Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Mart 30, 2020
Sâmirî kimdir ve neden “bana dokunmayın” demiştir?
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Kur'an'da geçen kıssalar, yaşanmış hadiseleri hikâye ederler. Ancak bunlar "hikâye" olsun diye anlatılmazlar. Bundan önceki yazımızda ele aldığımız üzere, anlatılan kıssalar sonunda, Allah Teâlâ ayetleri genellikle şu ifadelerle bitirir: "And olsun ki, size anlatılan bu olayda sizin için nice ibretler ve dersler vardır. Yok mudur, öğüt alan?.." (Örnek için bkz. Şuara, 67, 103, 121; Kamer, 17, 51)

Bugün ele alacağımız konunun tarihte yaşanmış bir olayı olması yanında günümüze ışık tutan yönlerinin bulunmasının, onu ayrıca "anlamlı" kıldığı kanaatindeyiz. Zira gerek Kur'an-ı Kerim, gerekse Tevrat'ta anlatılan/aktarılan bu gerçek öykü, çağımızın müminleri olan bizleri ve tüm insanları sarsıp uyaran birtakım şifreler taşıyor. Aşağıdaki satırlar sizin de aynı kanaate sahip olmanızı sağlayacaktır belki de…

SAMİRÎ KİMDİR VE NEDEN ÖNEMLİDİR?

Peygamberler Tarihi'ne baktığımızda, Allah Teâlâ'nın, Hz. Musa vasıtasıyla İsrailoğullarını Firavun'un zulmünden kurtarıp selamete erdirmiş olduğu görülür. Hz. Musa'nın, Kur'an-ı Kerim'de adı en fazla geçen peygamber olmasının sebepleri arasında, İsrailoğullarının onu fazlasıyla meşgul etmeleri de zikredilir. Nitekim, ardı arkası kesilmeyen ve zaman zaman haddi aşan isteklerde bulunarak Hz. Musa'dan azar işittikleri halde (bkz. Bakara, 47-57) denizin yarılması ve kendilerinin salimen karaya çıkmalarının hemen akabinde karşılaştıkları topluluğun tanrı diye taptığı putlar misali birtakım putlar edinmesini bile istemişlerdi Allah'ın Elçisinden (Bkz. A'râf, 138-140)…

Yukarıda aktarılan bu süreç sonrasında, Allah'tan birtakım emirler almak üzere kardeşi Harun'u yerine vekil bırakarak bir süreliğine halkından ayrı kaldığı zaman zarfında, fırsattan istifade ederek insanların bir kısmının isteyip durdukları putu, ellerindeki altın takıları eriterek bir "buzağı" şekline dönüştüren; kuyumculuk sanatındaki mahareti ve tecrübesini de katarak imal ettiği bu altın heykelin içinde hava boşlukları oluşturarak aynı zamanda böğürme gibi bir ses çıkarmasını da sağlayan kişidir Sâmirî…

Bunu yaptıktan sonra bu buzağının hem İsrailoğullarının hem de Musa'nın gerçek ilahı olduğunu, aslında Musa'nın da zaten bunu aramaya gittiği "yalan"ını uyduran, böylece halkın çoğunluğunun zihnî dünyasını da ele geçirerek onların bu heykele tapınmasını sağlayan yalancı bir kimsedir Sâmirî…

Kur'an-ı Kerim'de Bakara ve A'raf surelerinde dolaylı olarak; Tâ-Hâ, suresinin 85, 87 ve 95. ayetlerinde ise bizzat Sâmiri'den ve imal ettiği altın buzağı heykelinden söz edilmektedir. Tâ-Hâ suresinin 83-99. ayetlerinde Hz. Musa'nın, Allah Teâlâ'nın kendisine bu durumu haber vermesiyle hemen kızgın bir şekilde ve hayıflanarak halkının yanına döndüğünü, böyle bir şeyi "tanrı" edinerek tapmış olduklarını şiddetle kınadığını ve yaptıkları bu işi "kendi kendilerine zulüm" olarak nitelediğini görmekteyiz (Bunun için ayrıca bkz. Bakara, 51, 54, 93).

Tâ-Hâ suresinin 95-97 ayetlerinde halkına söylediği sözlerden sonra Sâmirî'ye dönerek "Peki senin zorun neydi ey Sâmirî?" diye hesap soran Hz. Musa'nın, ondan: "Ben insanların görmediklerini/fark etmediklerini gören ve bilen biriyim. Kendimce doğru olan şeyi yaptım ve bir avuç toprağı eritilmiş mücevherlerin içine attım. Doğrusu nefsim bana böyle yapmayı hoş gösterdi." cevabını alır…

Her bir Peygamber Allah'ın varlığı ve birliğini insanlara tebliğ için gönderilir, öncelikle… Buna "Tevhid Akidesi" denilir ki, dinin en temel esasıdır. Çünkü Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ, asla şirki ve şeriki kabul etmez; ve "şirk en büyük zulümdür" (Lokman, 13).

Verdiği cevap üzerine Sâmirî'ye Hz. Musa şunları söyledi: "Şimdi defol git!... Artık hayatın boyunca sen 'bana dokunmayın' diyeceksin. (Ahirette de) sana vaad edilen bir ceza var ki, ondan da asla kaçamayacaksın. Şu tanrı diye uydurduğuna da dur bir bak. And olsun onu ateşler içinde yakacağız ve sonra unu ufak edip denize savuracağız."

Altın buzağı yakılarak un ufak ezilen ve adeta küllere dönüştürülen kütlesi denize savruldu. Pişman olan İsrailoğulları, "Elleri böğürlerinde çaresiz kalıp kendilerinin sapıtmış olduklarını anladıklarında 'eğer Rabbimiz, bize acımaz ve bizi bağışlamazsa muhakkak mahvoluruz' dediler" (el-A'raf, 7/149).

Hz. Musa İsrailoğullarına tevbelerinin kabul edilmesi için ne yapmaları gerektiğini açıkladı: "Ey kavmim! Buzağıyı tanrı edinmekle kendinize yazık ettiniz. Yaratıcınıza tevbe edin, nefislerinizi öldürün; bu, Rabbiniz katında sizin için daha hayırlıdır. Tevbenizi kabul edecek ve size acıyacak O'dur." (Bakara, 2/54).

Sâmirî'nin, Hz. Musa tarafından kovuluşu konusuna dönecek olursak, bu hususta kaynaklarda farklı görüşler vardır. Ayette geçen "Şimdi defol git! Artık hayatın boyunca sen 'bana dokunmayın' diyeceksin." şeklindeki ifadeyi yorumlayan müfessir ve tarihçilerden bir kısmı, onun hummaya yakalandığını bildirirken diğer bir kısmı ise cüzzam hastalığına tutulduğundan söz etmektedirler. Her iki durumda da bulaşıcı ve müzmin bir hastalığa tutulduğu anlaşılan Sâmirî, insanlardan kaçmaya başlamıştır. İnsanlar da ondan uzaklaşmış ve ilgiyi kesmişlerdir. Neticede Sâmirî, hayatı boyunca dağ başlarında ve yabani hayvanların arasında yaşamak zorunda kalmıştır. İnsanlarla karşılaştığı zaman daha uzaktan "bana kimse dokunmasın" diye uyarmıştır. Çünkü bir kimse ona dokunacak olsa bu temas hem Sâmirî için hastalığının artmasına ve acı çekmesine hem de dokunan kimseye hastalığın bulaşmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Sâmirî, ömür boyunca insanlardan uzakta ve hastalığın pençesinde bir hayat yaşamak zorunda kalmıştır.

BU KISSA BİZE NELER SÖYLER?

İslam âlimleri, "Nefislerinizi öldürün" buyruğunu, "Kötü duygularınızı, bencil isteklerinizi yok ediniz" şeklinde ahlâkî arınma mânasında yorumlamışlar ve makbul bir tövbenin, ancak kötülükten vazgeçerek pişman olup özür dilemekle, ibadet ve hayırlı amellere yönelmekle gerçekleşebileceğini, bunun ise genellikle insan nefsine çok ağır geldiğini ifade etmişlerdir.

Bu kıssanın, Sâmirî isimli kişi özelinde ele alınacak başka yönleri de var elbette… Ancak uzayıp giden sözlerimize burada bir ara vererek şunları ifade etmek istiyoruz.

Sâmirî'ye "nefsinin güzel/hoş gösterdiği" nice şeyler; olaylar, davranışlar, sözler; insan denilen ve yeryüzünün yaratılmasıyla birlikte var olan her birimiz için de geçerli… Tıpkı, kardeşini öldüren Kabil'i aldatarak bu cinayet işini bile ona doğru/iyi bir şey olarak göstermesi gibi, "nefs" denilen içimizdeki potansiyel kötülük gücü, insanın en büyük düşmanı olarak tanıtılıyor insana… İslam dininin, nefsin bu yöndeki tanıtımı kadar kapsamlı bir "Nefs Bilgilendirmesi" başka hiçbir din, inanç ve felsefede söz konusu değildir… Terbiye edilmeyen nefs, canı taşıyan ten, ruhun kafesi beden ve Allah'ın yeryüzünde en değerli varlık kıldığı insan için "en büyük düşman" olarak görülmesi boşuna değildir…

Yukarıdaki ayetlerin işaret ettiği öyküden alacağımız dersleri sonraki yazımıza bırakalım istiyoruz. Ama şunu zikretmeden sözlerimize son vermeyelim. Hz. Musa ile Sâmirî'nin diyalogundan sonra gelen ayet şöyledir: "Sizin ilâhınız ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır."

Sanki bizden istenen, bu ikrar ile Rabbimizi tesbih etmek, O'nu anmak ve çokça Güzel İsimlerini zikretmek, O'na tazarru ve niyaz ile yalvarmaktır. Allah'a ait olan ulûhiyeti, O'na tahsis etmektir… Zaten ayetlerde bahsi edilen "tövbe" fiili, dönüp Rabbine yönelmek, O'nun kapısından başka kapı tanımamaktır…

Bugünlerimiz, Allah Teâlâ'yı zikir ve tesbih ile anmanın, Kur'an okumayı çoğaltmanın, nafile namazlarla Rabbimize yaklaşmaya çalışmanın günleri olduğu kadar, fiili dualarla, yardıma muhtaçlara ele uzatmanın günleridir. Yine bu günler, maskeleri yüzlerinde iz bırakan, uzun süre kullandıkları eldivenleri ellerinin rengini değiştiren sağlık çalışanlarımızın, karlı dağlarda, çamurlu yollarda görev başındaki güvenlik ve asayiş güçlerimizin manevi desteğe en çok ihtiyaç duydukları zaman diliminde onları da dualarımızla desteklememiz gereken günlerdir.

Yüce Mevlâmızdan ülkemize selamet ve esenlik, salgının şerrinden hıfz u himaye ve hastalarımıza acil şifalar dileğiyle…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN