Arama

Zekeriya Erdim
Ağustos 14, 2023
Adamın biri bir gün…

Kişiler bazında yaşanan bazı olaylar ve durumlar, toplumlara da örnek olur. Herkes kendi penceresinden bakıp; görmesi gerekeni görür, alması gerekeni alır.

İnsanlar gibi hayatları da pek çok yönden birbirlerine benzerler. Âdem baba ile Havva ananın bütün oğulları ve kızları, asırdan asra-nesilden nesle miras bırakarak; kim bilir kaç milyonuncu yahut milyarıncı kere, aynı şeyleri tekrar ederler.

Su ne kadar güçlü akarsa aksın, testisi olan doldurur. Yer altında ne kadar altın küpü yatarsa yatsın, kazmayı eline alıp kazan bulur.

Sonuç olarak; yaşanmış hayatların tecrübe kırıntıları, kıymetini bilenler için hazine gibidir. Deryada esen güçlü rüzgârlar; yelkeni açık olan gemilere güç yahut enerji verir.

Bu noktadan hareketle, hayatın içinden bir kesit sunalım. Belki bizim de işimize yarar diye; adamın birinin bir gün yaptığı şeyi analım.

Kırk yıllık eşi, hayat arkadaşı, dava arkadaşı ile birlikte; tebdil-i mekân amacıyla şehir dışına çıktılar. Mütevazı bir tesiste konakladılar, çevre gezileri yaptılar.

Baş başa kalmak, onlara iyi gelmişti. Hem geçmiş zamanın hatıralarını yâd etmek, hem şimdiki zamanın ana gündemlerini görüşüp konuşmak, hem de gelecek zamana dair düşüncelerini gözden geçirmek için mükemmel bir fırsat olmuştu.

Gündemlerinde daha çok, okumak ve yazmak vardı. Ahir ömürlerinde, ilgi ve ihtisas alanlarına giren konular hakkında faydalı kitaplar yazıp; amel defterlerinin açık tutulmasına vesile olabilecek izler bırakmak istiyorlardı.

Zaman zaman filmi başa sarıp; onlar için anlamlı ve değerli olan bölümleri tekrar gözden geçirdiler. Annelerini, babalarını rahmetle ve minnetle andılar; oğulları, kızları, gelinleri, damatları için en yüce makama dua mesajları gönderdiler.

Duygulanıp ağladıkları da neşelenip güldükleri de oldu. Birbirlerine en özel ve en güzel cümlelerle sevgilerini, saygılarını sundular; gönül kâseleri, ağzına kadar doldu.

İşte o günlerden birinde, hanımefendinin beklemediği bir konu gündeme geldi. Beyefendi, mahzun ve mahcup bir şekilde boyun büküp; "Hatun, seninle konuşmak istediğim bir şey var" dedi.

Önce, okuduğu bir makaleden bahsetti; öğretmen ve idareci kimliği ile yaşadığı bazı tecrübeleri anlattı. İslami gelenekteki, geçmişi aklama ve arındırma anlamına gelen "ibra" kavramını; modern psikolojideki, geçmişin olumsuz izlerini silme ya da değiştirme amaçlı "geriye gitme" uygulamalarını hatırlattı.

Arkasından, bir duraklama hali içine girdi; gözleri nemlendi, bakışları dondu. Eşinin "Hayırdır inşallah" seslenişi ile kendine geldi; kalbini avuçlarının içine alıp ortaya koyar gibi, samimi bir maruzatta bulundu:

-Seni baba evinden alıp çıkarken, kayınvalidem bana; "Oğlum, anan seni Kadir Gecesi doğurmuş" demişti. Evet, öyleydi, iki anlamda doğru söylemişti.

Birincisi; gerçekten, Kadir Gecesi, teravih namazı ile sabah namazı arasında doğmuştum. İkincisi; kendime eş olarak, dünyanın en harika hanımefendisini bulmuştum.

Kırk yıldır; kendi duygularım ve düşüncelerim de seninle ilgili öngörülerim de bir milim bile şaşmadı. Gözüme perde inmedi, gönlüme gölge düşmedi.

Sen benim, dualarımın canlı karşılığı oldun. Masallarda anlatılan talih kuşu gibi, gelip başıma kondun.

Allah bana, layık olduğumdan daha fazlasını verdi diye; lütfuna, ikramına, binlerce şükrediyorum. İçimden gelerek, hak ettiğini bilerek; "Ömrümün, gönlümün, yurdumun, yuvamın sultanı" diyorum.

Ancak, hafıza kayıtlarım arasında; yer yer kanayan, hatta kaynayan bazı yaralar var. Bu yaraları, sararsa sadece senin elin ve dilin sarar.

Çocukluk ve gençlik yıllarım; mağduriyetler, mahrumiyetler ve yaşıma-başıma ağır gelecek sıkıntılarla geçti. Ruh dünyamın atmosferinde oluşan hava boşlukları, zaman zaman türbülansa dönüştü.

Belki kırk yılda kırk seferi geçmemiştir ama değişik zamanlarda, çoğu da senin ve benim yakınlarımız yüzünden, hak etmediğin halde üzdüğüm oldu. Sonrasında hep özür dilesem, helallik istesem bile; içimde çok derin izleri kaldı.

Hatırladığımda yüz kere, bin kere kahrediyorum. Yerine gelmeyeceğini bile bile, hiç yaşanmamış olmasını diliyorum.

Şimdi bir kez daha gözden geçirelim. Bedeli neyse ödeyeyim, cezası neyse çekeyim; temelli helalleşelim.

Bunları söyleyip, uzunca bir süre, hüngür hüngür ağladı. Sıcak gözyaşları, sicim gibi yağdı; yanaklarını yıkadı.

Eşi, ellerini ellerinin içine alıp, "Canım benim" diyerek sadakatle sıktı. Yağmurlu sabahın güneşi gibi gülümseyerek, yaşlı gözlerine muhabbet nazarı ile baktı.

Arkasından, dili ile gönlünü aynı noktada birleştirerek söze girdi. Yüzünü aydınlatan, yüreğini ferahlatan bir cevap verdi:

-Ben bir melekle yahut bir peygamberle evlenmedim. Rabbine gönülden bağlı bir kulla yol ve hal arkadaşı oldum; bu güne kadar ondan iyilikten, sevgiden, saygıdan, sadakatten başka bir şey görmedim.

Elbette, ikimizin de birbirimize karşı, insanlık hali kusurlarımız olmuştur. Hayat ağacımızın çiçeklerinden bazılarını yel, bazılarını sel almıştır.

Ancak, ben senden hep razıydım, razıyım; Allah da razı olsun. Geçmiş ve gelecek zamanlara ait tüm haklarımı helal ettiğimi sen de bil, Rabbim de bilsin.

Gönlümde zerre miktarı gölge de leke de yoktur. Benim arşivimdeki amel defterin, ilk günkü gibi pir ü paktır.

Yeni bir sayfa açıp, birlikte daha güzel şeyler yazmaya karar verdiler. El ele tutuşup, göz göze bakışarak; "Bu halleşmeyi ve helalleşmeyi, çocuklarımızla da yapalım" dediler.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN