Arama

Prof. Uğur Derman
Ağustos 20, 2021
Üsküdarlı ressam Hoca Ali Rıza Bey - 1
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Şu yazıyı okurken, nerede ve hangi mevsimde olursanız olun; ister misiniz berâberce bahara, yaza ve o aylarda eski Boğaziçi'nin serin sularına, gölgelik yamaçlarını süsleyen fıstık çamlarının altına gidelim, sonra meselâ Üsküdar'ın tarihî bir çeşmesinden sular içelim… Hem, size rehberlik edecek müstesnâ şahsı tanıtınca, bu gezintiden daha da memnun kalacağınızı sanırım. Bu rehber, millî ressamımız Hoca Ali Rıza Bey'dir. "Millî" sıfatının kullanılmasında, çok hasis davranılması gerektiğine inananlardanım. Ancak, Rıza Bey gibi hayatı boyunca Türk yaşayışını, Türk evlerini ve sokaklarını, mezarlıklarını; namazgâhıyla, çeşmesiyle, kedisiyle, güverciniyle Türk şehir ve köylerini, elhâsıl bizden olan her şeyi -Avrupalı ve yerli başka ressamların tesîrinde kalmadan- millî duygularla resmeden, örnek ahlâk sâhibi bir Türk ressamına "millî" denilmesi, şüphesiz hakkın teslimi olur.

Onun hayat hikâyesi ile ahlâk ve san'at telâkkisinin bilinmesine, eserlerini daha duygulu bir gözle seyredebilmek için lüzûm olduğu kanaatindeyim: 1858 yılında, Üsküdar'ın Ahmediye semtinde dünyaya gelen Ali Rıza Bey bu sebeple "Üsküdar'lı Ali Rıza" nâmıyla anılır. Henüz yedi yaşını bitirmeden kaybettiği -süvari binbaşısı olan- babası Mehmed Rüşdi Bey'in amatör zevkıyle hat san'atına duyduğu alâka, oğlunda resme karşı bir arzu şeklinde belirdiği için, küçük Ali Rıza daha o senelerde kitaplarının kenarlarına resimler çizmeğe başlamıştı. Rüşdiye (orta) tahsili sıralarında artan hevesi Kuleli Askerî Îdâdîsi'nde (lise) okurken bir gâye hâlini aldığından devrin Askerî Mekteb Nâzırı olan Edhem Paşa'ya bir resimhâne açılması için –beş, altı arkadaş birleşip- arzuhal verdiler. Takdîrle karşılanan bu müracaat üzerine mekteb idaresince resim âletleri alınarak, kendilerine hoca sıfatıyla Osman Nuri Paşa (1839-1906) tâyîn edildi. Bir sene içinde yaptıkları resimler, devrin padişahı Sultan II. Abdülhamîd'e takdîm olunduğunda mükâfâta lâyık görüldüler.

Böyle "şâhâne" bir teşvîke mazhar olunca, tatil aylarını bile resim yaparak geçiren ve meslekî noksanlarını tamamlayan Rıza Bey'le arkadaşları, Fransa'da bu san'atı tahsil ederek İstanbul'a dönen Mîralay Süleyman Seyyid Bey'den (1842-1913) ders almağa başladılar. Nihayet, o vakitler İstanbul'da yaşayan Kess adındaki ecnebî ressam ile Rıza Bey'in resim hocaları tamamlandı.

1883'de Harbiye Mektebi'ni mülâzım-ı sâni (teğmen) rütbesiyle bitirince onu resim hocası Nuri Paşa'nın muavini olarak alıkoydular. Bu sırada İtalya'ya resim tahsîli için gönderilmesine karar verildi; fakat Napoli'de çıkan bir kolera salgını gidişine mâni oldu. Ama Rıza Bey'e ne gam! Bundan sonrası için kendisine emsâlsiz bir hoca seçti: Tabiat! Ve hayatının sonuna kadar bu en büyük hocayı bırakmadı.

Rıza Bey, askerî talebenin resme meraklı olanlarını yetiştirmeğe -sıhhî sebeplerden emekliliğini istediği- 1911 yılına kadar devam etti. Bu arada Harbiye Mektebi'nde kurulan Zâdegân (Meşrutiyetten sonra: Şehzâdegân) sınıfında ve Darüşşafaka'da resim hocalığı, Harbiye Matbaası Başressamlığı gibi vazîfelerde bulunarak kāimmakām'lığa (yarbay) kadar rütbe alan san'atkârımızın hem askerî, hem de sivil talebeye mahsus ayrı ayrı hazırladığı matbû karakalem resim albümleri, memleketimizde resim zevkınin yayılmasını sağlamıştır.

Emekliliğiyle beraber Rıza Bey'in altın çağı başladı. Zîra en güzel resimleri resmî kayıdlardan âzâde olduğu bu emeklilik sonrası yıllarında vücûd bulmuştur. Bir yandan da İnas (kız) Sanâyi-i Nefîse Mektebi'nde, daha sonra Çamlıca Kız Lisesi'nde ve Üsküdar Kız Sanâyi Mektebi'nde ve bâzı husûsi mekteplerde hocalık ederek resim öğretme ihtiyacını gideren üstâdın ailevî üzüntülerle geçen ömrü 20 Mart 1930'da sona erdi. Fânî vücûdu, bâzı resimlerine konu olarak aldığı Karacaahmed kabristanına misafir olmakla, san'atkârımız ölümünden sonra bile Üsküdarlılığı bırakmadı.

Rıza Bey, yazdığı hal tercümesinde, resim telâkkîsini şöyle anlatıyor (tarafımdan sâdeleştirilmiştir): "Resim san'atının îcâb ettirdiği diğer tarzlardan da nasîb almakla beraber, meslekim peyzaj ressamlığıdır. Yegâne zevkım, memleketimin tatlı semâları altında zümrüt yeşili görüntüler üzerine serpiştirilmiş, yerli ve millî bir yaşayışı anlatan Osmalı âşiyanlarını, mahallelerini, manzaralarını, ağaçlıklarını, tarihî ve kıymetli eserlerini öldürmemek ve onlara uzun bir hayat vermek olduğu için, bu yolda yaptığım pek çok poşadlar, krokiler gerek kara kalem, gerek suluboya ve yağlıboya tabiî resimlerin sayısı her gün artmaktadır".

San'atkârımızın, portre ve natürmort olarak başarılı çalışmaları bir hayli ise de o peyzaj (manzara) ressamlığını benimsemiştir. Hayâlden yapdığı karakalem ve suluboya resimler de fazladır. Tabiatdan olmayan ve imzasının yanında ekseriya "fikirden" olduğunu belirttiği bu tarz resimleri Rıza Bey niçin yapmıştır? Bunun sebepleri vardır: Yaradılışı îtibâriyle kimseyi kırmayan ve kendisinden resim isteyen herkesi sevindirmeğe çalışan merhum, ardı arkası kesilmeyen bu istek sahiplerine ancak böyle fantezileri hediye etmeğe mecburdu. Bir diğer sebep de, tabiatla başbaşa olmadığı zamanlarda bile, onu fikren resmetme arzusunu hissetmesidir. Çünkü bu tip resimler arasında tabiatdan yapılmadığı halde değişik manzaralar karşısındaki intibâların zihinde terkîb edilmiş mahsûlü olduğu için "tabiî resim" zannedilenler mevcuddur. Şiir nasıl hayal gücü ile yazılırsa, bunlar da öyledir; mısra-ı berceste gibidir. Hayalî de olsa, bazıları, eski ictimaî hayatımıza ışık tutacak vasıftadır. Bu tarz eserlerinde bulunan bir kayalık, bir fıstık çamı veya bir yelkenli, Ali Rıza Bey'in âdeta imzası mâhiyetindedir.

Ancak, kendisinin de en fazla kıymet verdiği resimler, tabiatdan yaptıkları olup, bunlar tam mânâsıyla bir vesîka hükmündedir. Talebesinden ressam Sâmi Yetik (1876-1945), hocasının çalışma tarzını şöyle anlatıyor: "… Yapacağı resim, elindeki kağıdda mevcud imiş de, gûya bizim göremeyen gözlerimize göstermek için, üzerlerini örten sihirli perdeyi kurşun kaleminin ucu ile bir bir tutarak kaldırıyor ve meydana çıkarıyormuş gibi, insana hayret hissi vererek çalışır. Bizim elimizde yürümek istemeyen kalem ve fırça, onun eline geçer geçmez, diri ve çevik bir hal alır".

Ali Rıza Bey'in eserlerinin fotoğraf gibi olduğunu söyleyenler de çıkmıştır. Lâkin, onun resimlerine nasıl bir ruh verdiğini görmemek için ruhsuz olmak lâzımdır.

Bundan yıllar önce, memlekette resim zevkıni yayabilmek ve ressamların sesini duyurabilmek için "Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi" ismiyle neşredilen ve o devre göre çok güzel basılan mecmuada "Resme Dâir" başlığı altında bir makāle mevcuddur (Sayı:7, sayfa: 51). Bir resim muallimi edâsiyle ve san'atın cemiyet için yapıldığını gösterir tarzda Ali Rıza Bey tarafından kaleme alınan bu makālenin bâzı kısımlarını -yeni harflerle şimdiye kadar neşrolunmadığı için- sâdeleştirerek naklediyorum. Şurası unutulmasın ki, bu yazı, resim san'atını henüz kabullenen bir topluluğa hitab etmek durumundadır:

"Medenî milletlerce pek büyük bir ehemmiyet verilen resim san'atı, bir çok faydalar sağlaması bakımından, hayâl etme gücünün meydana konmasına ve bütün insan topluluklarının okuyup anlayabilmesine vâsıta olan apaçık bir dil, bir nevi yazı gibidir.

'Resim, yazının tamamlayıcısı ve belki tamamıdır' denilse yeridir. Zîra, bugünkü medenî eserlerin ve mevcud kitapların büyük bir kısmının hemen her sahifesinde resmin varlığına kat'î ihtiyaç hissedilmekte ve iyi bir anlatım, resimle kemâle erip aydınlığa kavuşmaktadır.

Resim, medeniyet için öyle lüzumludur ki, terki mümkün değildir ve onun gelişmesine çalışan mutlak bir rehberdir.

Resim, insanlığın hasletlerinden olan zevk-ı selîmin artıp aydınlanmasına ve görme hassasının tekâmülüne hizmet eder.

Bugün hayran olarak baktığımız bunca eserler ve medeniyetle erişilen güzelliklerin hepsi, resmin rehberliği ve feyziyle ortaya çıkmıştır.

Mektep görmüş bir kimsenin, biraz olsun resme münasebeti olmaması, medenî âlemde 'yazı yazmak bilmiyor' denilecek kadar bir eksiklik sayılır. Hâsılı, resim, fikir ve görüşün gelişmesine hizmet ettiğinden; resim bilenlerin, bilmeyenlerden daha fazla güzel görebileceğinde, daha güzel düşünebileceğinde ve eli bir işe daha güzel yakışacağında şüphe yoktur.

Ressam, hayatından hakkıyla faydalanır. Çünkü, eline almış olduğu bir çiçekde bulunan renk ve şekilleri, aralarında olan âhengi görüp düşünerek, hılkatde mevcud İlâhi kudreti idrâk eyler. Bu zevkın vereceği ferahlıkla, tabiîdir ki, hayatından istifade etmiş olacakdır. Resmin, ahlâk üzerinde de bütünüyle bir tesiri vardır. Resimle meşgul olanlar, hılkatin güzelliklerinden faydalanmak için vakit kaybettiren boş şeylerle uğraşmazlar. Böyle vakit geçirenlerin bulunduğu yerlerde bile, onların ruh yapılarını anlamak imkânını kazanırlar. Ressamlığa dair bilinmeyen bir çok şeyleri latîf bir tarzda öğrenip, fikir ve görüşlerin gelişmesine çalışarak, tarih ve san'at üzerine vücûde getirecekleri eserlerle hem geçip giden ömrün meyvalarını toplamağa, hem de gelecekde hayır ve rahmetle anılıp takdir edilmeğe bir vesîle bulmuş olurlar. Hâsılı, ressamların kıymeti edîb ve şâirler derecesinde yüksek ve belki daha da yücedir. Bundan dolayı memleketimizde resim san'atının diğer ilim ve fen dalları gibi yayılıp gelişmesi ve vatanımızın bu cihetden de bir tekâmül devrine girmesi, son derece arzu ve temenni olunur".

Rıza Bey, yazısının son cümlelerinde, âdeta san'at hayatındaki gâyesini belirtiyor. O, geriye bırakdığı sayısız eserleri, vaktini iyi değerlendirip boşa harcamayışı sâyesinde meydana getirmiştir.

(Yazının devamı gelecek hafta…)

Prof. Uğur Derman

(x) Resim 1: Feyhaman Duran'ın (1886-1970) fırçasından Hoca Ali Rızâ Bey.

(x) Resim 2: Hoca Ali Rızâ Bey'in enfes suluboyalarından: Üsküdar Sultantepesi.

(x) Resim 3: Ali Rızâ Bey'in 20 dakikada tamamladığı Eyüpsultan Türbesi resmi.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN