Janeiro kentinin dışındadır. Film adını buradan almıştır. Filmin başkarakteri de kişiler değil bu mahallenin ta kendisidir. Filmin oyuncularından Leandro Firmino (Zé Pequeno) da dahil filmin oyuncularının çoğu bu mahallede büyümüşlerdi.Film tamamen amatör oyuncularla çekilmiştir. Film bu mahallede yaşayan bir grup çocuğun 1960'lardan başlayarak sonraki 10-15 yıla yayılan uyuşturucu ve suçla örülü öyküsünü anlatır. Bu destansı suç filmi anlatım stili açısından da Goodfellas ve Trainspotting filmlerini anımsatır. THE PIANIST (2002) Piyanist drama türünde, 2002 yılında çekilmiş, yönetmenliğini Roman Polanski'nin yaptığı, senaryosunu Ronald Harwood'ın, Wladyslaw Szpilman'ın hayatını anlattığı kitabın üzerine kurduğu Fransa-Almanya-Polonya ortak yapımı filmdir. Filmin müziklerinin çoğu Chopin'in nocturne'lerinden oluşur. İlk beş dakikasında Nocturne in C Sharp Minor duyulur. Wladyslaw Szpilman, Polonyalı başarılı bir piyanisttir. II. Dünya Savaşı'nda Almanların Polonya'yı işgal etmesiyle hayatı kâbusa döner. Yahudi olduğu halde şans eseri toplama kamplarına gitmekten kurtulur ve Varşova'nın varoşlarında yaşamaya başlar. Daha sonra Wilm Hosenfeld isimli bir Alman subayının yardımıyla hayatta kalmayı başarır. THE AVIATOR – GÖKLERİN HAKİMİ (2004) Film BAFTA En İyi Film Ödülü ve Drama dalında En İyi Film Altın Küre Ödülü'nü kazandı. En İyi Film dahil 11 dalda Oscar'a aday gösterildi. 5 Oscar kazandı. Teknik dallarda verilen ödüllerin çoğunu toplamasına, BAFTA ve Altın Küre'de En İyi Film ödülünü almasına rağmen En İyi Film Akademi Ödülü'nü ödülünü alamadı. Ergenlikten yeni çıkmış Howard Hughes, babasının matkap ucu fabrikasından kalan serveti, Birinci Dünya Savaşı'nda savaşan uçakları konu alan 'Cehennem Melekleri' adında bir film çekmek için kullanmak gibi çılgın bir karar alan Hughes, benzeri olmayan bir film yapmak üzere yola çıkar ve bu yol ona büyük bir şöhreti de beraberinde getirir. Martin Scorsese'nin filmi, Hughes'ın gençlik yıllarını ele alıyor. Özellikle de aşk yaşamı, uçma sevdası ve sahip olduğu ruhsal hastalık (obsesif kompulsif bozukluk) üzerinde duruyor. HOTEL RWANDA (2004) Film Ruanda'da 1994 yılında Hutu ve Tutsi etnik grupları arasında çıkan ve büyük sayıda (yaklaşık 1 000 000) Tutsi'nin yaşamını kaybetmesiyle sonuçlanan iç savaşı ve katliamı konu alır. Filmin senaryosunun gerçeklere dayanması ve yaşanmış olayları anlatması nedeni ile çok etkileyici ve çarpıcıdır. Filmde geçen olaylar dönemin o kaotik ortamını, insanların etnikleri ve kökenleri nedeni ile nasıl bir soykırıma maruz kaldıklarını gözler önüne seriyor. İki tarafında Afrikalı, Ruandalı olması olayları çok daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale sürüklüyor.İnsanlar iki farklı etnik gruba ayrılıyorlar; Hutu ve Tutsi bu iki etnik grup Avrupalıların kışkırtmaları ya da daha önceden Avrupalı bazı ülkelerin bu iki etnik gruptan birini diğerine karşı güçlü kılarak onlar üzerine baskı uygulamaları ve bu baskı sonucunda ortaya çıkan güç dengelerinin değişmesi ve intikam alma savaşı üzerinden ilerliyor. Filmde Belçika, Fransa, İtalya, Hollanda, BM ve Amerika dış politikalarının hangi çıkarlar ya da hangi karanlık ilişkiler ağı ile örüldüğünü gizli kapaklıda olsa görebiliyoruz. THE PURSUIT OF HAPPYNESS – UMUDUNU KAYBETME (2006) Umudunu Kaybetme, eşi tarafından terk edilmiş ve herhangi bir maddî geliri olmayan bir babanın, Chris Gardner'ın hikâyesini anlatıyor. Gerçek bir hikâyeye dayanan filmde, Chris Gardner'ı Will Smith, oğlu Christopher Jr'yi de Will Smith'in oğlu Jaden Smith canlandırıyor.Chris, pahalı ve çabuk demode olan bir teknolojik aletin satışına büyük bir yatırım yapar ve satışlar başarısız olunca elinde avucunda ne varsa kaybeder. Karısı da onu terk edince 4-5 yaşlarındaki oğluyla yalnız kalır. Yapacak bir şey yoktur, günü birlik yaşamaya başlarlar. Bir süre sonra kaldıkları daireden de çıkartılınca nereyi bulurlarsa orada uyurlar; parklarda, istasyonlarda, hatta tuvaletlerde. Bu sürede Chris sürekli iş bulmaya çalışır ve bir gün büyük bir borsa şirketinin yöneticisini bir Rubik küpünü çözerek etkileyip, şirkette stajyer olma imkânı yakalar. Staj süresinde ücret almasa da sonunda iyi bir iş bulacağını düşünerek stajyer olur. Tüm bu zorlukları yaşarken, Christopher babasından hiç ümit kesmez, babası da bir yandan oğlunu yetiştirmeye, her şeyi bir oyun haline getirerek onu hayal kırıklığına uğratmamaya çabalar büyük bir fedâkârlıkla. Yıllar sonra Christopher Jr Gardner'a evsiz günleriyle ilgili ne hatırladığını sorduklarında 'Evsiz olduğumuzu söyleyemem, tek hatırladığım sürekli gidecek bir yerimiz vardı ve sürekli oradan oraya taşınır dururduk.' IP MAN (2008) Yapımcılığını ve yönetmenliğini Wilson Yip'in üstlendiği 2008 yapımı Hong Kong filmi olan Ip Man; Büyük Wing Chun ustası ve Bruce Lee'nin akıl hocası Yip Man'ın yaşamına dayalı biyografik dövüş sanatları filmidir. Hikâye İkinci Çin-Japon savaşı sırasında Foshan şehrinde meydana gelen olaylara odaklanmaktadır. Yip-Man, otuzlarında Foshan şehrinde dövüş sanatlarıyla uğraşan kendi öğrencileri olan saygın bir Wing Chun ustasıdır. Bunlar, Japonya ile savaşın sona erdirme tehdidinin olduğu refah zamanlardır. Çin'in Japon işgali ile Yip-Man halkının onurunu savunmak zorunda kalacaktır. CAMINO (2008) İspanyol yönetmen Javier Fesser'in 2008 yılında toplam 6 dalda Goya ödülü kazanan filmi 'Camino', dindar bir annenin sınırlarını çizdiği hayatında, yakalandığı hastalıkla günden güne eriyen bir kız çocuğunun düşlerinde yarattığı dünyaya kaçışını anlatmaktadır. Yönetmen, 1985 yılında kanser hastalığından ölen Alexia Gonzalez Barros isimli genç bir kızın yaşadıklarını farklı bir uyarlamayla beyazperdeye taşırken, Opus Dei tarikatının huzursuz edici iç yüzünü deşeleyerek bağnazlığı hedef noktasına koymuştur. Carme Elias (Gloria) ve Nerea Camacho'nun (Camino) etkileyici performansları ve hikâyede kullanılan İsa metaforuyla güçlenen bu drama 'mendil ıslatan film' tabirinden daha fazlasını hak etmektedir. THE SOCIAL NETWORK – SOSYAL AĞ (2010) Facebook'un kuruluş hikâyesini ele alan filmin yönetmenlik koltuğunda David Fincher otururken, Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg'i ise parmak ısırtan performansıyla Jesse Eisenberg canlandırıyor. Harvard'da okuyan matematik dehası Mark'ın, kız arkadaşı tarafından terkedilince tüm dünyayı etkisi altına alacak bir 'Sosyal Ağ' oluşturmasını Aaron Sorkin'in yazdığı güçlü diyaloglarla bezeli senaryo ve Jeff Cronenweth'in görüntüleriyle Trent Reznor'ın müziklerini mükemmel bir uyum içerisinde birleştiren yenilikçi bir kurgu eşliğinde anlatan Fincher, 2010 yılının en önemli filmlerinden birine imza atmasının karşılığını çeşitli dünya festivallerinden toplamda 102 ödül kazanarak almıştır. LINCOLN (2012) Spielperg filmlerinin klasiği olarak savaş sahnesiyle açılan film, Lincoln'un başkanlık döneminin (1861-1865) neredeyse hepsini kapsayan İç Savaş döneminden bir kesit veriyor. Kuzey-Güney mücadelesi etrafında gelişen kurguda Lincoln'ün avukatlığı döneminden anekdotlar ve (kıssadan hisse) hikâye anlatma özelliğiyle tecrübelerden ders çıkardığı gösteriliyor. Bu, didaktik bir şekilde ve bir anda değil, filmin içine yedirilerek verilse de bunun bir kahraman filmi olduğu ilk yarım saatte belli oluyor. Aile hayatından kesitler, karısı Molly ve savaşa gitmek isteyen büyük oğlu Robert'le ilişkilerinin Lincoln'un savaşla ve siyasetle ilgili karar verme sürecini etkilediği belli belirsiz ilân ediliyor. Köleliğin kaldırılma yasası tartışmaları, Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti içindeki hizipleşme, Lincoln'un liderliği, askeri başarı ve bunu izleyen barış süreci gibi girift konuları işleyen film, demokrasinin ne olduğu ya da ne olmadığı konusunda karmaşık mesajlar veriyor. 12 YEARS A SLAVE – 12 YILLIK ESARET (2013) Film, 1841 – 1853 yılları arasında yaşanmış gerçek bir hikâyeden esinlenerek beyaz perdeye aktarılmış. Solomon Northup'un anıları ilk yayınlandığında 300 bin okuyucuya ulaşmış ve 1960 yılında yeniden basılmıştı. İlk filmi Hunger (Açlık) ile çoğu sinemasevere göre uzun metraj sinemaya çarpıcı bir giriş yapan Steve McQueen, iki sene önce çektiği Shame (Utanç) ile de çıtasının seviyesini korumayı başarmıştı. Her iki eserinde de sanat kaygısının ağır bastığını düşündüğümüzde, yönetmenin üçüncü ve en yeni filmi olan 12 Years a Slave'in (12 Yıllık Esaret) ödül kazanmak uğruna hazırlanmış bir yapım olacağını düşünmek fazla karamsar olurdu. Elbette bu düşünce yapısı artık kendini karamsarlıktan mutlaklığa dönüştürdü: McQueen'in büyük ses getiren son filmi buram buram Amerikanlık ve (bağımsız yapım olmasına karşın) Hollywood kültürü kokan, daha çok Amerikan halkının zayıflıklarından faydalanmak üzerine kurulu tarihi bir kölelik dramı. QUEEN OF DESERT – ÇÖL KRALİÇESİ (2015) Queen of the Desert, gerçek bir hikâyenin anlatıldığı, kalbindeki boşluğu gezerek ve araştırarak kapatmaya çalışan, çöllerin asi kadını olarak tanınan Gertrude Bell'in hikâyesi. Filmin başrolü için en başta Naomi Watts düşünülmüş ama daha sonra Watts vazgeçmiş ve Nicole Kidman seçilmiş. Filmin yönetmeni Werner Herzog tam 5 sene sonra sinemaya geri döndü ve her zamanki gibi belgeselvari harika bir çalışma çıkarmış. Ağır ilerlemesine karşın film derin bir konu içeriyor. Filmin içerisinde birçok tanıdık yüz ve isimle de karşılaşıyoruz. Film 1900'lerin başında geçtiği için Birinci Dünya Savaşı ve doğal olarak Osmanlıları da kapsıyor. SNOWDEN - (2016) Yakın döneme damgasını vuran en önemli olaylardan biri hiç şüphesiz Wikileaks skandalı. Amerikalı CIA ve NSA çalışanı, bilgisayar sistemleri uzmanı Edward Snowden Amerika'nın sır olarak tuttuğu pek çok gizli bilgiyi açığa çıkardı ve bu durum pek çok kişinin en başta da Amerikan hükümetinin başını belaya soktu. Neticede Edward Snowden ülkeyi terk edip kaçak olarak yaşamak durumunda kaldı… İşte bu ilgi çekici, önemli olayın sinemaya yansımaması beklenemezdi ve konuyla ilgili ilk çalışma da 2014 yılında bir belgesel olarak geldi. 'Citizenfour' adlı belgesel büyük beğeni topladı ve Oscar kazandı. Fakat benim gibi belgesel filmlerden hoşlanmayanlar için olayın dramatize edilmiş hali daha ilgi çekici olacaktı ve bununla ilgili hamle de Oliver Stone'dan geldi… Bir gün yine hükumetin gizli bir şekilde bir kanunu meclisten geçirerek kişilerin özel belgeleri olan e-posta, cep telefonu mesajları, bilgisayar verileri ve hatta kredi kartı bilgilerine kadar tüm bilgilerini kopyaladığını öğrenir ve bunu basına sızdırır. Sızıntının kaynağının Snowden olduğu anlaşıldıktan sonra Snowden'ın devletle olan tüm iletişimi kesilir, kendisi vatan haini ilan edilir ve yargılanır. Daha sonra Rusya'ya siyasi sığınmacı olarak yerleşir ve hayatını burada devam ettirir…