Arama

Ekrem Demirli
Şubat 22, 2024
Nefs kötülüğü emreder mi?
Sesli dinlemek için tıklayınız.

İnsanın beniyle süre gelen kavgasının nedenlerinin başında ideal ben ile olan ben arasındaki gerilimin bulunabileceğini belirtmiştik. İnsanın var oluşunu büyük bir gayeyle ilişkilendirmesi ve kabiliyetlerini geliştirmek üzere daralması, uğrunda sıkıntı çekmenin makul ve meşru olabileceği bir iştir. İnsanın ideal benine terakki sadedinde göğüs gerdiği sıkıntılar 'arızi' bir güçlük ve hazırlayıcı unsurlar olarak görülebilir. Üstelik buradaki çatışmanın nedeni doğrudan ben ile bir çatışma değil, 'ben'in mevcut zayıflığını ve çaresizliğini aşmak üzere geliştirdiği mekanizmaların ideal ben yolunda bir engel haline gelmiş olmasıyla ilgilidir. İnsan o engelleri ideal ben uğruna aşılması gereken manialar olarak kabul ettikçe gerilim artar, hali hazırdaki ben hırpalanır, aşağılanır, kınanır vs. En yaygın kınama cümlelerinden birisi 'nefis kötülüğü emreder' veya 'kötülüğü emreden nefs' şeklinde bir ayet-i kerimenin eksik okunmasından mülhem tabirdir. Konu o kadar yerleşik hale gelmiştir ki 'nefs kötülüğü emreder' ifadesi hüküm olmaktan çıkarak 'kötülüğü emreden nefs' diye lakaba dönüştüğünde, aradaki gerilim salt bir çatışmadan ayrışarak iyi ile kötünün kavgasına dönüşür. İslam'ın nefs ve insan telakkisini doğru anlayabilmek için tabirlerin dikkatle tahlil edilmesi gerekir. Bunun için önce sormak gerekir: Nefs denilen şey nedir veya niçin içimizde kötülüğü emreden bir nefs bulunsun ki?

Nefsin mahiyetini tespit zordur. İnsan ben ve nefsim şeklinde ayrım yaptığında nefis bana ait olan lakin ben olmayan şey olarak görülüyor demektir. Ayrımın nedeni nedir veya böyle bir ayrımda ben ve nefs neye tekabül ediyor? Bu meyanda evvelemirde iki sorunun cevaplanması gerekir: Birincisi nefis denilen parçam neden sürekli kötülük emreder ve bu kötülük kimin için kötülüktür; ikincisi ise nefsin kötülüğü emrettiği kişi yani ben kimim? Soruların cevaplandırılması dilden kaynaklanan bazı yanılgıların aşılmasına bağlıdır. Önce ayrımın yani nefis ve ben (benim nefsim) şeklindeki ayrımın kadim zamanlardan beri bilinegelen dereceli nefs anlayışından kaynaklandığını hatırlamak gerekir. Dereceli nefs veya nefsin katmanları anlayışında her insan önce cemadattan yani inorganik doğadan gelen unsurları bedeninde taşır. Bunlar insanda maddi bedeni oluşturan ve geçmişte 'unsurlar' olarak kabul edilen parçalardır. Unsurların her birisinin bir takım özellikleri vardır (ahlat), bu özellikler insanı belirli istikamete, belirli davranışlara icbar eder. Vakıa bu noktada ortada sorun yoktur veya ahlaka konu olabilecek bir durum bahis mevzu değildir. İkinci derecede ise varlıkların bir kısmında nebati nefis denilen gelişme ve büyüme özelliğine sahip nefs yerleşerek cemad yani inorganik (ki metafizikçiler doğanın bu kısmını da canlı kabul eder) doğadan ayrışma gerçekleşir. Bu durumda insana doğru giderken iki dereceli nefs veya varlık durumu ortaya çıkar. Burada -farz-ı muhal- bitkilerde bile ben-nefsim şeklinde bir bölünme ortaya çıkabilir; bitki dile gelse 'ben' ve nefsim demiş olsaydı 'nebat' olan kısmını ben, nebat tarafından içerilmiş 'cemad' kısmını nefsim diye isimlendirebilirdi. Zihinsel tahlilde 'ben' ve nefsim veya ben ve özelliklerim şeklindeki tasnifin ilk emaresi bu seviyede ortaya çıkar. Nefsin başka yetkinlikler kazanmasıyla önce hayvan, sonra insanı konuşur hale geliriz. İnsan için ben ve benim nefsim ayrımı ise natık yani düşünen ben ile hayvani ben veya nefs arasındaki ayrımda tebellür eder. Günümüzde psikologlar meseleyi böyle ele almamış olsalar bile bu kadim yaklaşımı reddetmek için mücbir bir neden yoktur. Öyle veya böyle insandaki gelişim bir öncekinin gelişen şey istikametinde sorun teşkil etmesine yol açıyor. Demek ki sorun insanın bölünmesinde ortaya çıkıyor: bir üst derece bir alttakiyle ilişkisinde iyilik veya kötülük, zararlı veya faydalı ihtimallerden söz edebiliyor hale geliyoruz.

Şimdi bu eksende 'benim nefs-i emmarem' veya 'kötülüğü emreden nefsim' tabirine dönebiliriz: Tabirde ben düşünen nefs, emreden nefs ise hayvani veya bitkisel hallerim veya bunların istekleridir. Bunların bir şey emredebilmesi için bilinçli olmaları gerekir, halbuki bilinç natık nefse ait bir iştir. O zaman doğru tabir emretmek yerine talep etmek ve istemek olmalıdır. Bu durumda hayvani nefse heva denilmesinin nedeni ortaya çıkar: heva yani sürekli bir istek hali hayvani olmanın iktiza ettiği. Bir durumdur. Üstelik bu bir var oluş ilkesidir. Tanrı doğaya mücbir özellik vermiştir, itme-çekme yasalarıyla izah edebileceğimiz bir şekilde her şeyde böyle bir arzu-talep vardır ki, buyurganlık bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Heva gücü sadece talep ediyor, sadece istiyor, akıl bunu mücbir bir emir gibi telakki ediyor. Fakat dikkatimizi çekmesi gereken nokta burası olmamalıdır. Aristoteles 'görme gücümüz görmeye doğru mücbir şekilde hareket eder, kulağımız işitmeye doğru' derken nefsin bu haline dikkat çekmiştir. Haddi zatında bunlar güçler olduğuna göre 'emredici' olmak güçlü bir şekilde arzulamak olmalıdır. Peki neden kötülüğü emretsin nefs? İşte esas sorunlu kısım burada ortaya çıkıyor.

'Hayvani nefs emreder' yani 'şiddetle talep eder (heva)' fakat kötülüğü değil! O sadece arzusunu yerine getirmek, ihtiyacını gidermek, temel güdülerini tatmin etmek üzere hareket eder. Arzu onun için iyi veya kötü değildir, doğru veya yanlış olmakla nitelendirilemez. Çünkü hayvani nefiste bunu değerlendirebilecek bilinç, akıl veya zararı anlayabilecek bir üst bilgi yoktur. Arzu duyulan şeyin 'kötü' olması ancak bilinçle, yani akılla karşılaştığında ortaya çıkabilecek bir durumdur. Başka bir ifadeyle 'kötü' hükmü aklın işidir, nefs bakımından böyle bir ihtimal söz konusu değildir. Bu durumda nefs arzusunu talep ederken akıl arzuyu o an için 'kötü' görür ve ondan uzak durmayı çeşitli nedenlerle gerekli görür. Çünkü natık nefs -yani ideal nefsin kendisi veya ona doğru yönelen nefs- nefsin arzuladığı şeyin gayeye aykırı olduğunu fark eder ve ondan uzaklaşmayı gerekli görür. O zaman nefsin şiddetle arzuladığı şey -ki bu seviyede o şey nötürdür- natık nefs için kötü ve gayeye zararlı bir iş haline gelmiştir. Yoksa nefsin arzusunun kendiliğinde (nefsü'l-emr) iyi veya kötü olmasından söz edilemez. O halde ayet-i kerimeyi okurken şöyle bir anlama gidebiliriz: 'Nefs arzusunu talep eder -ki bu arzu akla göre kötüdür.'

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN