Ayasofya'da Esrarengiz Bir Yardımsever
Dedemlere gittiğimizde hemen o kalın mı kalın kitaptan bana yeni bir hikâye okumasını istedim. Çünkü bir hikâyenin içine girip farklı zamanlarda dolaşmak çok hoşuma gitmişti. Bunu duyduğuna çok sevinmiş olacak ki dedem hemen seçtiği bir hikâyeyi okumaya başladı.
Karanlık bir akşam saatiydi. Sokaklar, insanlar, evler yaşadığımız zamandan çok farklıydı. Yine de bir önceki hikâyede gittiğimiz yere çok benzetmiştim. Bunu dedeme söylediğimde o da bana hak verdi. Sokaklarda insanlar toplaşıp bir yere gidiyorlardı. Biz de dedemle hemen peşlerine takıldık. Yolun sonunda ışıl ışıl parlayan bir camiye gelmiştik. Dedem hemen tanıdı ve burası "Ayasofya Camisi" dedi. Akşam saati kandillerle aydınlatılmış bu camiyi görünce dedem neler olduğunu anladı. Çok ama çok önemli bir geceye şahit oluyormuşuz. Meğer bugün Kadir Gecesi'ymiş. Ben ne demek olduğunu bilmediğim için dedemden anlatmasını istedim. Dedem de Kadir Gecesi'nin Müslümanlar için çok önemli olduğunu, bu gece kutsal kitabımız Kur'ân'ın Peygamberimiz Hz. Muhammed'e bildirildiğini söyledi. Sanırım ne demek istediğini anlamıştım.
Bu sefer Padişah 2. Selim'in Dönemi'ne gelmiştik. Dedemin söylediğine göre zamanın büyük hocalarından biri bu akşam camide öğütler verecekmiş. Bu kadar çok insanın camiye gelmesinin sebebi de bu hocayı dinlemekmiş. Biz de dedemle ayakkabılarımızı çıkarıp camiye girdik ve kalabalığın içindeki yerimizi aldık. Dedemin bahsettiği o büyük hoca, kürsüye çıkıp konuşmaya başlamıştı.

O sırada Gülâbî Ağa isimli yaşlı bir adam hocayı dinlerken bir anda hastalanıvermiş. O kadar kötü olmuş ki gözleri balon gibi şişmiş, teni de limon gibi sararmaya başlamış. Dudaklarının rengi de mosmor oluvermiş. Yaşlı adamın yüzüne bakan onun hasta olduğunu hemencecik anlayabilirmiş. Gülâbî Ağa dışarı çıkmak ve rahatlamak istemiş ama caminin içi çok kalabalık olduğu için nasıl dışarı çıkacağını bilememiş. Çaresiz çaresiz olduğu yerde birinin yardım etmesini beklemeye başlamış. Bir yandan da içinden "Allah'ım buradan çıkmama yardım et!" diye dua ediyormuş. İşte tam o sırada yanında asker kıyafetli bir adam belirivermiş ve yaşlı amcaya "Amca sen hasta gibisin. Gözlerin balon gibi şişmiş, rengin de limona dönmüş." demiş. Gülâbî Ağa "Hem de çok hasta oldum ama utandığım için dışarı çıkamıyorum." demiş. Asker kıyafetli adam da "İstersen buradan çıkman için sana yardım edebilirim." diye cevap vermiş.
Bunu duyan Gülâbî Ağa sevinçten âdeta havaya uçmuş. Asker kıyafetli adam da sırtındaki cüppesini yaşlı adamın başına örtmüş. Ne olduğunu anlayamayan Gülâbî Ağa gözlerini açtığında kendisini bir nehrin kenarında buluvermiş. Asker kıyafetli adamsa hiçbir yerde görünmüyormuş. Yaşlı adam başına gelen bu olay yüzünden şaşkın şaşkın etrafına bakınıyormuş. Gülâbî Ağa, adamı aramaktan vazgeçmiş ve biraz dinlenmeye karar vermiş. Nehirden su içmiş, yüzünü yıkamış. Sonra çimenlerin üzerinde bir güzel uykuya dalmış. İyileşen Gülâbî Ağa gözlerini açtığında kendini tekrar caminin içinde otururken bulmuş. Yanındaysa asker kıyafetli adam hiçbir şey olmamış gibi oturuyormuş. Gülâbî Ağa artık şaşkınlıktan dilini yutacak hale gelmiş ve kekeleyerek,
demiş. Asker kıyafetli adam ona "Hani sen 'Allah'ım bana yardım et!' diye dua etmiştin ya, işte duan kabul oldu. Ben de sana yardım için gönderildim." demiş. İşte o zaman Gülâbî Ağa Hızır'ın kendisine yardıma geldiğini anlamış ve yardımları için Hızır'a çok teşekkür etmiş.
Tanımadığım için Hızır'ın kim olduğunu merakla dedeme sordum. Dedemin söylediğine göre Hızır, Allah'ın en güvenilir kullarından birisiymiş. Zor durumda olan insanların yardımına işte bu hikâyedeki gibi yetişir ve onlara yardım edermiş. E demek; zor zamanlarda birilerine hemencik yardım ettiğimizde bize "HIZIR GİBİ YETİŞTİN!" demeleri bundanmış...
🖋 Dila Akçay Kavraz
🎨 Feyza Eryüksel