Anne Babalar Buraya

HAVADA DENİZ – VİKİNG ŞEHRİ: OSLO!

Günlerdir Derya ile Vikingler'i izliyoruz. Hani şu çizgi film olan. Bazen ben Viki oluyorum, Derya da Korsan Gilby oluyor. Bazen de tam tersi. Annem de bu oyunumuza bayılıyor. Bizi sakinleştiriyormuş, pamuk gibi oluyormuşuz. Babam da hafta sonu Norveç'e gidecekmiş. Biz de gitmek ister miymişiz? Bu da soru mu annecim, bavulları hemen hazırlıyoruuuuz!

İstanbul'dan Oslo'ya uçmak yaklaşık 4 saat falan sürdü. Uçakta tabletime indirdiğimiz Vikingler'i izlemeye devam ettim. Ve biraz da ülkeyi araştırdım.
Norveç, Avrupa'nın kuzeyinde bulunan İskandinav ülkelerinden biri. Diğerleri hangileri mi? İsveç, Finlandiya, Danimarka, İzlanda gibi buzzz gibi ülkeler. İskandinav ülkeleri soğuk ülkeler mi demek acaba? Bunu gittiğimde mutlaka birilerine soracağım. Norveç bir de Nordik ülkesiymiş. "Kuzeyli" ya da "Kuzeye ait" demekmiş Nordik. Norveç aslında bir krallıkmış. Kralları var yani. Onunla tanışma fırsatım olursa mutlaka sizin selamınızı da söylerim. Norveç'te Norveççe konuşuluyormuş. E başka ne olacak ki? Başkenti de Oslo. Biz oraya gideceğiz. Daha önce İskandinav ülkelerinden Finlandiya'ya gitmiştim ve orayı çooook sevmiştim. Bence Norveç'i de seveceğim. 😊
Oslo'yu ilk gördüğümde dikkatimi çeken şey evlerin düzeni oldu. Rengarenk evler, doğası ve sakinliği... Oslo kafa dinlemek için harika bir yer. (Laf aramızda babam buraya bayılacak!)
Oslo yılın çoook uzun bir zamanı soğuk olan bir şehir. Çünkü dünyanın en kuzeyindeki ülkelerden biri. Bu yüzden eğer kışın buraya gelecekseniz sıkı giyinmenizde fayda var. Eğer yazın gelecekseniz de ülkemizdeki gibi bir sıcak beklemeyin. Bence en güzeli baharda gelin. Ortalıkta fır fır gezmek için şahane havalar!
Eylül aylarında burada Oslo Maratonu oluyormuş. Şehrin her yerinde koşan insanlar görmek istiyorsanız maraton zamanı da gelebilirsiniz. Çok kalabalık olacağını da unutmayın sakın!
Oslo çok büyük bir şehir değilmiş. Babam uçaktan inip otelimize geçerken bize hızlı hızlı bilgiler verdi. Otelimizden gezmek istediğimiz yerlere ulaşımımız çok kolay olacakmış. Hatta çoğu zaman yürüyecekmişiz. İşte Oslo Maratonu bizim için başlıyor!


Otelimize yerleştikten sonra babam bizi dünyanın en önemli resimlerinin olduğu Norveç Ulusal Müzesi'ne götürmeye karar verdi. Hani şu Çığlık tablosu olan Edvard Munch'un eseri de burada. Önüne geçip bir sürü fotoğraf çektirdik. Öğreniyorum ki Munch bu tabloyu son haline getirmeden önce tam 4 tane Çığlık tablosu yapmış. Ressamın günlüğünde yazana göre iki arkadaşıyla yürümüşler ve güneş o sırada kan kırmızısı renginde batıyormuş. Ressam kendini yorgun hissedip trabzanlara yaslanmış. İki arkadaşı ise yürümeye devam etmiş. Ressam, o sırada doğanın çığlığını hissettiğini anlatmış günlüğünde. Sonra ortaya bu harika sanat eseri çıkmış. Ben yorulduğumda sadece huysuzlanıyorum. Bundan sonra her yorulduğumda ben de resim yapmaya karar verdim. Belki benim de eserim dünyanın en önemli müzelerinde sergilenir. Neden olmasın?

Norveç Ulusal Müzesi'nde Cazenne ve Manet'nin de tablolarını gördük. Ayrıca burada başka bir sürü Norveçli sanatçı da var. Ben içlerinden birkaçının resimlerini çok beğendim. Gezerken sıkıldığım da oldu. Ama yine de benim için güzel bir deneyimdi. Daha fazla Munch eseri görmek isteyenler için Munch'un kişisel müzesi de var. Biz oraya gitmedik ama onun hayatını daha çok merak ediyorsanız orada fazlasını bulabilirsiniz.

Babam "Sanat turumuz devam ediyor." diye yeni rotayı açıkladı. Astrup Fearnley Museet'e gidecekmişiz. Burası da modern sanat müzesiymiş. Babam buranın çok önemli olduğunu ve nedenini anlatıp durdu. Açıkçası modern sanat çok da ilgimi çekmedi ve karnımı acıktırdı. Babama bunu söylediğimde kahkaha attı. Neyse ki isyanım işe yaramıştı ve müzeden çıkıp bir şeyler yemeye gittik.

Norveç'in en önemli yemeklerinden biri somonuymuş. Hem de faydalı olduğu için babam ilk menümüze hemen bunu ekledi. Biz de somonu çok sevdik ve bayılarak yedik.

Yemeğin ardından babam "Çocuklar Norveç Barış Ödülü'nü hiç duydunuz mu?" dedi. Sanırım yeni bir müzeye gidecektik. "Bir başka müze adı mı baba?" dedim. Babam güldü: "Hayır her yıl barışa çaba sarf eden bir kişiye ödül veriliyor. Bunun da adı Norveç Barış Ödülü ve her yıl bu şehirde veriliyor. Biz de buranın merkezinde olduğumuz için Oslo Nobel Barış Merkezi'ne gidebiliriz." dedi. Yanılmamışım, yanında müzesi de varmış. 😊
Ama konu ilgimi çekmişti. Barış için uğraşan insanların ödül alması güzel. Kimlerin aldığını görmek de güzeldi!

Vikingler'e bayıldığımız için bir sonraki durak Viking Gemi Müzesi'ydi. İçinde Oseberg, Gokstad ve Tune gemisi vardı. Ayrıca Vikingler'in kullandığı eşyalar, çadırlar, at arabaları, yataklar, kızaklar gibi eşyaları da. Bunları incelemek bizim için eşsizdi. Artık izlediğim her şeye farklı bir gözle bakacaktım!

Şaşırdığım şeylerden biri de Oslo'da musluktan su içilebiliyormuş. Dışarıdan su almak yerine yanımıza şişelerimizi alıp her fırsatta bir yerlerden su doldurduk.

Rotamızı minik sevimli rengarenk evlerin olduğu yer olan Damstredet'e çevirdik. Bu sevimli evlerden birinde yaşamak nasıl olurdu diye düşündük. Evlerin çoğu 18. yüzyıl sonlarında yapılmış ve her şeyi aynı duruyor. Ne harika değil mi?

Oslo gezimizi şehrin en kalabalık caddesi olan Karl Johans Kapısı'nda bitirdik. Adı İsveç Kralı Charles XIV John'un onuruna seçilmiş. Burada parlamento binası ve ulusal tiyatro gibi yerler de var. Dönüşte anneme hediye almaya karar verdiğimiz için biz cadde üzerindeki dükkanları gezdik. Anneme ve arkadaşlarımıza harika hediyeler aldık. Sanırım Oslo'ya veda etme vakti gelmişti.




Kim bilir, belki başka bir İskandinav ülkesine yine gideriz.

🖊 Nilüfer Taktak

🎨 Feyza Eryüksel Koyunoğlu