Arama

Zekeriya Erdim
Ekim 4, 2023
Hangi bağın gülüsün?

Eskiden beri ülkelerde ve toplumlarda "sosyal taban" ile "siyasal tavan" arasında bakış açısı farkı olmuş. Herkes içinde bulunduğu konumun, durumun, ortamın şartlarına göre vaziyet almış. Aynı değerler dünyasının mensubu olanlar ortak amaçlar doğrultusunda "yol" alanlar bile "yöntem" konusunda ayrışmışlar. Bir maksadın yahut maslahatın ne zaman ve nasıl yerine getirileceği konusunda anlaşamamışlar.

Dağın dibinden bakanların gördükleri ile tepesinden bakanların gördükleri değişmiş. Rüzgâr aşağıda yumuşak, yukarıda sert esmiş. Hissettikleri, algılarının ve kurgularının delili yahut kaynağı olmuş. Yelken açma konusunda aşağıdakiler acele etmiş, yukarıdakiler ağırdan almış.

Aralarında sağlıklı ve güvenli bir ilişki, iletişim yoksa ihtilaflar büyümüş. Gözlere perde inmiş, gönüllere gölge düşmüş. Bu durumun farkında olanlar iki ipi aynı direğe bağlamak için bazı formüller geliştirmişler. Adına kimileri "metot"kimileri "usul" kimileri "yöntem" kimileri "strateji" demişler.

"Yapılan işin doğru olması" yahut "doğru işin yapılması" gereklidir ama yeterli değildir. Ayrıca "doğru zamanda ve doğru bir şekilde yapılması" gerekir.

Her söylediğinin doğru olması, erdemli insanların ortak şiarıdır. Ancak her doğrunun her yerde, her zaman, herkese ve her şekilde söylenmesi büyük bir usul hatasıdır. İlim-irfan sahibi olanların çevre-ortam okumayı bilenlerin tabiriyle "usulsüz vusul olmaz." Yola uygun yöntem geliştiremeyenlerin tekerleri tümsekte kalır, ulakları menziline varmaz.

Vahiy alığı için Hakk'ı ve hakikati bilen zor zamanlarda Allah'ın yardımına mazhar olan resuller bile tebliğ ve temsil görevlerini, uygun usullerle yapmışlar. Zaman zaman beşer olmalarından kaynaklanan hataları olmuş, düzeltmeleri için uyarılmışlar. Onlara inanan, güvenen müminler de aynı yolu izlemişler. Bir ikazları, itirazları varsa usulünce söylemişler.

Hz. Muhammed (sav) Allah'ın elçisi olmadan önce de "emin" sıfatını almış. Mekke müşrikleri O'nu "güvenilir kimse" olarak biliyorlarmış. Kâbe'nin tamiri sırasında, kutsal taşı yerine koyma konusunda kabileler ihtilafa düşüp itibar savaşına girme noktasına gelmişler. İçlerinden birinin teklifi üzerine bahçe kapısından içeri girecek ilk kişiyi hakem tayin etmeye karar vermişler.

O ilk kişi, Peygamber (sav) Efendimiz olmuş. Benzer durumlar için "strateji örneği" olarak gösterilebilecek bir çözüm yolu bulmuş. Cübbesini yere serip taşı üzerine yuvarlamış. Her kabileden bir kişinin tutmasını istemiş, birlikte taşımalarını ve şeref payesini eşit olarak paylaşmalarını sağlamış. Daha sonra tebliğ ve temsil görevini engellemek için kendisini öldürmeye karar verdiklerinde Hz. Ali'yi yatağına yatırıp evinde olduğu görüntüsü vererek gizlice hicret etmiş. Bir stratejik plan yapmış adım adım uygulayarak Medine'ye gitmiş.

Tarihi kaynaklarda Fatih Sultan Mehmet Han'ın, orduya sefer emri verdiğinde ne tarafa gidileceğini son dakikaya kadar gizlediği belirtilir. "Nereye Sultanım?" diye soranlara "Sırrımı sakalımın bir tüyü bilse, hepsini kökünden kazırdım" şeklinde cevap verdiği rivayet edilir. Uzmanlar, sosyal ve siyasal mücadele süreçlerini satranç oynamaya benzetirler. Sözlükler, ansiklopediler satrancı "savaş oyunu" olarak tarif ederler.

Onun için büyük krallar, imparatorlar, şahlar, padişahlar bolca satranç oynarlarmış. Bunu savaş mantığını kavrama, strateji geliştirme, sefere hazırlanma dersi sayarlarmış. Rivayete göre Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail ile savaşmayı kendisi henüz şehzade ve Trabzon Valisi iken kafaya koymuş. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu için büyük ve yakın bir tehlike olduğunu biliyormuş.

Bir garip derviş kılığında, O'nun sarayına gitmiş. İlgililerle görüşüp kendisiyle satranç oynamak istediğini belirtmiş. Önce bilerek zayıf görünmüş ve yenilmiş. Sonra ustaca oynamış, rakibine "şah-mat" diyebilecek noktaya gelmiş.

O güne kadar kimse yenmeyi göze alamıyormuş. Onun için Şah İsmail hem çok şaşırmış, hem de fena halde bozulmuş. Yavuz Sultan Selim O'nun tarzını öğrenmiş, satranç tahtasında olduğu gibi savaş meydanında da yenebileceğini anlamış. Tahta çıktıktan sonra üstüne gitmiş ve öncesinde yaptığı planı uygulamış.

Demek ki atılacak her adımın zamanını ve zeminini bilmek gerekiyor. Kapıyı tekmeleyip, uyuyanları uyandırmak yerine kilidi açacak anahtarı bulmak gerekiyor. Eskiden evlerin kapılarında biri büyük diğeri küçük olan iki tokmak bulunurdu. Gelen erkekse büyük tokmak, kadınsa küçük tokmak vurulurdu.

Edep, adap, yol, yöntem, usul, üslup bir kitap olsa; kapağına, "usulsüz vusul olmaz" sözünü yazarlardı. Tasavvuf ehli, birbirlerine "Şeyhin kim?" diye sormaz "Hangi bağın gülüsün?" diye sorarlardı. Dil sıcak yerde kolay dönüyor diye "ağzı olan konuşuyor" durumuna düşmemeliyiz. Yüksek yerlerin rüzgârını, fırtınasını hesaba katmadan nöbet tutanların tedbirli, temkinli davranmalarına şaşmamalıyız.

Erken öten horozun başının kesildiğini ve kesileceğini bilmeliyiz. Bahar başında yaz bekleme aceleciliği içine girmeden tomurcuklar çiçeğe, çiçekler meyveye dönüşünceye dek sabır, sebat göstermeliyiz. Büyük resmi görmeden küçük resmin konumunu belirlemek mümkün değildir. Başlar bazen tavan alçak olduğu için bazen de tevazu yüksek olduğu için eğilir.

Perdenin arkasında ne bulunduğunu bilmeden, önünde poz vermek yanlış olur. Magandanın attığı serseri kurşun, balkonda oturan babasını vurur. İtle dalaşıp ısırılmamak için çalıyı dolanmayı tercih edelim. Yolumuzun uzamasını göze alıp sağ salim evimize gidelim. Kılıcımız körse aklımız keskin olsun. Okumuzu doğru zamanda ve doğru bir şekilde atalım ki hedefini bulsun.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN